Türkiye'nin ayağını kaydıracak büyük tuzak


Türkiye son dönemde arka arkaya gelen dış politik krizlerle boğuşuyor. Sanki uluslararası bir “yalnızlaştırma“ ya da “çerçeveleme” politikası söz konusu. Gazze ve Mavi Marmara krizi, Akdeniz’de yaşanan doğalgaz arama krizi, Libya krizi, soykırımı inkâr yasası krizi, Rumlar’ın dönem başkanlığı krizi, Suriye krizi... Mavi Marmara baskınından sonra hızlanan bu süreç, Türkiye’nin “sert” ve “uzlaşmaz“ bir diplomasiyi tercih ettiği gibi algıya neden oluyor. Hiç kimse, Türkiye’nin bütün bu krizlerde hatalı taraf olduğunu iddia edemez. Ancak diplomasiye “Türkçe konuşmak“ diye geçen “sert ve gerilim yükseltici“ üslubu her defasında seçmek, Türkiye karşıtı oluşan cephenin elini güçlendiriyor. Fransa’nın kendi demokrasi ve devrim tarihi ile çelişen şekilde “soykırımı inkâr“ yasasını çıkardıktan sonra geri dönüp, “Türkiye’yi serinkanlı olmaya davet ediyoruz“ açıklaması bu tuzağın sonucu. Yeniden “sıfır sorun“ politikası ve “Annan Planı“ çıkışı tarzı ezber bozan hamlelere ihtiyaç var. Türkiye savruluyor mu? Diplomaside medcezirler bu şekilde artınca, Türkiye bir yönüyle başka savrulmalar da yaşamak zorunda kalıyor. Mesela, yıllarca İran ile kurmaya çalıştığı yakınlaşma, füze kalkanı ile yerle bir oldu. İran alt düzey isimlerin ağzından hem Türkiye’yi tehdit etmeye hem de terörle mücadelede destek vermemeye başladı. Bütün bu krizlerin Türkiye’nin yükselen gücünü törpülemeye yönelik olduğu bir gerçek. Bütün yollar bir yönüyle Şam’da kesişiyor. Nasıl mı? Şii Başbakan Maliki’nin baskıları nedeniyle Kuzey Irak’a sığınmak zorunda kalan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi, Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş’a önceki gün şöyle diyor: “İran Suriye’yi kaybedecekse eğer, Irak’ta kontrolü iyice eline almak istiyor. Kenarda izlemeyiz olanları diyorlar. Burada da bedel ödeyen Irak’taki Sünni Araplar olacak. Bu stratejiyi gizlemiyorlar. Açıkça Türkiye’ye de, Iraklılar’a da söylediler. Amerikalılar da biliyor. Suriye’deki kayıplarını Irak’ta telafi edecekler... Orta Doğu’da büyük oyuncu olmanız Irak halkına sahip çıkmanızı gerektiriyor.” Sarkozy’nin derdi Ermeniler değil Fransa’yı çok yakından takip eden Prof. Dr. Mehmet Emin Çağıran da dün gazetemizde yayınlanan röportajında, Seda Şimşek’e Fransa’nın tavrına dair şu çarpıcı değerlendirmelerde bulunuyor: “Fransa Kuzey Afrika’da hep etkili olmuş son yüzyıllarda, Libya’da da etkili olmak istiyor şimdi. En büyük rakibi Türkiye... Bir de dönemsel olarak önemli örneklerden birisi Suriye. Suriye, Fransa’nın birinci derece ilgilendiği ülkelerden. Burada da Fransa’nın en önemli rakibi yine Türkiye... Her ne kadar şimdi Suriye’de, Batı ile Türkiye birlikte hareket ediyormuş gibi görünüyorsa da, Libya’da olduğu gibi Esed sonrası için bir nüfuz savaşı yaşanacak.” Suriye aslında İsrail için de Türkiye karşıtı politikaların mihenk taşı. Esed gibi azınlığa dayalı zayıf bir liderliği, savaş halinde oldukları Suriye’de iktidar olarak tercih ediyorlar. Suriye’de kontrolleri dışında, halka dayalı ve Türkiye destekli güçlü bir yönetimin oluşmasından kaygı duyuyorlar. Bu nedenle de hem Türkiye’nin Orta Doğu’daki imajını zedeleyecek çıkışlar hem de zaman kazanmak istiyorlar. Suriye’de sivil katliamlarına ve akan kana bu nedenle sessiz kalıyorlar. Böylece Suriye’de Esed olmazsa bile kendilerine yakın bir yapı kurmaları mümkün olacak... Küresel oyuncu muyuz? Türkiye bu süreçte ne yapmalı? Her şeyden önce, siyasi ve diplomatik gerilimler bizim gibi yükselmekte olan ülkelerin uzak durmaları gereken bir husus. Öncelik, siyasi istikrar ve ekonomik büyümede olmalı. “Cazibe ülkesi” olarak “yumuşak güç” kabiliyetini geliştirmeli, kültürel açılımlarını ve küresel dostluk köprülerini güçlendirmeye devam etmeli. Her türlü sıcak çatışmadan uzak durmalı. Yeniden büyük bir cesaretle “ezber bozan” Türkiye’ye uluslararası alanda itibar kazandıran, barış yapıcı olarak öne çıkaran diplomasiye dönülmeli. Bu “Suriye halkına desteğimizi çekelim“ anlamına gelmiyor, aksine haklı desteğimizin, yeni düşmanlıklar üretmesini engelleyecek diplomatik ustalıklar gösterelim ve yeni cepheler açıp enerjimizi boşa harcamayalım... Atalarımız boşuna “Keskin sirke küpüne zarar” dememişler. AK Parti iktidarının ilk dönemlerinde, dünyanın da takdirini toplayan diplomatik hamleler başarıyla ortaya konulmuştu. Belki bu anlayışa geri dönülmeli. Bu da mevcut yetersizliklere rağmen “küresel oyuncu” gibi hareket ederek değil, hedefi küresel oyuncu olmak olan “yükselen güç” bilinciyle hareket ederek olur.
<< Önceki Haber Türkiye'nin ayağını kaydıracak büyük tuzak Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER