Siyaset devreye girmezse


Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Susurluk davasının gerekçeli kararında, Susurluk'a ilişkin şu teşhisi yapıyordu: "Emniyet teşkilatında görevli sanıkların terörle mücadele diye yola çıkıp, bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve kendi çıkarlarını gözeterek, her türlü yasadışılığı meşru sayıp, amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek, yanlarına uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsünü de alarak tam bir dayanışma ve işbirliği içinde hareket edip çeteleşme sürecine girmeleri..." Merkez medyada bu teşhis pek önemsenmedi... Hatta aynı günlerde bazı gazetelerde Korkut Eken'le yapılan, Çatlı'dan Yeşil'e methiyeler düzen söyleşiler bile yayınlandı. Oysa Türk devlet geleneğinin en mahrem noktalarını gözler önüne seren, "derin neşter darbesi" gibi bir etki doğurmuştu Susurluk skandalı. Ancak, asıl resmettiği Batı'daki sistem içindeki lokalize "kontrgerilla" gerçeğinin tersine, Türkiye'de sistemin "kontrgerillalaştığı" gerçeğiydi. Hukuk dışı ve gayri meşru olanı benimseyen, doğrulayan, tüm sisteme yayan, daha doğrusu resmi devlet politikalarının özü kılan bir geleneğe tekabül ediyordu, bu gerçek. Susurluk aracılığıyla, Türkiye, bu gelenek ve bu anlayışla alabildiğine kaba, korkutucu ve çarpıcı biçimde yüzleşti. Ama, manivelayı harekete geçiren yine devletti. 10 bin faili meçhul cinayete ulaşan dehşet politikaları, "istenilen sonuçları" verirken, karanlık figüranların elinde kontrolü zor ve zarar verici noktalara tırmanmaya da başlamıştı. Ve Susurluk skandalı, devletin ellerini yıkama çabası olarak geldi, gündeme. Sonra, basın devreye girince, çeteler ve çeşitli devlet kurumları birbirine düşünce, iş karıştı. Kutlu Savaş raporu "Susurluk oyunu"nda perdeyi kapatırken, sistem başlangıç noktasına geri döndü. Rapor bir yanıyla devlet adına devlet için yapılmış, devletin yenilenmiş, istenmeyenden arındırılmış yeni resmi politikaların ana güzergahını ifade eden, devlet adına yapılan bir tür ve ilk itiraftı. Ama itirafın mantığı da ortadaydı... "Otorite boşluğu ile münferit hadiseler mantığı üzerine oturan, daha doğrusu münferit hadiselerin otorite boşluğu yüzünden sisteme yayıldığı ve sistemi bloke ettiğini ima eden, Susurluk skandalının devlet politikaları ve yapılanmasıyla ilgili yönünü, devlet-birey-hukuk ilişkisiyle ilgili yanını tamamen rafa kaldıran, faturayı, ölmüş olanlara, kaçaklara ve birkaç görevliye çıkaran bir mantık..." Sonuçta Susurluk çözüldü ama çözülmedi... Mahkumiyetler verildi, münferit suçlar cezalandırıldı, hepsi o... Sistem gerçeği, devlet yapılanması ortada kaldı, hatta sembolik olarak pekişti. Bu sembolik haritaya hakim olanlar, dün bazı çetelerdi, bazen birkaç siyasi parti oluyor, bazen türlü kurumlar... Arkasına saklandığı 1913 tarihli, İttihat ve Terakki tarafından çıkarılmış geçici kanuna, Devlet Memurin Muhakemat Kanunu'na işaret ederek Susurluk konusunda eleştiriye tuttuğumuz Mehmet Ağar'ın bir gün havaalanında karşılaştığımızda sarf ettiği şu sözleri hiç unutmayacağım: "Yine mangalda kül bırakmamışsınız. O kanun ne zamandan kalma biliyor musunuz? Ermeni tehcirinden kalma..." Devlet sorun çözdüğünü sanıyordu... 1915 ülkenin dolabındaki ceset halinde... Susurluk Kürt sorununda devlet politikasının en katı resmi... Siyaset devreye girmezse, devreye girecek mantık tekrar budur... YENİŞAFAK
<< Önceki Haber Siyaset devreye girmezse Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER