GRAND BARGAİN

Bu iki İngilizce sözcükten ‘Grand’ büyük demek; ama ulu ya da yüce anlamında büyük. ‘Bargain’ ise pazarlık.


Grand Bargain... Bu iki İngilizce sözcükten ‘Grand’ büyük demek; ama ulu ya da yüce anlamında büyük. ‘Bargain’ ise pazarlık. Ancak, siyasi terminolojide ‘Grand Bargain’ sözcükleri kullanıldığında, bu, büyük tarihi anlam taşıyan ‘Büyük Uzlaşma’ anlamını ifade ediyor. Amerika ile İran arasında, özellike Barack Hussein Obama’nın Amerikan Başkanı seçilmesiyle ve başta Ortadoğu, tüm dünyada yepyeni bir Amerikan açılımı beklentisinin ortaya çıktığı dönemde, gerekliliği hatta zorunluluğu vurgulanan bir amaç ‘Grand Bargain’. Amerika ile İran arasında ne olması, neye ulaşılması gerekiyor sorusunu ortaya attığınız anda, adeta bir ‘konsensüs’ halinde gelen cevap ‘Grand Bargain’. Washington ile Tahran arasında bir ‘Grand Bargain’ sağlanıp sağlanamaması, Türkiye dahil, birçok ülkenin ve başta Ortadoğu, yerkürenin birçok sorunlu bölgesinin geleceğini şekillendirecek, kaderini belirleyecek ölçüde önemli sayılıyor. Alçakgönüllülükten saparak, kendi payıma, oldum olası, Amerika ile İran arasında ‘Grand Bargain’ gereğine inanmış ve bunu savunmuş birisi olarak, bugün gelinen nokta beni de özellikle -özellikle entelektüel planda da- yakından ilgilendiriyor. Bundan iki yıl önce Henry Kissinger ile İstanbul’da konuşurken, konu İran’a geldiğinde, ‘ABD’nin İran’la gerçekleştirmesi gereken, sizin 1972 yılında ABD ile Çin arasında gerçekleştirdiğiniz türden ve boyutta bir ilişki kurmak olmalı’ demiştim. İtiraz etmemişti. Onayladığını belirten bir şey de söylememekle birlikte, ‘Grand Bargain’ fikrine pek de uzak durmamıştı. Hillary Rodham Clinton, şu aşamada ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Tahran’a yapacağı ziyaretin birkaç gün öncesinde Türkiye’ye ‘Grand Bargain’ın ipuçlarını bagajında getiriyor mu? Türkiye, Bayan Clinton’a İran ile ‘Grand Bargain’ gereğini ve buna yönelmeleri halinde Türkiye’nin oynayabileceği ‘olumlu rol’ün ipuçlarını sunacak mı? Daha o noktaya varmadık galiba; çok da uzağında sayılmayız... *** Amerika-İran ilişkilerini ve bölgeyi yakından izleyen ya da bilen gözlemcilerin ve doğrudan aktörlerin üzerinde ittifak ettikleri bir husus var: Tarafların birbirlerine karşı duydukları derin güvensizlik. Bunu gidermek için İran’da görev yapan bir AB ülkesi büyükelçisi, dün, “Bu güvensizliğin ancak zaman içinde ve adım adım diplomasiyle giderilebileceğini” söyleyerek ‘Grand Bargain’in gerçekçi olmayacağını söyledi. Tahran Üniversitesi profesörlerinden, hiçbir görüşü paylaşmadığı Ahmedinejad’ın mahalle, çocukluk ve sınıf arkadaşı olan, benim de eski dostum Nasır Hadian, ‘Ben devrimci değilim ama Amerika-İran ilişkilerine devrimci adım gerek. İlişkileri birden ‘Grand Bargain’ şeklinde başlatırsanız, bir yol alabiliriz. İleriye giden yol, ‘Grand Bargain’dan geçiyor’ dedi. ‘Grand Bargain’, işe İran yönünden bakıldığında ‘Rehber’ ya da ‘Dini Lider’ sıfatıyla rejimin bir numaralı yetki koltuğunda oturan Ayetullah Hamenei’nin söyleyeceği son söze bağlı ve Hamenei, İran’da Amerikalılardan en fazla kuşku duyanların başında geliyor. ‘Hamanei faktörü’ göz ardı edilerek, ‘Grand Bargain’ın İran yönünden yürürlüğe girmesinin şansı pek yok. Peki ‘Grand Bargain’ neyi kapsıyor? Hamanei, eğer Amerikalılar da istediği takdirde ‘Grand Bargain’a nasıl ‘peki’ diyebilir? Bu noktada yine adeta ‘oybirliği’yle gelen soru ‘Endgame nedir?’ Yani, bir de ‘endgame’ kavramıyla yüz yüze geliyoruz. Hamanei’nin ‘endgame’i görmesi ve buna ikna olması gerekiyor. ‘Endgame’, amaç ya da işin gelip varacağı ‘nihai durak’. İranlılar, özellikle Hamanei açısından ‘endgame’, ABD’nin kesin olarak ve sağlam güvencelerle İran’daki İslam Cumhuriyeti’ni yıkmayı, bir başka deyimle ‘rejim değişikliği’ aramadığını ortaya koyması gerekiyor. Başka bir anlamda, İran’a mevcut rejimiyle ‘meşruiyet kazandırmayı’ kabullenmesi. ‘Grand Bargain’ orada da bitmiyor. ABD’nin Afganistan başlayarak Körfez ve tüm Ortadoğu’yu içine alan bölgede İran’ın bir ‘bölgesel güç’ olduğunu ve onun ile, onun bu sıfatı ve özelliğiyle bölgede bir ‘güç paylaşımı’nı görüşmeyi içine sindirmesi de gerekiyor. İran’ın ‘nükleer programı’ sorunu, bu genel ve büyük fotoğrafın içinde görülmeden, tek başına ele alınarak anlaşılmaz ve çözülemez. Bu arada, Hillary Clinton’un Afganistan için bir uluslararası konferans önerisini ve burada İran’ın da burada yer almasının istendiğini duyurması, ‘Grand Bargain’ yönünde yol alınacağına ilişkin heyecan yarattı. Gidişat o yönde mi gerçekten? *** Bir yandan da, Hillary’nin son Ortadoğu turunda İran’a karşı bir ‘Yahudi-Sünni ittifakı’ oluşturmaya çalıştığı izlenimleri ve en azından spekülasyonları var. Kamuoyuna yansımamakla birlikte, İsrail yetkililerine alışılmadık bir uyarıcı dille konuştuğunu ve “Sizi, Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye ile aynı gemide görmek istiyoruz” diye konuştuğunu öğrendik. Bir başka deyimle, Amerika, İsrail’e ‘Başımı gereksiz yere ağrıtma’ uyarısını yapıyor ve daha geniş bir ‘stratejik pencere’den bakarak, İsrail ile bölgenin Türkiye de dahil- Sünni çoğunluklu ülkelerinin beraberliğini görmek istiyor. Kime karşı? Kestirme cevap, tabii ki, İran. Bu ise ABD’nin bugüne dek denenmiş ve sonuç vermemiş olan İran’a karşı ‘containment’ yani ‘çevreleme’ politikasına devam edeceğine işaret eder. ‘Containment’ politikası, ‘selective engagement’ denilen belirli ve sınırlı konularda İran’ı dahil eden bir ilişkiye eklenerek sürdürülebiliyor. ‘Containment’+’Selective Engagement’=İran’a karşı bugüne dek izlenen ve izlenmeye devam edilmek istenen ABD politikası. ‘Selective engagement’ın yerini ‘comprehensive engagement’ın yani ‘kapsamlı ilişki’nin alması gerekiyor. Bir başka deyimle ‘Grand Bargain.’ Türkiye, Hillary Clinton ile konuşmadan ve Abdullah Gül, İran’a gitmeden önce bütün bu konularda kendi yaklaşımını net hale getirmiş, ‘stratejik’ anlamda ne istediğini, ne istemediğini nedenleriyle birlikte kendisine tanımlamış ve dış politikasını ‘yeni dönem’de kavramsallaştırmış mıdır? Öyle olduğu umulur. Zira, dönem, istense de istenmese de, ne kadar ayak sürünse de, ‘Grand Bargain’ gerektiren bir dönem.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER