Ütopya


Yunan mitolojisinde "ümit" kötülüklerden biridir. Tüm kötülüklerin saklandığı Pandora'nın kutusundan salınmamasının nedeni, Tanrıların cezalandırdığı insanların, daha iyi bir geleceğin hayaliyle acı çekmeye katlanmalarını önlemek içindir. Bu anlatıdan anlamamız gereken daha iyi, daha adil ve daha özgür bir topluma kavuşma ümidi bizim her türlü zorluğa katlanmamızın itici gücüdür. Ümit daha iyinin hayalini içinde taşır. Ümitli bir gelecek ütopyadır. Ütopyaların gerçekleşmesi zordur. İdeal durumları ima ederler. Bugünün ülkülerini geleceğe olan ümitle yoğururlar. Bu nedenle bir toplumun kendisine güveni varsa ve gelecekte ne olacağına ilişkin bir tasavvuru varsa, ütopya sahibidir. Başka deyişle, bir toplum gelecekte kendisine "yakışan" bir yer arıyorsa ütopya üretir. Son zamanlarda ütopyaya "vizyon" da deniyor. Farklı şeyler olsalar da kabul edelim. Vizyon, yani zihinde oluşturulan gelecek görünümü, "bugün"ün verili koşullarını aşabilecek gücü olan insanlara veya toplumlara hastır. Bugünden daha "iyi" bir gelecek tasavvur edemeyen veya planı yapamayan kişi veya toplumların vizyonu olmaz. Pekiyi, her ütopya veya vizyon gerçekleşir mi? Tabii ki hayır ama şu deyiş anlamlıdır: "Sen güneşi hedefle, nasıl olsa aya ulaşırsın." Bir gelecek tasavvuru (ütopya, vizyon) oluşturabilmek için sadece düş kurmak yetmez. O düşün maddi dayakları da olmalıdır. J. F. Kennedy, 1960'ta, "Bu on yılın sonunda aya insan göndereceğiz" derken, ABD'nin uzay araştırmaları ve endüstrisi onun bu ön kestirimi (projeksiyonu) yapmasını kolaylaştırıyordu. Bugün bizim başbakanımız, "2023 yılında dünyanın en büyük 10. ekonomisi olacağız" diyorsa ülkemizin dünyanın en büyük 17. ekonomisi olmasındandır. Buraya kadar yükselenin daha ileri gideceği iddiası inandırıcıdır. İşte bu nedenledir ki Başbakan'ın Almanya gezisini yorumlayan Münchner Merkur gazetesi, şimdiye kadar Türkiye'den gelen hiçbir konuğun bu kadar özgüvenli bir şekilde Almanya'da boy göstermediğini vurguluyor ve ekliyor: "Bunun nedenleri var: Türkiye ekonomik ve siyasi olarak uluslararası bir yıldız konumuna yükseldi. Ekonomik veriler parıldıyor ve dünya çapında Ankara usulü İslamî demokrasi Arap dünyası için bir ihraç modeli olarak görülüyor." Neue Osnabrücker Zeitung gazetesinin yorumunda Başbakan Erdoğan'ın, Avrupalılar hakkında eskisine göre çok daha sert bir tonla konuşmaya başladığı iddia ediliyor ve "Türkiye, bölgesinde en önemli ekonomik güç konumuna yükseldi. Aynı zamanda Tunus ve Mısır halklarının gözünde Müslüman nüfusa sahip bir demokrasi olarak örnek bir konuma sahip ve bunun getirdiği büyük prestijin tadını çıkarıyor" deniyor. Bunlar gurur verici ama tesadüfi değil; somut sebepleri var. Önce, artık Türkiye sürekli sermaye eksikliği çeken, bu nedenle doğru dürüst yatırım yapamayan yoksul bir ülke değil. Sadece kendi halkına değil tüm dünya pazarlarına üretim yapar hale geldi. Yeterli mi? Tabii değil. Diğer yandan, askeri vesayet altında yaşayan güdük bir demokrasi olmaktan hızla uzaklaşıyor. Bütün bunlar Türkiye'yi "yapabilir" kılıyor. Yapabilmek sadece maddi güç sahibi olmak değildir. Manevi olarak da inandırıcı ve etkili olmaktır. Başka bir deyişle 1. Dünya Savaşı sonrasında "yapamaz" hale gelen Türkiye, tarih dışına düşmüştü. Tarihin yapıcılarından/kurucularından biri değildi. Tarihin öznesi değil, nesnesi olmuştu: Üzerine veya üzerinden tarih yapılıyordu. Şimdi artık Türkiye tekrar tarihe dönüyor. Tarih yapar hale geliyor. En azından yeni çağın tarihini yazan/kuran aktörlerden biri haline geliyor. Bunu ona sağlayan gelişen ekonomisi; ekonomiyi ve girişim ruhunu teşvik eden demokrasisi ve bir gelecek tasavvuru olan yönetimi. Türkiye mevcut ekonomisi ve demokrasisi ile ne kadar ileri gidebilir? Açık ki hem ekonomimizin hem de demokrasimizin derinleşmesine ve gelişmesine ihtiyaç var. Gelişmenin hızını ve çapını bu alanlardaki eksikliklerin giderilmesi sağlayacak. Bunun için de vizyoner bir liderliğe ve ulusça benimsediğimiz bir ütopyaya ihtiyaç var. Önümüzdeki seçim, mevcut olan önderliğin mi Türkiye ütopyasını taşımaya ehil olduğunu yoksa ümit vadeden rakiplerin mi var olduğunu bize gösterecek. DÜZELTME Geçen perşembe günü yayımlanan makalemde, "Öyle ki Mısır, çöl birliklerini bu anlaşmadan sonra lav etti. 1994'te Ürdün'le de imzaladığı anlaşma sonrasında yurtiçi milli hasılasının %30'u olan savunma giderlerini %7'ye çekebildi. Bu da ülkede yaşam kalitesinin artmasına vesile oldu" diye yazılan bölümde adı geçen ülke Mısır değil, İsrail olacaktı. Düzeltir, özür dilerim.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER