'Müdahil olmanın artık anlamı yok'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ''İnanç özgürlüğüne, eğitim özgürlüğüne bu kadar müdahil olmanın artık anlamı yok. Bu ülkede hangi düşüncede, hangi inançta olursa olsun, ne taraftan olursa olsun, şu mahalle baskısı adını verdikleri şeyleri ortadan kaldıralım'' dedi.

'Müdahil olmanın artık anlamı yok'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ''İnanç özgürlüğüne, eğitim özgürlüğüne bu kadar müdahil olmanın artık anlamı yok. Bu ülkede hangi düşüncede, hangi inançta olursa olsun, ne taraftan olursa olsun, şu mahalle baskısı adını verdikleri şeyleri ortadan kaldıralım'' dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Marmara Üniversitesi'nin 2010-2011 akademik yıl açılış töreninde konuştu. Erdoğan, YÖK ve başörtüsü sorunu hakkında açıklamalarda bulundu. Erdoğan başörtüsü sorunuyla ilgili , "Bizim derdimiz üzümü yemek, bağcıyı dövmek değil. TESK'in genel kurulu öncesi başörtü sorununu konuştuk. Başörtüsü sorununu da konuşalım. Kendisiyle 10-15 dakika konuştum. Dedim siz görev verin, ben görev vereyim. Bizim diyanet işleri başkanlığımız var, hatta istemiyorsanız başkalarını da katın, ilave birilerini katalım. Hatta başka ilave bilim adamlarını katın konuşalım dedim. İnanç özgürlüğüne, eğitim özgürlüğüne bu kadar müdahil olmanın artık anlamı yok. Bu ülkede hangi düşüncede, hangi inançta olursa olsun, ne taraftan olursa olsun, şu mahalle baskısı adını verdikleri şeyleri ortadan kaldıralım" dedi. Samimiyet tartışmalarına da değinen Erdoğan, "Siyasetçilerin samimiyet tespitini siyasetçiler değil seçmenler yaparlar.Lütfen gençlerimize örnek olmak adına bunu samimiyet duygusu içinde yapalım. Siyasetçinin ne söylediğine bakarlar, söylediklerinin arkasında duruyor mu durmuyor mu ona bakarlar ve ona göre kararı verirler. Biz sekiz yılda iki genel seçimden, iki yerel seçimden, iki de referandumu atlatarak çıktık. Halkımızla paralel düşündüğümüzü gördük" diye konuştu. ''Bizim bu başarıyı elde etmemizin altında yatan en önemli nedenler, hizmetlerimizdir, eserlerimizdir. Bunların yanında vatandaşlarımızla kurduğumuz o gönül bağıdır'' diyen Erdoğan, kendilerinin siyasete yeni bir dil kazandırmanın mücadelesini verdiklerini belirtti. Başbakan Erdoğan, mutluluklarının altında yatan bir gerçeğin de iki gün önce partilerine müracaat eden, uluslararası, 70 siyasi parti olduğunu ve ''(Bu başarıları nasıl elde ettiniz, bize de eğitim verir misiniz?) diye müracaat'' ettiklerini ifade etti. Şimdi, başvuruda bulunan bu partilere 3 günlük 4 günlük eğitimler verdiklerini belirten Erdoğan, şunları kaydetti: ''Olay bu noktaya geldi. Biz en az güvenilen kurum olan siyaset kurumunun prestijini yukarı çekmenin mücadelesini veriyoruz. Bunda da başarı sağlıyoruz. Söylediğine inanılmayan, kendisine güvenilmeyen, sözüne itibar edilmeyen siyasetçi profilini, artık milletin zihninden silip atmanın gayreti içindeyiz. Açık söylüyorum. Biz gençlere mahcup olmak istemiyoruz. Üniversite öğrencileri karşısında mahcubiyet yaşamak istemiyoruz. Gençlerin siyasetten soğumasının ülke adına, gelecek adına kaygı verici olduğuna inanıyoruz. Onun için tutarlı bir siyaset izliyoruz. Yapacaklarımızı söylüyoruz. Yapamayacaklarımızı vaad etmiyor, her türlü gelişmeyi şeffaf bir şekilde milletimizle paylaşıyoruz. Her zaman ifade ediyorum. Bize oy vermeyenler olabilir. Bizi beğenmeyenler olabilir. Yaşamımızı desteklemeyenler olabilir. Politikalarımızı onaylamayanlar olabilir. Ama biz onların da hükümetiyiz. Bunu bir an olsun hatırımızdan asla ve asla çıkarmayacağız. Çünkü demokrasinin de gereği budur. Geleceğe eser bırakmanında gereği budur. Bugüne kadar siyasetçiler kendilerine oy çıkmayan bölgeleri, illeri, kesimleri adeta cezalandırma yöntemini seçti. Bakın şu anda kamu hizmetlerinde en çok payı alan illerden bir tanesi Tunceli'dir. Tunceli'de bizim milletvekilimiz yok. Hakkari aynı şekilde. Şırnak aynı şekilde. Hakkari'ye biz şu anda havaalanı yapıyoruz. Bölünmüş yollarını yapıyoruz. Şırnak'ın aynı şekilde. Şırnak'a da havaalanı yapıyoruz. Oranın da bölünmüş yollarını yapıyoruz. Suyu yoktu, buralara sularını getirdik. Belediyelerin yapması gereken hizmetleri biz yapıyoruz. Neden? Çünkü oralar Türk Cumhuriyeti'nin vatan topraklarıdır. Hepsine biz bu hizmeti götürmekle mükellefiz.'' -OY ÇIKMADI DİYE BURALARI İHMAL EDEMEYİZ''- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu durumun aksinin düşünülemeyeceğini belirterek, kendilerine oy çıkmadı ya da az oy çıktı diye bu bölgeleri ihmal edemeyeceklerini kaydetti. ''Batı neyse doğu da o olacak. Kuzey neyse genelde o olacak. 780 bin kilometre karesi ile Muhasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmış bir Türkiye'nin vatan toprakları böyle görülmelidir diye inanıyorum'' şeklinde konuşan Erdoğan, buralara bugüne kadar hizmetlerin, yatırımların esirgendiğini ifade etti. Erdoğan, belli iller ve bölgelerin ihmal edildiğini yineleyerek, şöyle devam etti: ''Biz bu anlayışa asla prim vermeyeceğiz. Hizmette, yatırımda, ayrımcılığa asla düşmeyeceğiz. Halk oylaması sonrasında defalarca ifade ettim. Hükümet olarak bize düşen yüzde 42'yi evet demediği için yok saymak değildir. Bize düşen yüzde 42'nin neden hayır dediğini anlamaktır. Bakın şu anda çok geniş çaplı bilimsel bir araştırmayı Türkiye'de yaptırıyorum. Neden yüzde 42 hayır. Bunu bilmem lazım. Bunu daha da aşağılara çekmek için ne yapmak gerekiyor. Demek ki bir yerlerde hatalarımız var, eksiklerimiz var. Neyse bunları öğrenmem lazım. Ona göre de bundan sonraki çalışmalarımızı planlamamaz, ona göre adımlarımızı atmamız lazım. Demokratik olgunluğun gereği budur. Standartları yüksek bir demokraside yaşamanın gereği budur. Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini yürüten, bölgesel bir güç haline dönüşen, küresel projelerin içinde yer alan bir ülkenin hükümetine düşen budur.'' Siyasetin kutuplaştığı yerde ülkenin de kendiliğinden kutuplaşmaya başladığını ifade eden Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Siyaset ve siyasetçi, kendisini değiştirmiyorsa ülke de değişemez. Biz geçmişe takılıp kalmak istemiyoruz. Geçmişin parametrelerine takılıp kalmak istemiyoruz. Ayrı fikirlere, farklı düşüncelere tahammül, değişik renklere sağ duyulu yaklaşım, demokrasinin, özgürlüğün bize göre temel şartı. Ama hakaret asla. Haklı ve demokratik tepkiler ortaya konulacak. Elbette bu noktada bu tür yaklaşımlara karşı güçlü bir şekilde tahammül gösteriyoruz. Ama kırarak, dökerek, yağmalayarak, özellikle de kalp kırarak, gönül kırarak, rencide ederek değil. Bunun yasalar çerçevesinde, demokratik bir olgunluk içerisinde yapılması, ölçülü tepki kadar tahammülün de gözetilmesi, verilecek mesajın da alınmasını sağlayacaktır. Fakat bizde maalesef protestoların, demokratik olgunluğun dışına çıktığını, gereğinden fazla reaksiyonlar olduğunu zaman zaman görüyoruz. İşte aynı şekilde dünyanın en ünlü müzik grubu biliyorsunuz U2'nin, Bono'nun konserinde de benzer manzaralara şahit olduk. Yani burada, değerli bakanıma karşı takınılan tavır, güzel bir tavır değildi. Kendileri de buna çok şaşırdı. Kendileri teşekkür ederken, karşılığında böyle bir tavrın olması onları da şaşırttı. Biz kendimizi sorguluyoruz. Kendi öz eleştirimizi yapıyoruz. Aynı sorgulamayı, aynı öz eleştiriyi artık muhalefetin de medyanın da üniversitelerimizin, sivil toplum kuruluşlarımızın da yapmasını bekliyoruz. 12 Eylül halk oylaması ile Türkiye yeni bir sayfa açtı. Bu yeni sayfanın diyalog ile istişare ile iş birliği ile doldurulması gerektiğine inanıyoruz. Bu noktada hiçbir kompleksimiz, hiçbir çekincemiz, hiçbir ön kabulümüz yok. Demokrasi içinde her sorunu çözebilir, her engeli aşabilir, Türkiye'yi inanın bugün olduğundan çok daha ileri seviyelere taşıyabiliriz. '' Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, üniversitelerin, özgür düşüncenin, özgün düşüncenin yeşermesi gereken ortamlar olduğunu, bu zemini hazırlamanın da kendi görev ve sorumluluklarından biri olduğunu ifade ederek, ''Bu ülkenin gençleri ne kadar özgür bir ortamda yetişirse, öz güveni ne kadar yüksek, ülkesine olan aidiyeti ne kadar sağlam olursa; inanıyorum ki Türkiye'nin geleceği de o kadar aydınlık, o kadar güçlü olacaktır'' dedi. Erdoğan, Marmara Üniversitesinin 2010-2011 akademik yılı açılış töreninde yaptığı konuşmada, yeni eğitim ve öğretim yılının üniversiteye, öğretim üyelerine, öğrencilere ve tüm üniversite camiasına hayırlı olması dileğinde bulundu. Bugün, bir kez daha, mezun olduğu üniversitenin yeni eğitim ve öğretim dönemi açılışında bulunmanın heyecanını yaşadığını vurgulayan Erdoğan, bu vesileyle, emeği geçen hocalarına, üniversite çalışanlarına bir kez daha saygı ve şükranlarını ilettiğini kaydetti. Başbakan Erdoğan, ''Türkiye'nin en eski, en seçkin ve köklü üniversitelerinden biri olan Marmara Üniversitesinin bir mezunu olmaktan büyük onur duyduğumu ve bu payeyi hayatım boyunca gururla taşıyacağımı ifade etmek istiyorum'' dedi. Kendi neslinin, önceki nesillerin eğitimde yaşadığı imkansızlıkları, gelecek nesillerin de yaşamaması için her türlü imkanı seferber ettiklerini belirten Erdoğan, bunu bir sorumluluk olarak algıladıklarını ifade etti. Erdoğan, Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Gül'ün de konuşmasında değindiği gibi gerçekten, üniversiteyi, fiziki koşulları itibarıyla dağınık bir yapı içerisinde değil, çok daha derli toplu adeta bir kampüs anlayışı içerisinde görmenin, kendilerinin de ideali olduğunu dile getirerek, ''İnşallah iftihar edeceğimiz böyle bir proje olacaktır'' diye konuştu. Bazı göstergelere dikkat çekmek istediğini anlatan Erdoğan, 2002 yılında 7,5 milyar TL olan Milli Eğitim Bakanlığı bütçesini 2010 yılında yüzde 278 oranında bir artışla 28 milyar TL'nin üzerine çıkardıklarını ifade ederek, 2003-2009 yılları arasında toplam 7 bin 303 resmi ve özel okulu eğitim-öğretime kazandırdıklarını sööyledi. Başbakan Erdoğan, 150 bin yeni derslik inşa ederek eğitim ve öğretime büyük güç kattıklarını vurgulayarak, modern eğitim imkanlarını Türkiye'ye sunduklarını, Hakkari'den Edirne'ye kadar tüm yurtta, bilim ve teknoloji sınıfları kurduklarını dile getirdi. Bunları bizzat yerinde gezerek, görerek yaşadığına da dikati çeken Erdoğan, ''Patnos'a da, Erçiş'e de gittim gördüm. Yerinde bizzat yaşayarak... Çünkü, bu iş Ankara'da oturmakla olmuyor. Size birçok şeyi bürokrat söyler 'Şunu yaptık, bunu yaptık' diye. Düşersin yola, şöyle bir uğrayım dersin, bir bakarsın yerinde yeller esiyor'' şeklinde konuştu. Aynı dönemde yüksek öğretim bütçesini 2,5 milyar TL'den yaklaşık 9,5 milyar TL'ye çıkardıklarını, üniversitelerde araştırma, geliştirme faaliyetleri için ayrılan bütçeyi 5 katına yükselttiklerini kaydeden Erdoğan, bu arada 49'u devlet, 29'u vakıf üniversitesi olmak üzere 78 yeni üniversite kurduklarını ve 81 ilin tamamını üniversiteye kavuşturduklarını belirtti. Başbakan Erdoğan, yeni kurdukları 49 üniversiteye 100 binin üzerinde kadro ihdas ettiklerini, var olan ve yeni kurulan üniversitelere toplam 459 fakülte, 133 yüksekokul ile 211 enstitü ve 122 meslek yüksekokulu ilave edildiğini söyledi. -BESLENME YARDIMI VERİLİYOR- Erdoğan, akademisyen ihtiyacının karşılanması için başta ABD olmak üzere birçok ülkeye yüksek lisans ve doktora eğitimi yapmaları için öğrenciler gönderdiklerini anlattı. Üniversite öğrencilerinin daha iyi koşullarda eğitimlerine devam etmeleri için burs ve yurt imkanlarını da önemli ölçüde iyileştirdiklerine işaret eden Erdoğan, 2002 yılında sadece 45 TL olan kredi ve burs miktarını 2010 yılında 3,5 kat arttırarak 200 TL'ye çıkardıklarını, beslenme yardımı olarak da ayda 120 TL öğrencilere destek verdiklerini belirtti. Başbakan Erdoğan, bunun yanında yüksek lisans yapan öğrencilere 400, doktora öğrencilerine ise 600 TL ödediklerini ifade ederek, 2003 yılından bugüne kadar toplam 60 bin 854 yatak kapasiteli 148 adet yurt ve ek binayı yükseköğretimin hizmete sunduklarını vurguladı. Sadece İstanbul'da mevcut olan yurtlardaki yatak kapasitesini 11 bin 400'den 15 bin 512'ye yükselttiklerine dikkati çeken Erdoğan, 8 kişilik, 6 kişilik odaları, büyük oranda azalttıklarını, mastır, doktora öğrencileri için birer, yüksek lisan öğrencileri için azami 3'er kişilik odalara çevirdiklerini kaydetti. -BİZİM NESİL, BUHRANLI YILLAR YAŞADI- Türkiye genelinde hizmet veren yurtlardaki yatak sayısını 240 binin üzerine çıkardıklarını söyleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti: ''Biz, bundan sonra da yüksek öğretimin kalitesini artırmaya, gençliğimize destek olmaya devam edeceğiz. Üniversiteler, özgür düşüncenin, özgün düşüncenin yeşermesi gereken ortamlardır. Buna zemini hazırlamak bizim üzerimize düşen bir sorumluluktur, bir görevdir. Bu ülkenin gençleri ne kadar özgür bir ortamda yetişirse, öz güveni ne kadar yüksek, ülkesine olan aidiyeti ne kadar sağlam olursa, inanıyorum ki Türkiye'nin geleceği de o kadar aydınlık, o kadar güçlü olacaktır. Ben, ülkem adına, üniversitelerimiz adına, özellikle de gençlerimiz adına son derece umutluyum. Üniversitelerimizin, Türkiye'nin yeni konumuna ayak uyduracaklarına, hatta Türkiye'ye ışık tutan, öncülük yapan, yol açan bir konuma ulaşacaklarına bütün kalbimle inanıyorum.'' Marmara Üniversitesinde okuduğu yılların sadece kendisinin değil, kendi neslinin gençlik çağının Türkiye'nin en bunalımlı, en buhranlı yılları olduğuna vurgu yapan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''12 Eylül 1980 müdahalesi olduğunda ben okulumuzun sıralarında öğrenciydim. İnanın o karanlık günlerin acısını en çok üniversiteler, öğretim üyeleri ve öğrenciler yaşadı. Gençler, görünmez birtakım karanlık ellerin marifetiyle kutuplaştırıldı. Silahlarla demir çubuklarla neler çektiğimizi biliyoruz. Bunları yaşadık. Belki bunlar bizim için aydınlık yarınların o zaman bir vesilesiydi. İşin bu yanını da düşünmekte fayda var. Yüzlerce gencimiz, yüzlerce üniversite öğrencisi kampüslerin içinde, okul önlerinde, sokak aralarında maalesef hayatını kaybetti, en azından yaralandı. Aynı şekilde üniversitelerimizde görev yapan akademisyenlerimiz, bilim adamlarımız da o karanlık günlerin ceremesini yaşadılar, o dönemdeki şiddetin kurbanı oldular. Nice bilim adamımızın itibarı, onuru, akademik saygınlığı ayaklar altına alındı. Nice bilim adamımız fişlendi, haksız yere tahkikata, takibata, soruşturmaya, fiziksel ve psikolojik işkenceye uğradı. Müdahaleye karşı çıkan, demokratik bir tavır sergileyen, baskılara direnen onurlu bilim adamlarımız, tabir-i caizse 'akademik mahalle baskısına' maruz kaldılar. Bunlar yaşandı bizim ülkemizde. Bir kısmı görev yaptıkları üniversitelerden uzaklaştırıldılar, hatta yurt dışına çıkmak, birikimlerini, potansiyellerini yurt dışındaki üniversitelerde kullanmak zorunda kaldılar. -1402'YE KURBAN GİDENLER- Başbakan Erdoğan, ''Çok ağrıma gidiyor''diyerek sürdürdüğü konuşmasında, 1983 yılında 1402 sayılı yasanın ikinci maddesinin Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından değiştirildiğini ve bugün inanmakta ve anlamakta güçlük çektiği maddeleri hatırlattı. Maddeleri okuyan Erdoğan, şunları dedi: ''Genel güvenlik, asayiş veya kamu düzeni açısından çalışmaları sakıncalı görülen kamu personelinin işine son verilmesi, yerel yönetimde çalışanların görevden uzaklaştırılması veya işlerine son verilmesi, ilgili kurum ve organlarca derhal yerine getirilir.' Yani, o gün oradaki idareden sorumlu olan kişileri, 'Ben seni sakıncalı gördüm' dediği anda işi bitmiştir. Herhangi bir ispata, şuna buna gerek yok. Bu yasanın ardından, çoğu profesör olan yaklaşık 100 öğretim üyesinin işine son verildi. Binlerce öğretim üyesi, bu yasadan dolayı istifa etmek zorunda kaldı. Hatta bazı öğretim üyeleri, kendi iç dünyasının vicdanının, sesinin, kendi o ruh dünyasında mahkum olmasını, mahpus olmasını istemedi ve ayrıldılar. Aslında, bu bir isyanın neticesiydi. Ben bu tür hocalarımı da çok iyi tanıyorum, biliyorum.''
<< Önceki Haber 'Müdahil olmanın artık anlamı yok' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER