Yavuz'a beş asır sonra gelen aklama

Bir şehir efsanesi daha son buldu.

Yavuz'a beş asır sonra gelen aklama

Prof. Dr. Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim'in herhangi bir alevi katliamı yapmadığını kaynaklara dayanarak ortaya koydu. Feridun Emecen yeni çıkan Yavuz Sultan Selim kitabında Yavuz hakkındaki ezberleri bozuyor. “Alevi katliamı” iddiasının yanlışlığını, dönemin kaynakları ve arşiv belgelerine dayanarak ortaya koyuyor. Tarih Profesörü Alevi Katliamı İddiasına Son Noktayı Koydu Yıllarca Yavuz Sultan Selim'in Doğu'da 40.000 Alevi'yi katlettiği, sistemli bir soykırım uygulattığı gibi ifadelere yer verilir ve bu hatalı bilgiler eserden esere nakledilirdi. Osmanlı Klasik Çağı'nın ülkemizde sayılı uzmanlarından biri olan İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Feridun Emecen, asırlardır tarihî bir gerçek gibi aktarılan “katliam” konusuna son noktayı koydu. Emecen, ajansımıza yaptığı açıklamada “Öncelikle tarihten birtakım rivayetler bularak bu bilgileri tarihî serinkanlılıktan âzade olarak ortaya atıp toplumlar arasında düşmanlık tohumları ekilmesini, ayrışmaya gidilmesini son derece yanlış ve tehlikeli bulduğumu belirtmek isterim. Bu tür iddialardan sosyal ve siyasi menfaatler beklemek son derece yanlıştır. Bu sadece husumeti körüklemekten ve karşılıklı boş suçlamalarla içtimai ahengi bozmaktan başka bir işe yaramaz.” dedi. Alevi Katliamı İddiasının Hakikat Payı Bulunmuyor Emecen, yeni yayımlanan Yavuz Sultan Selim kitabının asıl konusunun Yavuz'un düşünce dünyası ve saltanat yılları iken “Alevi katliamı” konusuna bir başlık açmayı düşündüğünü ve tarihi hakikatleri irdelemeye çalıştığını belirtiyor: “Bu konuda şüphelerimi ortaya koydum. Bu rivayetin nasıl doğduğu, nereden çıktığı üzerine araştırmalar yaptım. Bir defa öncelikle Osmanlı arşiv belgelerinde böyle bir katliama rastlamadığımı belirtmeliyim. Belgelerde sadece Safevi yanlısı propoganda yapan ajan ve bu harekete sempati duyup yaygınlaştıran bazı tarikat dervişlerinin takibi, ayrıca yine bu hareketi gizlice destekleyen timarlı sipahilerin tesbiti ile ilgili kayıtlar var.” Savaş Arifesinde Anadolu'da Alevi Katliamı Yok “16. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış Osmanlı tarihlerinde teftişler sonucu 40.000 kişinin tespit edildiği bunların imha edildikleri veya sürgüne gönderildiklerine dair bir bilgi bulunur. Bu bilgi zamanla Anadolu'da yapılan bu teftişler sonucu “40.000 Alevi'nin Yavuz Sultan Selim tarafından katledildiği” şeklinde nerdeyse tartışılmaz bir kabule dönüşmüştür. Bugün bu hatalı bilgi, sosyal ve siyasi vesilelerle sık sık tekrarlanan bir ‘paradigma' haline gelmiştir. Bu bilginin yer aldığı kaynakların tahliline ve aslında meselenin nasıl anlaşılması gerektiğine bakmak gerekir. ‘40.000 Alevi'nin Yavuz tarafından katledildiği'ne dair herhangi bir bilgi, dönemin kaynakları olan Selimnâme literatüründe biri dışında geçmez. Üstelik Şah İsmail'in de İran'a hakim olduğunda büyük bir Sünni temizliğine gittiği yine devrin kaynaklarında yer alır. Safevi/İran kaynaklarında ve bazı Batılı çağdaş kaynaklarda bunun için yine 40.000/50.000 Sünni'nin katledildiği belirtilir. Bütün bunlar her iki tarafın kaynaklarının abartmasıdır, gerçek rakamları göstermeyip çokluk ifade eder.” Bir Hatalı Bilgi Asırlar Sürecek Bir İddiaya Dönüştü Feridun Emecen, Alevi katliamı iddiasının nasıl doğduğunu şu şekilde özetliyor: “Bu konudan bahseden ilk kaynak, İdris-i Bitlisi'nin Selimşahnâme adlı kitabıdır. I. Selim'in yanında bulunmuş ve önemli hizmetler görmüş olan İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim dönemiyle ilgili bilgileri toplamış, fakat ölünce, yazdıklarını temize çekme ve düzenleme imkânı bulamamıştır. Daha sonra oğlu Ebulfazl Mehmed Çelebi, babasının notlarını düzenleyerek ve kendi edindiği bilgilerle de eklemeler yaparak Selimşahnâme adlı eseri tamamlamıştır. İşte bu eserde, Çaldıran Seferi öncesinde I. Selim'in ‘Kızılbaş taifesinin kökünü kazımak için' memleketteki idarecilere bir emir yolladığına dair iddia yer alır. O yazara göre bu emre dayanarak “katliam” yapılmıştır. Bu bilgi daha sonraki tarihçiler tarafından okunmuş ve Osmanlı tarihleri bu bilgileri esas alarak bir yanlışın daha da yayılmasına yol açmışlardır. Kaynaklara Tenkitli Yaklaşmak Gerek Emecen; tarihin, kaynaklar olmadan belge ve bilgilere dayanmadan yazılamayacağını vurgularken bir yandan da kaynaklara mukayese ederek ve şüpheci yaklaşmak gerektiğini vurguluyor: “Eski kaynaklarda yazan her şeyi doğru kabul eden ve şüpheci yaklaşmayan günümüzdeki çalışmalara da bu hata maalesef yansımış durumda. Zaten Yavuz hakkında yazılan kitapların neredeyse tamamı dördüncü, beşinci dereceden kaynaklardan yazıldığı için Yavuz çok meşhur aynı zamanda çok meçhul bir padişah olarak kaldı.” Bir Karışıklık, Ciddi Bir Tarihi Hataya Dönüştü “İdris-i Bitlisi'nin iddia ettiği teftişe dair herhangi bir arşiv belgesi veya o dönemde yazılmış bir kitabî kaynak mevcut değildir. Mesele -çok büyük ihtimal- Yavuz'un kardeşi Ahmed ile mücadelesi sırasında ona ve Kızılbaş olduğu belirtilen yeğeni Murad'a katılanların tesbiti için çeşitli bölgelere yollanan emirlerden kaynaklanmıştır. Nitekim 1513 yılı başında Şehzade Ahmed ve oğullarına taraftar olanların isimleri, Şehzade Murad'ın yanına giden şahısların (muhtemelen timarlı sipahilerin) adları verilmiştir. Tesbit edilen kişi sayısı 70 civarındadır. Bunun dışında bu hususla ilgili herhangi bir belgeye rastlanmamaktadır. Geç tarihli kaynaklarda bu bilgilerin abartılarak nakledilmesinde aslında Safevi ve Osmanlılar arasındaki siyasi-dinî çekişme yatmaktadır. Sünni inancı bütünüyle ortaya çıkaran 16. yüzyılın tarihçileri bir ölçüde karşı tarafa gözdağı verme, yandaşlarına da iftihar vesilesi veya dinî inanca ne kadar bağlı olunduğunu kuvvetle vurgulama amacıyla bu gibi bilgileri daha da abartarak kullanmışlardır. Meselenin Aslı Şah İsmail'in mektuplarıyla yakalanan Safevi halifeleri, bunların Anadolu'nun çeşitli yerlerinde temas kurdukları tarikat şeyhlerinin bazıları ve âsi elebaşları Osmanlı devlet sisteminin bozulmaması için şiddet uygulanarak katledilmiştir, fakat bunun sistemli bir “Kızılbaş temizliğine” dönüştüğünü söylemek doğru değildir. Yavuz Alevi Katliamı Yapmadı Alevilerden Destek Aldı Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim'in şehzadeliği esnasında babasıyla yaptığı mücadelede Alevilerden destek aldığını vurguluyor: “Babasıyla mücadele eden Yavuz'un faaliyetlerini anlatan iki resmi raporun birinde şehzadenin Kili'de olduğu bildirilirken ikincisinde yanındaki adamlar hakkında bilgi verilir. Bu rapordaki bilgiler Şehzade Selim'in Kefe'de iken Rumeli yakasında onun çağrısına uyup yanına gelen Alevi temayüllü Dobrucalı Türklerden bahsetmektedir. Yavuz'un bütün düşüncesi devletin ictimai ahengini tehdit eden ve asıl gücü Anadolu'daki Türkmen boylarına dayandırmaya çalışan bunun için de onlara kendi dini anlayışlarıyla seslenen Şah İsmail ve yandaşlarını bertaraf etmektir. Bu çabasında Alevi temayüllü gruplardan destek görmüş olması son derece ilginç bir hadisedir. Burada hemen “Alevi” tabirinin o döneme ait Osmanlı belge ve kaynaklarında geçmediğini de belirtmeliyim. Tarih Romanlardan Öğrenilmez Prof. Dr. Feridun Emecen'in Yavuz Sultan Selim kitabı, faydalandığı birinci elden kaynakları, Osmanlı, Memlük, Venedik, Safevi arşiv belgeleri ile ülkemizde Yavuz hakkında yapılmış ciddi bir bilimsel çalışma olarak kabul ediliyor. Feridun Emecen, tarihî romanların kamuoyunda çok rağbet görmesinin tarihe olan ilgi dolayısıyla sevindirici olduğunu belirtirken; tarihin romanlardan öğrenilmesinin sakıncalarına da dikkat çekiyor: “Tarihi romanların çıkması güzel, ama bu romanlarda tarih zemininin kaybedilmemesi gerekiyor. Mutlaka tarihî gerçekler üzerine roman kurgusu yapılmalı. Yavuz hakkında yazılmış romanların çoğunda üçüncü dördüncü elden kaynaklardan alınma bilgiler tamamen doğru olduğu kabul edilerek yazılıyor. Gençlerin tarihi böyle öğrenmeleri çok doğru değil.” Yavuz Küpe Takar mıydı? Feridun Emecen, bir resimden hareketle Yavuz'un küpe takmasına dair pek çok rivayet üretildiğini bu konuda yıllardır çok şey söylenmesine rağmen pek bir değişiklik olmadığına vurgu yapıyor: “O meşhur küpeli resmin kimi gösterdiği bile net değil. Yavuz'un küpe taktığına dair dönemin kaynaklarında hiçbir bilgi bulunmaz. Kendi çağında çizilmiş minyatürlerinin hiçbirinde –ki o minyatürlerin çoğuna kitapta yer verdik- küpe gözükmez. Artık Yavuz hakkında yazılmış hemen hemen her kitapta tekrarlanan bu hatalı resim başta ders kitapları olmak üzere değiştirilmeli. Yavuz'un onca minyatürü var, onlar kullanılmalı.” diyor. Küpeli Resmin Hikâyesi “Bu küpeli resmin dayanağı muhtemelen 1530'larda çıkan Avrupa'da hazırlanan bir madalyona dayanıyor. Batılılar Osmanlıları Arap olarak tahayyül etmiş ve Mağribî tiplerle resmetmişler. Sonraki yıllarda neden bu resim hem Yavuz'a hem de Yavuz'a benzediği bilinen Şah İsmail'e nispet edilmiş, anlaşılmaz. Ancak Şah İsmail'i gösteren minyatürlerin de hiçbirinde kulağında küpe görmedim.” Doğumunun 540. Senesinde Hakkıyla Tanınacak Kitabı yayımlayan Yitik Hazine Yayınlarının yetkilileri “Bu eserle Yavuz Sultan Selim, doğumunun 540. senesinde hakkıyla tanınmış ve yâd edilmiş olacaktır diye düşünüyoruz.” şeklinde görüş bildirdi. Yavuz Sultan Selim'in şehzadeliğinden vefatına kadar bütün hayatını akıcı ve heyecanlı bir üslupla kaleme alan eserde Osmanlı'nın en meşhur padişahı; devlet felsefesi, orduya hâkim olma sırları, savaşlarda kullandığı akıl almaz taktikleri, askerî dehasıyla anlatılırken bir yandan da ruh ve düşünce dünyasına yer veriliyor. Osmanlı'nın en sert bir o kadar da en entelektüel padişahının kitapseverlik boyutu, şiirleri, ileri görüşlülüğü gözler önüne seriliyor. Döneminde çizilmiş 32 minyatür eserin en sonunda renkli olarak yer bularak gerçek Yavuz imajı gösterilmiş. Mısır Seferi’yle Alakalı Pek Bilinmeyen Bir Gerçek: Yavuz’un Hedefinde Haremeyn’i Tehdit Eden Portekizliler de Vardı Yavuz Sultan Selim’in Memlükler üzerine sefer düzenleyerek Türk ve Müslüman bir devletle savaşması yıllardır çeşitli kitaplarda eleştirilir. Padişah Müslüman kanı dökmekle, sırf toprak kazanma hırsı yüzünden cana kıymakla suçlanır. Prof. Dr. Feridun M. Emecen’in kaleme aldığı Yitik Hazine Yayınları tarafından piyasaya sunulan Yavuz Sultan Selim kitabında bu söylem bir anlamda bozuluyor. Emecen, Osmanlı Memlük ilişkilerinin Fatih Sultan Mehmed devrine kadar dayandırarak ilişkinin gelişim sürecini şu şekilde özetliyor: “Fatih devrinde baş gösteren gerilimin ardından II. Bayezid döneminde Ramazanoğulları ile Dulkadıroğulları beylikleri yüzünden, iki devlet karşı karşıya geldi, yapılan antlaşmaya rağmen çekişme bitmedi. Bununla beraber İslâm’ın mukaddes yerlerine (Haremeyn) yönelik Portekiz tehdidi karşısında Memlüklerin yardım talepleri, aradaki bütün çekişmeleri bir tarafa bırakan II. Bayezid tarafından dinî bir heyecanla kabul edildi”. Portekiz Tehdidine Karşı Yavuz Kurtarıcı Olmaya Mecburdu Mısır Seferi’nin temel sebebi olarak Yavuz’un “toprak açgözlülüğü”, “halife olmak istemesi” gibi konuların gösterilmesinin tarihî gerçeklerle bağdaşmayacağını belirten Feridun Emecen, “Mısır, hiç şüphesiz belki de Fâtih Sultan Mehmed’den bu yana Osmanlı padişahlarının dikkatini çeken bir yerdi. Bilhassa her üç semavi dinin kutsal yerlerinin bulunduğu coğrafyaya hâkim olan Memlükler, kendilerini Haremeyn’in koruyucusu ve hizmetkârı olarak bütün İslam dünyasına kabul ettirmişti. Ancak o dönemde Afrika’nın güneyinden dolaşarak Hindistan’a ulaşan ve Kızıldeniz, Arap yarımadası ve Basra körfezinde etkili askeri harekatlara girişen Portekizliler, İslam’ın mukaddes mekânlarını da tarihte hiç olmadığı kadar büyük bir Hıristiyan tehdidine maruz bıraktı. Portekizliler, Kızıldeniz ve Basra Körfezini kapatıp Baharat Yolu’nun güzergâhına hâkim olarak bir yandan da Mısır’ı ekonomik olarak zayıflattı. Memlükler, bu Portekiz tehdidi karşısında çok zorlanmaktaydı. Bütün bu durum Osmanlıları ve Yavuz’u mecburi bir kurtarıcı olarak öne çıkarmıştır, çünkü Suriye, Mekke-Medine ve Mısır’ın ileri gelen uleması Osmanlılardan medet umar hale gelmişti.” Osmanlılar Portekiz Tehlikesini Bitirdi Feridun Emecen, Mısır Seferi’nin başarıya ulaşmasının ardından Mekke üzerindeki Portekiz tehlikesinin tamamen bittiğini, Mekke şerifinin bile dağlara kaçtığı bir zamanda Nisan 1517’de bölgeye ulaşan Selman Reis’in Portekiz tehdidini sona erdirdiğini anlatıyor. Emecen, “Selman Reis’in padişaha gönderdiği mektubu, Portekiz gemilerinin Cidde dolayındaki faaliyetlerini rapor ederken, aynı zamanda Mekke Şerifi Berekat’ın yaptığı yardımlardan da övgüyle söz ediyordu. Yavuz Sultan Selim bundan çok hoşnut oldu.” diyor. Yavuz Mısır’da Neden Sekiz Ay Kaldı Yavuz Sultan Selim kitabıyla Yavuz hakkında yapılan pek çok hatalı bilgiyi düzeltirken biryandan da yeni bilgiler veren Feridun Emecen; padişahın sanılanın aksine savaş yapar yapmaz İstanbul’a geri dönmediğini anlatırken sözlerini şöyle sürdürdü: “Sultan Selim, Kahire’de sekiz aya yakın bir süre ikamet etti. Hiç şüphe yok ki bu kadar uzun süre bölgede kalması memlekette kalıcı bir idare sağlamak isteğindendi. Özellikle güvenliğe çok önem veren bir padişahtı. Portekizlilerin Kızıldeniz’e ve mukaddes topraklar üzerine yönelik tehditleri, padişahı yeni askerî tedbirler almaya teşvik etti. Bu gibi mühim işlerin yapılması ise ancak padişahın buradaki varlığıyla sağlanabilirdi.” Padişahın Titizliği Bir Türküyü Doğurdu Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim’in devlet idare anlayışının bir türkünün doğmasını sağladığının şöyle anlatıyor: “Yavuz Sultan Selim, devlet idaresinde son derece titiz bir hükümdardı. Her işi kendi eliyle planlamak, yapılanları bizzat görmek, böylece kazandığı zaferin emin ellerde taçlanmasına şahit olmak ve sonra da gönül rahatlığıyla payitahtına dönmek arzusundaydı. Neredeyse her devlet meselesini kendi kontrolü altında yürüten padişah, Kahire’de kalmaya devam ediyor, ancak asker artık geri dönmek istiyordu. Padişahın hiddeti de meşhur olduğu için bu konuyu kimse huzuruna çıkıp da anlatamamıştı. Padişahın çok saygı gösterdiği Kazasker ve daha sonra şeyhülislamlık makamına yükselecek olan Tarihçi Kemalpaşazâde bu isteği yerine getirirse Yavuz’un kabul edeceği düşünülmüş, vaziyet kendisine anlatılmış. Kemalpaşazâde de padişahın uygun bir anında huzura çıkarak askerin türkü yakacak kadar sıla hasreti çektiğinden dem vurmuştur. Aslında bizzat Kemalpaşazade’ye ait olan bu türkünün sözleri ‘Nemiz kaldı bizim mülk-i Arab’ta/ Nice bir dururuz Şam u Halep’te/ Cihan halkı kamu iyş ü tarebde/ Gel gel ahi gidelim Rum illerine’ şeklindedir. Padişah ile Kemalpaşazade arasında bir espri konusu da olan bu türkünün, askerin hislerine tercüman olduğu açıktır. Bu gibi çabaların dönüşü hızlandırdığı kaynaklarda belirtilir”.
<< Önceki Haber Yavuz'a beş asır sonra gelen aklama Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER