Sözün bittiği yer işte tam burası

Ekrem Dumanlı, 28 Şubat sürecinde yaşanan bir olaydan çıkarak sözün bittiği yeri yazdı.

Sözün bittiği yer <B>işte tam burası</B>

Hafta içinde gazetemiz, akla hayale sığmaz bir belge yayınladı. Genel yayın editörlerimizden Ali Akkuş'un yıllar sonra ulaştığı 'gizli' ibareli belge, 28 Şubat döneminde yargıya nasıl pervasızca baskı yapıldığını ortaya koyuyordu. 'Genelkurmay Başkanı namına' kaleme alınan yazıda, gazeteci Nazlı Ilıcak hakkında verilen takipsizlik kararına itiraz ediliyordu. Ne itiraz ama! 'Suç dosyası ile birlikte incelenmek ve gereği yapılmak üzere en yakın Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına gönderilmesi' isteniyor. Hem de 'rica ederim' cümlesiyle. Devlet prosedüründe 'rica' demek emir anlamına geliyor. Düşünebiliyor musunuz; bir gazeteci yazısı üzerine dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, savcıya resmen ve yazılı emir gönderiyor. Yıllar sonra bu gerçek ortaya çıktığında kıyametin kopması gerekmiyor mu? Bugünlerde 'basın özgürlüğü' üzerine mangalda kül bırakmayanlardan ateşli bir özgürlük yazısı beklemek çok mu naif bir dilek? Türkiye'de basına baskı yapılıyor diye dünyayı ayağa kaldırmak isteyenler, somut bilgi ve belge karşısında derin bir sessizliğe bürünüyor. Söz işte tam bu noktada tükeniyor... Peki ya 'yargı bağımsızlığı' üzerine her platformu Hyde Park'a çeviren zevat nerede? Hani yargı bağımsızdı, kimselerden emir almazdı? Apaçık bir belge çıkmış ortaya. Muhabirler Çevik Paşa'ya ulaşıp soruyorlar, 'Paşam bu nedir böyle?' diyorlar. Bir, konuşmak istemediğini söylüyor. Olabilir... Bu gazete herkesin savunma hakkına saygı duyuyor, 'Sizin hakkınızda bu tür iddialar var, ne dersiniz?' demeden haberi kaleme almıyor. Habere mevzu olan kişi(ler) bazen susma hakkını kullanıyor. Buna da saygı duymak lazım. Ancak, her fırsatta 'yargı bağımsızlığı' üzerine nutuk çekenler niçin susuyor? Ankara Barosu konuşmak istemiyor, İstanbul Barosu sessiz kalmayı tercih ediyor. En komik durumda kalan ise YARSAV adlı dernekvâri bir oluşum. Dernekvâri demem iki sebebe dayanıyor. Birincisi, hukuken YARSAV'ın nasıl bir oluşum olduğu şüpheli. İkincisi bu oluşum (özellikle başkanı) siyasî parti gibi faaliyet gösteriyor. Mesela nerede Ergenekon sanığı var; oraya damlıyor Başkan Eminağaoğlu. Kamuoyu merak etmez mi, sormaz mı bu durum karşısında: "Kardeşim madem bu kadar yargı bağımsızlığı konusunda hassassın, niye yazılı emirle mahkemeye emir verilmesi ve bunun ortaya çıkması karşısında dilini yutmuş gibi sessiz kalıyorsun?" Söylenecek söz kaldı mı? Bu şartlar altında hak, hukuk, adalet duygusu zedelenmez mi hiç? Bugün yeni bir belge daha yayınlıyoruz. Konu yine yargıya yapılan baskı. Çevik Paşa, bu sefer de başta Avukat Necati Ceylan olmak üzere haber ve yazı sorumluları' hakkında işlem yapılması gerektiğini yazılı olarak bildiriyor. 'Yasal işlem yapılmasını ve sonucundan Genelkurmay Başkanlığı'na bilgi verilmesini rica ederim.' diyor. Çevik Paşa, ne kadar da çok 'rica ederim' cümlesini kurmuş ve o yazılı emirlere 'Genelkurmay Başkanı namına' demiş. Peki, yargı ne yapmış o dönemde? 'Gerekli işlemler yapıldıktan sonra' Savcı Bey, yazılı bir bilgi vermiş ve 'takdir ve tasviplerinize arz olunur' demiş. Bakalım bu belgeye basın ve yargıdan nasıl tepkiler gelecek? Aslında uzun zamandan beri sözün bittiği yerde yaşıyor Türkiye. Acı gerçeklerle ilk defa bu kadar yüz yüze geliyor belki de. Eski Genelkurmay başkanlarından İsmail Hakkı Karadayı'nın bazı konuşmaları internet paylaşım sitelerine düşüyor. Bir siyasî iktidarı nasıl yıktıklarını anlatıyor Paşa. Bir başka lidere 'iktidarı altın tepsi içinde verdiklerini' naklediyor. 27 Mayıs darbesi öncesinde gözaltına alınan eylemcileri kışlada yedirip içirdiklerini, sonra da arka kapıdan serbest bıraktıklarını ballandıra ballandıra tahkiye ediyor. Daha neler neler anlatıyor emekli Paşa. O konuşmalarda adı geçen siyasîler (Mesut Yılmaz gibi, Tansu Çiller gibi, Necmettin Erbakan gibi) onca hakarete maruz kalmalarına rağmen susuyor. Demirel, 'N'olmuş yani, on yıl önce söylemişse söylemiş' gibi laflar ediyor. Bu sözler sayesinde kamuoyu 'şapkamı alır giderim' vecizesinin gerçekte ne anlama geldiğini daha iyi idrak ediyor. Ancak demokrasiye inanan herkesin damarındaki kan donuyor... Kambersiz düğün olur mu? Hazır etraf toz dumana bürünmüşken Ergenekon davasından 7 ay tutuklu kalıp sonra yaşlı ve hasta olması göz önüne alınarak serbest bırakılan emekli Orgeneral Hurşit Tolon devreye giriyor birkaç gün önce. Meğer o da esip yağarken kaydedilmiş. Genelkurmay'a 'mıy mıy' deyip yükleniyor, savcıya 'Sen kimsin lan?' demekten çekinmiyor, İstanbul başsavcısına 'Çağıracaksınız, gel buraya diyeceksin' demekten kendini alamıyor... Yargı bağımsızlığından Ergenekon sanıklarının anladığı bu demek? Olur mu olur! Çevik Paşa'nın yıllar sonra gün yüzüne çıkan yazılı emirleri ve yargının buna boyun eğmesi ortadayken 'Haydi canım sen de! Yargı bağımsızdır bu ülkede' diyebilir misiniz? Anlaşılan o ki; bu meseleyi de yine bu millet çözecek. Çünkü belli tahakkümler altına giren ve bir bakıma suç ortağı durumuna düşen medyadan çoğulcu bir demokrasi talebi çıkmayacak. Yargı adına ahkâm kesenlerden bir kısmı da yargıda keyfîliğin ve derebeyliklerinin devamını istiyor; başka bir şey değil. Geriye bu milletin sağduyusu kalıyor. O sağduyu medyayı da zorlayacak, siyaseti de. Bir yandan sivil toplum kuruluşları demokratik haklarını sonuna kadar savunacak, hakkın, adaletin yanında yerini alacak. Diğer yandan birey de daha demokratik, daha özgürlükçü bir toplum talebinde bulunacak. Aksi takdirde söylenen her söz boş. Zaten bu pervasız çifte standart karşısında söylenecek bir şey de kalmadı... Gel de savun savunabilirsen! Hafta içinde önemli bir gelişme yaşandı. Daha önce Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp serbest bırakılan Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay yeniden gözaltına alındı, sorgulandı, mahkeme tarafından tutuklandı. Gönül ister ki, bir gazetenin Ankara temsilcisi tutuklandığında bütün basın yekvücut olsun ve basın özgürlüğü çerçevesinde duruma itiraz etsin. Olmuyor! Olması da mümkün değil. Malum gazetenin başı da, ayağı da yıllardır cuntacılık ile suçlanıyor. Daha önce bu gazetede genel yayın yönetmenliği yapmış Hasan Cemal, cuntalara nasıl destek verildiğini 'Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım' adıyla kitaplaştırmıştı da herkesin tüyleri diken diken olmuştu. Aradan geçen onca zamana rağmen Ergenekon davasında gazetenin başyazarı İlhan Selçuk malum suçtan yine yargılanıyor. Cumartesi günü Vakit 'Cumhuriyet'te 6 Ergenekoncu' diye başlık atmıştı. Her neyse... Balbay'ı kimse savunamıyor. Sebebi çok. Mesela Ergenekon zanlısı eski Jandarma İstihbarat Başkanı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'le özel görüşmeler yapmış ve Ersöz bunları kaydetmiş. Balbay, orada meslektaşları hakkında şık olmayan laflar söylüyor, adeta onları gammazlıyor. Bazı gazete haberlerine göre Balbay'ın bilgisayarında komşu ülkelerle ilgili çok gizli belgelere rastlanıyor. İzahı zor. O kadar zor ki sükût etmekten başka çare bırakmıyor insana...
<< Önceki Haber Sözün bittiği yer işte tam burası Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER