Takkeniz düştü keliniz sırıtıyor!


Son operasyonda gözaltına alınan gazetecilerle dayanışma için Taksim’de toplanıldığı gün ben Bakırköy adliyesinde bir duruşmadaydım. Bakırköy 8. Sulh Ceza Mahkemesi’nde. Suçum, 32. Gün programında PKK-Ergenekon bağlantısı üzerine yaptığım bir yorumda Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in de adını anmış olmamdı. Hepi topu bir cümlelik bir analizdi benimkisi. O tek cümlelik analizde her ikisinin de adı bir kez geçmekteydi. Başkalarını yargıya gitmekle suçlayan o insanlar mahkemeye koştu. Haklarıdır, gidebilirler. Ama o zaman “basın özgürlüğü” veya “ifade özgürlüğü” gibi söylemleri dillerine pelesenk etmeleri niye? Kendileri herkes hakkında her şeyi söyleyecek, pervasızca konuşacak, gerektiğinde tezvirattan bile kaçınmayacak, başkalarının soy-sop ve kökeni hakkında konuşarak bir tür nefret suçu anlamına gelebilecek yayınlar yapacak, bu durumda onlara dokunan birileri çıktı mı, nerede “basın özgürlüğü” veya “ifade özgürlüğü” diye vaveylayı kopartacaklar... Ama eleştirinin ucu bir biçimde kendilerine dokundu mu soluğu mahkemede alacaklar... İlkesellik ve samimiyet bunun neresinde? Mahkemelerde haklarında açılmış davalarla boğuşan, dahası ölüm tehditleri ve tertiplerine maruz kalan çok sayıda gazeteci arkadaşlarımız var. İsim mi istiyorsunuz? Alın size bir kaç isim: Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan, Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, Taraf’tan Mehmet Baransu. Kendim yakınlarda bir suikast girişiminden kurtuldum. Ölüm tehditleri ise gırla... Merak edenler en son PKK’nın tetikçi birimi olarak bilinen TAK’ın internet sitesindeki açıklamaya bakabilir. Uğraştığım davalar da cabası... Peki o Taksim’de toplanıp kalemlerini kıran, ağızlarına bant çeken gazeteci-yazar milletinden kaçta kaçı adını andığım meslektaşları için tepki koydular? O mangalda kül bırakmayan meslek teşekkülleri ne tür tepkiler koydu? Arayıp bir geçmiş olsun dileğinde bile bulunmayan, köşelerinde tek satır olsun değinmeyen insanların “basın özgürlüğü” bahsinde konuşmalarına, hele fırsatı ganimet bilerek militan siyasetçiler gibi AK Parti karşıtlığı yapmalarına bilmem ki ne demeli! Mübarekler sanki siyaset yapmak için meydanlara doluşmuş. “AK Parti medyadan elini çek!” diye dövizler taşıyor, sloganlar atıyorlar. Malum güçlerin gençlik unsurları ise Ankara’da AK Parti binasını işgal ediyor, Kadıköy’de AK Parti binasına saldırıyorlar. Nedim Şener’lerin gözaltına alınması olayını kurnaz ve bilinçli bir yöntemle AK Parti’nin üstüne yıkarak siyasi sonuçlar devşirmeye çalışıyorlar. Bu mudur gazetecilik? Bu mudur “basın özgürlüğü” savunusu? Taksim’de toplananların tümünü kastetmiyorum, çünkü içlerinde demokratlıklarından asla kuşku duymadığım bir kaç tanıdığım da var. Diyeceğim o ki, bu tür protestolar iyi kotarılmış bir tertipten ibaret. Cumhuriyet mitingleri benzeri bir tertip. Nedim Şener’ler bahane. “Basın özgürlüğü” gibi sloganlar çokları için birer bahane. Daha açık söyleyeyim: Bu protesto gösterileri, buram buram psikolojik harekat kokuyor. 28 Şubat sürecinde üstüne düşeni yapan kışla medyası mensupları bugün de rolünü başka bir kılıfla sürdürmeye çalışıyor. “Basın özgürlüğü”nü samimiyetle savunuyorlarsa biz nereye düşüyoruz peki? “İfade özgürlüğü”nü herkes için koşulsuz savunuyorlarsa mahkemelerde boğuştuğumuz davalar için niçin seslerini çıkarmazlar bu çevreler? Kimse kimseyi kandırmasın. Oktay Ekşi bana yönelik suikast girişimini Soner Yalçın ve arkadaşlarına yapılanları perdelemek amacıyla imal edilmiş bir mizansen olarak yorumlamaktan kaçınmıyorsa, Mehmet Tezkan “Mehmet Metiner’i bir terör örgütü tehdit ediyor, bize görev düşmez” demekten utanmıyorsa, soruyorum, bu ne nenem bir “basın özgürlüğü” veya “yaşam özgürlüğü” savunusudur? Devletten gelince Tezkan’lara görev düşüyor, ama terör örgütlerinden gelince düşmüyor, öyle mi? Bir terörist tarafından yaşamına son verilen rahmetli Abdi İpekçi mezarından kalksa da sana bir çift laf etse keşke! Takkeniz çoktan düştü. Keliniz sırıtıyor!
<< Önceki Haber Takkeniz düştü keliniz sırıtıyor! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER