Yargıda büyük kriz: Yargıtay AYM'yi 'kaos oluşturmak' ile suçladı

AYM’nin ikinci Can Atalay kararına da direnen Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM’yi "juristokrasiyi andırır şekilde yorumla Anayasa hükümlerini uygulanamaz hale getirmekle" suçladı.

SHABER3.COM

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) TİP Hatay milletvekili Can Atalay’a ilişkin verdiği ikinci hak ihlali kararına da "uyulmamasına" hükmetti. Atalay'ın kesin hüküm giydiğini belirten Yargıtay, bu nedenle milletvekilliğinin düşürülmesi için kararın bir örneğinin TBMM’ye gönderilmesine karar verdi. Anayasa Mahkemesi'ne eleştirilerini sürdüren Yargıtay, kararında Pakistan’da İmran Han’ın AYM kararıyla görevden alınmasını anımsattı. AYM’nin Anayasal bir yetkisi olmamasına rağmen meşru Cumhurbaşkanının meşruiyetini dahi tartışmaya açabileceği savunuldu.

Kararın ayrıntılarında neler var?
DW Türkçe'nin haberine göre Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin 37 sayfalık kararının gerekçesinde, gelinen noktada Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa ve kanunlar ile çizilen görev ve yetki sınırlarını aşarak hukuk dışı kararlar vermek suretiyle kendisine belirsiz ve sınırsız bir misyon yüklediği savunuldu. AYM’nin "verdiği hukuk dışı kararlara uyulması konusunda Anayasa ve yasalarda bulunmayan ve hukuk literatüründe de yer almayan 'sadakat' kavramının arkasına sığındığı" belirtilen kararda, hukukun genel geçer bir ilkesi olan kesin hüküm kavramını görmezden geldiği savunuldu.

AYM'ye suçlama
Kararda, AYM’nin yüksek mahkemelerin temyiz incelemesinden geçerek kesinleşen kararlarını işin esasına girip, tekrardan ele alarak değerlendirdiği öne sürülürken, "AYM'nin bu uygulamalarının hukuk güvenliğini tehdit ettiği ve kaos oluşturduğu anlaşılmıştır" denildi. Can Atalay kararına "hukuku bir değer ile geçerlilik izafi edilemeyeceği" belirtilen kararda, "Bu nedenle Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında ortada uyulması gereken bir karar mevcut olmadığı" savunuldu.

AYM’nin kararında, Anayasa'nın 154. maddesi gereği adliye mahkemeleri tarafından verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciinin Yargıtay olduğuna dair Anayasal düzenlemeyi yok saydığı savunulan kararda, şu değerlendirme yapıldı:

"Zira, ülkemizde Arap Baharı'nın bir yansıması ve uyarlaması olarak gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerinden dolayı hükümlü olan Şerafettin Can Atalay'ın, bir plan ve gevşek de olsa bir organizasyon dahilinde yürütülen kalkışma hareketinin başlaması ve tüm ülke sathına yayılarak derinleştirilmesi kapsamında faaliyetlerinin bulunduğu, Gezi Parkı eylemleri sürecinde yaptığı paylaşımlar ve eylem çağrıları ile şiddet olaylarının tırmanmasına neden olan Taksim Dayanışması'nı yöneten ve yönlendiren kişilerden olduğu, atılı eylemin müşterek faili bulunduğu ve yapılan temyiz incelemesi sonucunda dosya kapsamındaki eylemlerinin, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu kapsamında kaldığı Dairemiz tarafından kabul edilmiştir. Bu suçun, Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında yer alması ve soruşturmasına seçimden önce başlanılmış olması dikkate alındığında; Anayasa'nın 83. maddesinin 2. fıkrası uyarınca yasama dokunulmazlığından faydalanamayacağı kanaatine varılmış, yargılamanın genel usul hükümlerine göre devam etmesi ile Şerafettin Can Atalay'ın yargılamanın durmasına ve tahliyesine ilişkin taleplerinin reddine karar verilerek temyiz incelemesi yapılmış ve ilk derece mahkemesi tarafından kurulan mahkumiyet hükmünün onanması ile birlikte Şerafettin Can Atalay hükümlü sıfatını kazanmıştır."

Kararda, buna karşılık AYM’nin ihlal kararında süper temyiz merci gibi davranarak, Gezi Parkı eylemlerinin meşru ve seçilmiş hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye ilişkin bir darbe girişimi olduğu yönündeki Daire'nin kabulünü yok saydığı savunuldu; "Bu suretle, bu vahim eylemlerin, bir nevi toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kapsamında kabul edilmesi gerektiği sonucuna matufen yasal yetkilerini Anayasal ve yasal düzenlemelere uygun olmayan şekilde aşmış ve Anayasa'nın sözüne ve özüne uygun davranmamıştır" denildi.

'Tahliye et şeklinde adeta emir verdi'
Anayasa Mahkemesi'nin Can Atalay'ın başvurusu hakkında verdiği ihlal kararının bir değerlendirme yapılmak üzere İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Daire’ye göndermesinin "yerinde" olduğu savunulan kararda, "Ayrıca, bir yüksek mahkeme olarak Yargıtay, Anayasa Mahkemesi'nin anılan ihlal kararının hukuki değerden yoksun olup olmadığı yönünden değerlendirme yapma konusunda da yetkili ve görevlidir" denildi. Yargıtay’ın da hak ihlali kararlarında "yeniden yargılama" kapsamında dosyayı bozarak yerel mahkemeye gönderebileceği belirtilen kararda, şu eleştiri yapıldı:

"Fakat buna rağmen Anayasa Mahkemesi'nin hükümlü Şerafettin Can Atalay ile ilgili verdiği hak ihlali kararlarında, denetlenmemenin verdiği cesaret ve cüretle Anayasa'da düzenlenmeyen, ancak 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinde düzenlenen yetkisinin de dışında Anayasa'nın 138/2. maddesine aykırı olacak şekilde ilk derece mahkemesine yol göstermenin çok ötesinde ‘yeniden yargılama yap, durma kararı ver ve ilgili hükümlüyü tahliye et' şeklinde adeta emir ve talimat verircesine karar verdiği hususu da dikkat çekici bulunmuştur."

'AYM kararları denetlenemezse…'
AYM kararlarının denetimden yoksun kaldığı belirtilen kararda, Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa'dan almadığı bir yetki ile yargı kurumlarının üzerinde bir süper temyiz merci olarak vesayet makamı haline geldiği savunuldu. Yargıtay’ın 8 Kasım’daki ilk direnme kararına işaret edilen kararda, "Dairemiz de 08.11.2023 tarihinde verdiği hükümlü Şerafettin Can Atalay hakkındaki değişik iş kararı ile bu denetimsizlik nedeniyle adeta juristokrasiyi andırır şekilde yorumla Anayasa hükümlerini uygulanamaz hale getiren keyfi kararlar verilmesi ve bu keyfiliği denetleme konusundaki yasal boşluk haline dikkat çekmiştir" ifadesi kullanıldı. Kararda, "Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa hükümlerini işlevsiz hale getiren kararlarının denetlenemeyeceğinin ileri sürülmesinin ve sınırsız yetkilerle donatılmasının, bazı büyük tehlikeleri de bünyesinde barındırdığı" savunuldu. Kararda, buna ilişkin örnek Pakistan'dan verildi:

"Örneğin, 2022 yılında Pakistan'da Meclis'te çoğunluğu ele geçiren muhalefet tarafından güvensizlik oylaması yapılarak, seçilmiş ve meşru Başbakan İmran Han değiştirilmek istenmiş; bunun üzerine siyaseti dizayn etme çabasının bir ürünü olarak Pakistan Anayasa Mahkemesi, Başbakan İmran Han tarafından alınan Meclis'in feshi ve erken seçim kararını yok saymak suretiyle güvensizlik oylamasının yapılmasına karar vermiştir. Siyasi krize neden olan bu karar sonucu yapılan güvensizlik oylamasında İmran Han, Pakistan'da görevden alınan ilk başbakan olmuştur. Böylece Pakistan'da Meclis çoğunluğunu ele geçiren muhalefetin, Anayasa Mahkemesi kararı sayesinde yaptığı güvensizlik oylaması ile İmran Han'ın başbakanlığı düşürülmüştür."

'Cumhuriyet tartışmaya açılır'
"Ayrıca, Anayasa Mahkemesi'nin Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Can Atalay hakkında verdiği hak ihlali kararlarındaki hukuki kabul ve mantığın kabul edilmesi durumunda vahim sonuçların ortaya çıkması da mümkündür" denilen kararda, bu duruma şöyle açıklık getirildi:

"Anayasa Mahkemesi'nin anılan hak ihlali kararlarında, kamu organlarının yapmış olduğu idari işlem ve eylemler sonucunda ya da yargı organlarının vermiş olduğu kararlarda hak ihlalinin söz konusu olup olmadığının ortaya konulmasının, bir Anayasa maddesinin yorumundan kaynaklanması halinde, Anayasa'yı yorumlama yetkisinin sadece kendisinde olduğunu ve bu yetkinin mutlak olup, herkesin bu karara sadakatle uyması gerektiğini ifade etmektedir. Oysa böyle bir kabulün son derece sakıncalı olduğu izahtan varestedir.

Yukarıda değinildiği üzere, bireysel başvuru yolu ile işlevsiz hale getirilen Anayasa'nın 14. maddesi ile koruma altına alınan ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen özellikle Anayasa'nın 2. ve 3. maddelerinde vurgulanan Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olduğuna ilişkin temel nitelikleri ile Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü koruyan hükümlerinin de bu şekilde yorum yoluyla de facto olarak uygulanamaz hale getirilmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalınması olasıdır. Böyle bir durumda da Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının, Anayasa'nın 153/6. maddesi ile bağlayıcı olduğunun kabul edilmesi, vahim sonuçlar doğuracaktır (Mesela laiklik ilkesinin uygulamaz hale getirilmesi, devletin şeklinin Cumhuriyet olduğunun tartışmaya açılması, ülkenin bölünmez bütünlüğünün farklı yorumlanması gibi). Bu kapsamda Anayasa'nın 14. maddesindeki düzenleme, özellikle Anayasa'nın ilk 4 maddesindeki hükümlerini koruyucu bir niteliği haizdir."

'Cumhurbaşkanının meşruiyeti tartışmaya açılabilir'
Benzer örneğin, Cumhurbaşkanı tarafından atanan üst kademe kamu yöneticisinin görevden alınması durumunda AYM’ye bireysel başvuru yaptığında yaşanabileceği savunuldu. Kararda, "Anayasa Mahkemesi'nin, Şerafettin Can Atalay ve benzer kişiler hakkında verdiği kararlardaki yorum dikkate alındığında başvurucunun iddiasını kabul ederek Anayasa'nın 101. maddesini kendisine göre yorumlayabileceği ve hatta Anayasal bir yetkisi olmamasına rağmen demokratik usulle, halk oyuyla ve Anayasa'nın 79. maddesi uyarınca Yüksek Seçim Kurulu'nun belirlediği yasal ilkelere göre seçilen meşru Cumhurbaşkanı'nın meşruiyetini dahi tartışmaya açabileceği anlaşılmaktadır" denildi.

Anayasa'nın 14. maddesinin yargı organlarının kararları ile belirlilik ve öngörülebilirliği sağlayacak şekilde yorumlamaya elverişli olmadığını söylemenin isabetsiz olduğu savunulan kararda, açık bir şekilde TCK'nın 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320. maddeleri ile 310. maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçların, Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kaydedildi. Kararda, aksi halde Fethullah Gülen, Cemil Bayık, Murat Karayılan gibi şüpheliler ile darbeye katılan generallerin milletvekili seçilerek TBMM'ye girebileceği savunuldu.

Bu kapsamda hükümlü Can Atalay'ın dosya kapsamındaki eylemlerinin, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu kapsamında kaldığı belirtilen kararda, bu suçun, Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında yer alması ve soruşturmasına seçimden önce başlanılmış olması dikkate alındığında; Anayasa'nın 83. maddesinin 2. fıkrası uyarınca yasama dokunulmazlığından faydalanamayacağı kaydedildi.

Yargıtay, "yasama dokunulmazlığı bulunmayan ve kesin hüküm nedeniyle hükümlü sıfatını kazanan Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin, Anayasal zorunluluk nedeniyle gereğinin takdir ve ifası amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na tekrar gönderilmesine" karar verdi.

Şimdi ne olacak?
Can Atalay’ın avukatları, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin bu kararına karşı Anayasa Mahkemesi’ne yeniden bireysel başvuruda bulunabilirler. Bu durumda benzer bir süreç yaşanacak. Ancak avukatlar, kararları uygulanmayan AYM’nin artık etkili bir iç hukuk yolu olmadığı gerekçesiyle doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) de başvurabilir.
<< Önceki Haber Yargıda büyük kriz: Yargıtay AYM'yi 'kaos oluşturmak'... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER