'Mum söndü'nün muhatapları


Hadi kabul edelim. Mum söndü vakası beş on senede bir, bir şovmenin zevzeklik olsun diye televizyon ekranlarından boca ettiği gaftan ibaret değil. Toplumda söz konusu gafın ciddi bir karşılığı var. Türkiye'de Alevilere yönelik önyargılar gizli ya da açık, az değil. Alevilere yönelik bu yargılar sürerken resmî otorite nedense sorumluluğu yokmuş gibi davranıyor. Herhangi bir özeleştiri gereği duyulmadığı gibi, Alevileri inançlarında derinleşmemekle itham edebiliyorlar. Alevilerin kendi aralarında hemfikir olmamalarını bahane göstererek üstelik! Açık konuşalım o halde, devletin Aleviliğe dair alan açması, biraz da bu tavır nedeniyle tıkanmış değil mi? Laiklik iddiasındaki devletin Sünni görüntüsü bu kesimi rahatsız etmiyor çünkü. Alevilerin çoğunlukla marjinal sol örgütlerin, statüko koruyucusu partilerin dümen suyunda, aşırı politik bir duruşla var olmaları bu duruma çanak tutuyor kabul. Ama bunun da sebebi, Alevilerin Sünni devlet aygıtı içinde kendilerini ifade edecek alan bulamayışları değil mi? Laik görünümlü Sünni devlet yapısı zaman içinde Aleviliği bir ideolojiye indirgedi. Hal buyken, son mum söndü vakası, toplumda görülmeyen bazı gerçekleri, gizlenen yargıları açığa çıkardı. Ama konu yine yanlış muhataplar üzerinden tartışılıyor. Halbuki muhatabın doğru tespit edilmesi, zannedildiğinden daha önemli. Çünkü önyargıların giderilmesini ancak asıl muhataplar sağlayabilir. O nedenle ne gafın sahibi, ne de üç beş Alevi derneği önemli burada. Magazin gazetecileri hiç değil! Bir muhatap aranıyorsa, dinî otoriteyi elinde bulunduranlara gidilmeli. Mesela Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, toplumun geniş bir kesimini rencide eden böyle bir iftira karşısında, cübbesini giyip, 'Ey cemaati Müslimin, Alevi kardeşlerimiz hakkında yapılan bu iftiralar günahtır' diyebilmeli. Yahut, cuma hutbelerinde, Alevilere yönelen önyargıları değiştirmeye katkı için, vaizlere talimat verilebilmeli. Geçmişten gelen ve mevcut önyargıları besleyen fetvaların geçersizliğini ilan etmek ise bir başka çare. Bütün bunları yapmak yerine, laik devletin dinî kurumu, sessiz kalarak, meselenin dışında kalmaya çalışıyor. Sessiz kalmasının önyargıları beslediğinin farkında değil belki de! Diğer yandan, siyasi aktörler, müdahil olmamaları gereken yerde, efendi portresi çiziyorlar. Örneğin Alevi açılımının koordinatörü Devlet Bakanı Faruk Çelik, zorunlu din derslerinin kaldırılmasını isteyen Alevilere tepkiyle 'ne derdiniz var din dersiyle, niye kalksın? Söz konusu bile değil' diyor. Üstelik azarlayan bir tonda! Bakan, 'Sünni Müslümanların devletini tarif edip, ne derdiniz var' diyeceğine, devlete vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan Alevilere de eşit mesafede durabilse keşke. Demokratikleşme sürecindeki bir devlet, 1920'lerin ruhu ile hâlâ dini kontrol etmeye, yönlendirmeye, baskı altında tutmaya devam edemez. Bu durum sadece Alevilik için değil, devletin tekel kurduğu Sünnilik için de geçerli. Bugün yaşadığımız türban sorunu, Alevilik sorunu aslında dinî tartışmalar değil. Bilakis devletin dini bir fanusa hapsetmesinden doğan sorunlar. Din, insanı var eden, mana bulmasını sağlayan en temel değer. Devletin görevi, dinler ya da mezhepler arasında kavga çıkarıp taraf olmak değil, onları başta kendisi olmak üzere her türlü baskıdan korumaktır. Bakan Çelik'in Alevi örgütleri arasındaki tartışmalarda koordinatörlüğün dışına çıkıp, bazı örgütlerin taleplerine tepki vermesi bazı örgütlere yakın durması, kamunun dinî meselelerde hâlâ olgunlaşamadığını gösteriyor. Bugün mum söndü hakaretine maruz kaldığını düşünerek sokağa dökülen Alevilerin yüzlerine dikkatlice baktığınızda hüzün görürsünüz. O insanların çaresizliğinin ciddi somut dayanakları var. İbadethanesi kabul edilmeyen, çocuğuna okulda kendi inancı hakkında tek kelime öğretilmeyen, siyasetin dümen suyunda maneviyatı hızla kuruyan bu insanlar, sizin maneviyatınızdan ne götürüyor düşündünüz mü?
<< Önceki Haber 'Mum söndü'nün muhatapları Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER