Heron davası... Bir mahkemeden diğerine


Birkaç gündür, Heronlarla ilgili iddialar sürüyor. Nihayet, Genelkurmay Başkanlığı'ndan açıklama geldi. Ekim 2007'de MİT'in dinlemesine takılan telefon konuşması şüphe uyandırmıştı. İddiaya göre, bir subay bir başka subaya "Heronları düşürün ya da koordinatları değiştirin. Bizim adamlarımıza çok zayiat veriyor" demişti. MİT, bilgileri süratle dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ'a intikal ettirdi, Başbuğ hemen soruşturma açmıştı. Dolayısıyla olayın savsaklanması söz konusu değildi. Yargılamadaki gecikme, farklı kuvvetlere (Havacı, Karacı, Denizci) mensup subayların mevcudiyetinden kaynaklanıyordu (Açıklama özetle böyle). Konuyu, sürüncemede bıraktığı belirtilen bir başka kişi, Hava Kuvvetleri Başsavcısı Albay Ahmet Zeki Üçok da kamuoyunu bilgilendirdi. O, daha somut bilgiler verdi. "Ses benzerliği bulunan Havacı üsteğmen Fırat Ç.'nin, konuşmanın yapıldığı 12 Ekim 2007'de, F-4 jet uçağında olduğu tespit edildi. Üsteğmenin telefonla aradığı Hava pilot yarbay Selami Selçuk Ç. ise o tarihte İtalya'nın Napoli kentinde görevliydi." *** Açıklamalar tamam da, böyle önemli bir davanın, "şüpheliler farklı kuvvetlere mensup" diye bu kadar uzatılması akla ziyan! Tamam... İlker Başbuğ soruşturma emri vermiş fakat sonra peşini bırakmış. Önce, dosya Kara Kuvvetleri Savcılığı tarafından inceleniyor; daha sonra, konuşmayı yapanın Havacı üsteğmen Fırat Ç. olduğundan şüpheleniliyor. Dosya, 9 Eylül 2009'da Hava Kuvvetleri Savcılığı'na intikal ediyor. Savcı Ahmet Zeki Üçok, soruşturmayı yürütürken, üsteğmen Fırat Ç.'nin bir tuğamiralle (Alaaddin Sevim) konuştuğu anlaşılıyor. Bu defa, amiral söz konusu olduğu için, dosyanın Genelkurmay Savcılığı'na gönderilmesi gerekiyor. Ama o sırada, Üçok, "çürük çetesi" dolayısıyla tutuklanıyor. Dosyayı ancak onun yerine gelen savcı Genelkurmay'a gönderebiliyor. Ekim 2007'den, Temmuz 2010'a geldik. Dosya, ancak "yetkili mahkemesine" ulaşabildi. Sizce, İlker Başbuğ'un gelişmeleri daha yakından takip etmesi gerekmez miydi? Çünkü olay çok ciddi. Türk Silâhlı Kuvvetleri'nde görevli birileri, PKK'yla işbirliği halinde. Ya da, PKK'yı yönlendirip, terör eylemleriyle Türkiye'de istikrarsızlık yaratmak istiyor. İnsan, davanın 3 sene savsaklanmasına göz yumar mı? Sorular Bugün gazetesinde çıkan haberde, görüşmenin 10 Ekim'de, sabit bir telefondan, cep telefonu aranarak yapıldığı belirtiliyordu. Hava Kuvvetleri Başsavcısı Ahmet Zeki Üçok, görüşmenin 12 Ekim'de, saat 14.10 civarında, Ankara Etlik semtinden ankesörlü bir telefonla gerçekleştiğini ileri sürüyor. 10 Ekim mi? 12 Ekim mi? Sabit telefondan bir cep telefonu aranmış. Bu cep telefonu kime aitti? Jandarma ve Emniyet Kriminoloji, adı geçen subayların sesiyle MİT'in dinlemesine takılan ses arasında benzerlik buldu. Eğer o subaylar sorumlu değilse, böyle bir konuşma cereyan ettiğine göre, kim sorumlu? En önemli soru: Bu kadar şüphe varken, kişiler nasıl terfi ettirildi? Her ne kadar, görüşmenin yapıldığı tarihte, Üsteğmen Fırat Ç. ve Yarbay Selami Selçuk Ç.'nin başka mekânlarda bulunduğuna dair bilgi alındıysa da, bu malumatın gerçek dışı olması ihtimali akıldan çıkarılmamalı. Çünkü Türk Silâhlı Kuvvetleri'nde, maalesef genel eğilim, gerçeğin üstünü örtmek istikametinde. Suçlananlar, hep yasadışı faaliyetleri ihbar eden ve kamuoyuyla paylaşan subaylar. PKK ile temas Abdullah Öcalan, yakalandıktan sonra (1999), bazı askerlerin, 1996 ilâ 1999 arasında kendisiyle ilişkiye geçtiğini ileri sürmüştü. Hatta bu görüşmelerin 3 sayfalık zaptını bile hâkimlere vermişti. Öcalan, birtakım isimler de sıralıyordu. 14 Nisan 1996'da, Genelkurmay Toplumsal İlişkiler Dairesi'nden Kurmay Albay H.D.'nin Hollanda'ya gidip, PKK'nın Avrupa sorumlularından Abdurrahman Çadırcı'yla görüştüğünü, bu ilk gayriresmi teması başkalarının takip ettiğini söylemişti. Öcalan ayrıca, Selim Okçuoğlu isimli bir avukattan da söz etmişti. Okçuoğlu, PKK Avrupa temsilcisi Kani Yılmaz ve Şahin kod adlı Ferhan Abdi'ye kapsamlı bir ateşkes teklifi sunmuştu. Aynı konuda, askerler, PKK'nın Bursa Cezaevi temsilcisi Sabri Ok ile de görüşme yapmıştı. Bu ilişkiler neticesinde, PKK 1 Eylül 1998'de, tek taraflı olarak ateşkes ilân etti. Heronlarla ilgili telefon konuşması ortaya çıkınca, bu yüzden gerçek olabileceğini düşündüm. Çünkü PKK ile içli dışlı bir vaziyet var. PKK'yı muhatap alma, bir çözüm arayışından kaynaklanıyorsa, herhalde siyasi yetkililer de bundan haberdar edilmeliydi. Böyle olmadığını, geçmişte yaşanan bir olay sayesinde öğrendik: Refahyol hükûmeti döneminde İstihbarat Dairesi teknik işlerden sorumlu başkan yardımcısı Hanefi Avcı, istihbarat amaçlı dinleme yaparken, Bursa Cezaevi PKK sorumlusu Sabri Ok ile bazı askerlerin temas halinde olduğunu ve Öcalan'ın avukatı Selim Okçuoğlu'nun kanalıyla ilişkilerin kurulduğunu tespit etmişti. Okçuoğlu'nu tutuklayıp bilgi almak üzere harekete geçildiğinde, birdenbire oklar Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu'na yöneldi. Batı Çalışma Grubu belgesi yüzünden Orakoğlu casuslukla suçlandı ve yurtdışına gitmek zorunda kaldı. Hanefi Avcı'nın da yıldızı kaydı. Bütün bunları bilen ve olayları yakından takip eden bir insan nasıl şüphelenmesin? SABAH
<< Önceki Haber Heron davası... Bir mahkemeden diğerine Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER