YouTube, Google ve de Digiturk; kim haklı, kim haksız!


Aslında Blogspot'un kapatılması epeydir konuşuluyordu. Beklenen de oldu ve geçtiğimiz hafta dünyanın en büyük etiket' title='blog haberleri'>blog platformlarından blogspot.com, Digiturk'ün "telif ödenmeden kullandığı içeriklere" ilişkin açtığı dava sonucu kapatıldı. Elbette konu özgür ruhların dolaştığı bloglar olunca haber de patladı. İlk hamle Digiturk'ten geldi; "Yayın hakları bizde olan maçlar bazı internet siteleri tarafından kanunlar hiçe sayılarak yayınlanmakta. İçerik ve yer sağlayıcılar defalarca uyarılmasına rağmen internetten illegal yayın yapılmasına son verilmedi. Son çare olarak yüce Türk mahkemelerine başvurduk ve sitelerin verdiği zararın durdurulmasını talep ettik. Mahkeme bu sitelere erişimin engellenmesi kararı verdi. Bu kararla birlikte Blogspot'taki bazı bloglara erişimde problemler ortaya çıktı, bu problemlerin tek sorumlusu Google+' class='textetiket' title='Google haberleri'>Google ve Blogspot'tur." dendi. İkinci hamle bloggerlarındı; Digiturk'e 'Bloguma Dokunma' adlı bildiriyi yayınladılar ve "Korsan yayın yapanların zaten teknik bilgileri yüksek olduğundan yeni yöntemlerle yasağı deldiler ve hiç etkilenmediler." dediler. Haklıydılar. Digiturk Genel Müdürü Ertan Özerdem, sosyal medyanın baskısına dayanamadı ve bir ilki yaparak yanıtını televizyondan canlı olarak verdi. "Tek suçlu Google yönetimidir. Google'ın duyarsızlığı yüzünden mahkeme bu kararı aldı." dedi. Google altta kalmadı, "Google olarak telif hakkı ihlali iddialarını çok ciddiye alır ve telif ihlali konusunda bir yasal uyarı ulaştığında da içerikleri hızlı bir şekilde kaldırır." gibi yuvarlak bir yanıt verdi. Digiturk bu kez daha hızlı davrandı; "Digiturk bu konuda Google ile efektif bir işbirliğine hazırdır. Aksi takdirde maalesef, bu konu ile ilgili bütün yasal haklarımızı kullanmak konusunda ısrarlı olacağımızı kamuoyunun bilgisine sunarız." dedi. Yazıyı hazırlarken bir son dakika gelişmesi de İnternet Teknolojileri Derneği'nin alan adı temelli yasaklama yerine IP temelli topyekûn sansürü talep eden ve uygulayan kurumlar, yani bu olayda Digiturk hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduğu haberi düştü ekranıma. Bütün bunlardan sonra görünen o ki Digiturk kanun katında, bloggerlar ise toplum vicdanında haklıdır. Peki, ya Google! Biraz yakın online mecra tarihimizi hatırlayalım Uzun yıllar neden kapalı kaldığı pek de anlaşılmadan bir YouTube olayı yaşadık. Kimilerine göre Atatürk'e saldıran videolar vardı, kimilerine göre ise YouTube'un Google'ın ülkemizde bir muhatabı yoktu ve ciddi paralar kazanmasına rağmen bunun vergisini ödemiyordu. Hangisi doğru olursa olsun konu hem yurtiçinde hem de dışında gündemde öyle iyi tutuldu ki Türkiye dünyanın sansür uygulayan yasakçı ülkeleri arasında yerini aldı. Bu olayda da bir türlü "kim haklı" sorusunu netlikle yanıtlamak mümkün olmadı. Çünkü Google şimdiki gibi yine profesyonelce takındığı "cool" tavrıyla "ağır ağabeyi" iyi oynuyordu. Ancak Google'ın, daha doğrusu sahibi olduğu YouTube'un telif haklarını çiğnediği gerekçesiyle pek çok ülkede vukuatı var. Fransız Televizyon network'ü TF1, 2007 yılında YouTube'a 100 milyon Euro talebiyle dava açtı. Davanın gerekçesi YouTube'un televizyon programlarını yine korsan olarak yayınlamasıydı. Fransız gazetesi Le Point'a göre YouTube'dan videoların kaldırılması talep edilirken, 100 milyon Euro da istendi. 2008 yılında YouTube ve sahibi Google Inc'a İtalya Başbakanı Silvio Belusconi'ye ait televizyon şirketi Mediaset SpA tarafından dava açıldı. Nedeni usulsüz ve ticari amaçla video ve ses paylaşımı olan davada 500 milyon Euro talep edildi. İspanyol Telecinco kanalı da içeriklerini kullanıyor olmasından ötürü YouTube'a dava açtı. Dava 2008 yılında kanalın tazminata hak kazanmasıyla sonuçlandı. 2009 yılında YouTube'un başı bu kez Fransız Indie etiket/tag toplama grubu SPPF topluluğuyla derde girdi. Google'ın sahip olduğu site, izinsiz 100 videoyu barındırınca, 10 milyon Euro'luk davayla karşı karşıya kaldı. Mediaset'in sahip olduğu ve İspanya'nın en çok izlenen kanallarından olan Gestevision Telecinco SA da YouTube'u usulsüz içerik dağıtımından ve telif hakkı ihlalinden dava etti. İtalyan mahkemeleri MP3 korsanlarından 2,4 milyon Euro talep etti. İllegal müzik indirme sitesi kuran 54 kişiden altı yıllık telif hakkı ihlali nedeniyle 2,4 milyon Euro talep edildi. Digiturk-Google-Blogspot sürecini deşifre edersek İnternetin, bir medya ve bir mecra olarak önemine inananlardanım. Gerekçesi ne olursa olsun bloggerların yayınlarının kesintiye uğramasını da mecranın gelişimine olumsuz etkisi olacağını düşünüyorum. Çünkü birikimlerini bloglarında paylaşanlar, paylaşanlardan öğrenenler ve dahi bu işten para kazananlar var. Peki, bundan böyle süreç nasıl yönetilmeli? Kanımca Google'ın 300 milyon dolarını bu işe yatırmış bir kuruluşun yayınlarını "yasa dışı biçimde yayınlayanlara" dolaylı da olsa destek vermemesi ve acilen önlem alması, internet dünyasının olmazsa olmaz sistemi kabul edilen "uyar kaldır" sistemine diretmemesi, Henüz telif hakları netlikle belirlenmemiş dijital mecranın hukuksuzluk sistemine potansiyel oluşturmaması, Ortalık karışmışken yatıştırıcı ve sürecin kontrol altında olduğuna dair bir açıklama yapması gerekiyor. Çünkü bu tutumu bir süre sonra işi Digiturk özelinden çıkarıp her zaman olduğu gibi "yasakçı Türkiye" yaftasına neden olacak. Kaldı ki Google ülkemizde internet mecrasında yaratılan reklam pastasının yüzde 50'sini alıyor. Bu rakamın gelecek günlerde büyüyeceğini de zaten hepimiz biliyoruz. Google ileriye bakmalı ve ticari anlamda da daha akılcı davranmalı. Peki, dijital mecrada birlikte var olmak ve üretmek için biz ne yapılmalıyız? Bir kere meselenin özünü öğrenip hakkaniyetle davranmak gerek. Gerekiyorsa Digiturk'e, gerekiyorsa Google'a tepki gösterilmeli. Görüldüğü üzere yabancılar haklarını milyon Euro'luk davalarla korurken bizde hem Atatürk içeriğinde hem de şimdiki Blogspot meselesinde halkımız "güne uygun" olarak duygusal tepki veriyor. İşin özünü unutuyoruz. Oysaki İnternet Teknolojileri Derneği'nin de ifade ettiği gibi yasalara uymayan sitelerde "alan adı temelli yasaklama" iyi bir çözüm olabilir. Belki buna da gerek kalmadan Avrupa Birliği 2000/31 Elektronik Ticaret Direktifi ve USA Dijital Millennium CopyRight Acts'te de telif hakkı ihlalleriyle ilgili maddeler var, ancak temel kural "uyar kaldır" sistemine uymak. Bizde de yeterli olacaktır. Başka devletler uluslararası pazarda çokuluslu firmalarının ulusal haklarını korumak için ciddi çalışmalar yapıyorken, Digiturk özelinden yola çıkarak Dışişleri Bakanlığımız bu konuda bir girişimde bulunmalı. Digiturk de konuyu uluslararası hukuk platformlarına taşıyabilir, taşımalı da! Sosyal mecra deyip geçtiler koltuklarından oldular İnterneti ve onun getirdiklerini, yasaklamak hiç kimsenin hakkı ve isteği olamaz. Obama'nın seçilişinde, Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika'da başlayan sivil harekette sosyal medyanın inkar edilemez gücünü unutmamalıyız. Bırakın markaları, devletler de bundan böyle sosyal medyasız bir ülke yönetimini düşünemeyecekler. Ancak işin bir de teknik yanı var. Çözüm bilişim dünyasında yapılanları izleyip kullanmak yerine kendi yazılımını üretmekten geçiyor. Bilişim ithalatçı olduğumuz sürece bırakın Google'ı daha yaşamsal konularda da dışa bağımlılığımız devam edecek. İşte o zaman biz ne kadar konuşursak konuşalım "ağır ağabeyler cool tavırlarını" sürdürecekler. Gelelim şu Kuzey Afrika'daki e-devrim meselesine Bir kez daha uzun anlatmaya gerek yok! Deneyimler paylaşılıp da dayatılan yönetim biçiminin adilane olmadığını gördüğünüzde adına "sivil itaatsizlik" ya da "e-devrim" deyin bir hareket başlıyor. Yine Google araştırmalarıma göre Kuzey Afrika'daki hareketin gerisinde Sırbistan'da Miloseviç'i deviren Otpor gençlik hareketinin varlığı işaret ediliyor. (Otpor ile ilgili daha fazla bilgi için Ekşi Sözlük'e bakılabilir. ES, tüm görüşlere yer verdiğinden Otpor ile ilgili olarak kurallarla yazılmış olanlardan daha anlaşılır bir tanımlama yapmış.) Durum kısaca şu; son olaylar için kimileri diktatörler hak etti derken kimileri de emperyalistçe bir oyun olduğunu söylüyor. Kimileri ise "dışarıdan destekli" diye tanımlıyor. Ne olursa olsun hareket dijital mecranın gelişimiyle başladı ve büyüdü. Gazetemizin en çok okunan yazarlarından Ahmet Turan Alkan'ın geçtiğimiz günlerde yazdığı "Bir utanç hatırası" başlıklı yazısı, bireysel anlamda "manipüle edilmenin" ibret verici bir örneğini anlatıyor. Kim ne düşünürse düşünsün en masum haliyle Kuzey Afrika'da olanlar başka ülkelerde deneyimlenmişlerin paylaşılma halidir. Böyle bakınca da bundan böyle dijital dünya hiç kimse tarafından göz ardı edilemez. Bana gelince "e-devrim" meselesine de "sivil itaatsizliğe" de anlayışla bakanlardanım ama kimden gelirse gelsin manipüle edilmeye tahammülüm yok!
<< Önceki Haber YouTube, Google ve de Digiturk; kim haklı, kim haksız! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER