Basiret ve kriter fukaralığı

Türkiye’de seçim atmosferine girildiği bugünlerde yine ortalık toz duman.

SHABER3.COM

NUMAN YILMAZ YİĞİT 

Türkiye’de seçim atmosferine girildiği bugünlerde yine ortalık toz duman. Sanki bir ölüm kalım savaşı veriliyormuş havası estiriliyor. Gerçi bir kesim için öyle de sayılır. Toplum seçime giren partilerce gerildikçe geriliyor. Allah korusun, birileri tarafından iş, planlı bir şekilde ülkeyi birbirine katacak noktaya taşınıyor. Bir seçim olayının bu kadar büyütüldüğü ancak üçüncü dünya ülkelerinde görülür. Demokrasi ve hukukun hâkim olduğu hiçbir ülkede böyle, ölesiye bir seçim kampanyası yürütüldüğüne şahit olunmaz. 
   
Bugünkü seçimlerin AKP ve şürekası tarafından kendi tabanlarına bir ölüm kalım meselesi olarak sunulduğunda şüphe yok. Onların bu agresif tavırları diğer siyasi kanatları da geriyor. Bu ortamda en çok galeyana gelen, bağışlayın gaza getirilen kesim Diyanet ve tarikat çevreleri, cami cemaati, Hacı abi/abla diyebileceğimiz orta dindar sınıf denilebilir. Onlar meseleyi hala dini bir konu olarak algılamaktalar. Hatta bilhassa böyle algılamaları için aylardır dezenformasyona  maruz bırakılmaktalar. 

Bazı tarikat şeyhleri Youtube hocaları da bu işin taşeronluğunu üstlenmiş durumdalar. Muhalefetin bilhassa CHP’nin yakın geçmişinde dindar kesimin ‘din elden gidiyor’ türünden algılarını güçlendirecek uygulamalarının olduğu bir gerçek. Buna rağmen muhalefetin Türkiye’nin bir realitesi olan seçmenler arasında önemli bir yekûn teşkil eden ve genellikle büyük şehirlerde, camii etrafında kümelenen, kasaba ve köylerde yaşayan emekli veya çiftçi ve küçük esnaflardan oluşan Diyanet, tarikat çevreleri camii cemaati ve dindarlara yönelik, kucaklayıcı, kalıcı bir strateji geliştiremedikleri de, hala ortada duran başka bir gerçek. Yaşları elli ve üstünde olan bu kesimin bilinçaltında, CHP denilince ‘Din Düşmanı’ imajı hala taze duruyor. Muhalefet bu imajı değiştirici ciddi bir adım atmadığı/atamadığı gibi AKP ve ortakları da sürekli bunu kaşımaya, canlı tutmaya çabalıyorlar. Bugünkü iktidarın diyanet, tarikat çevreleri, cami cemaati ve Hacı abi/ablaların saf dini duygularını nasıl suiistimal ettiği herkes tarafından görüldüğü halde bu kesime hakikat bir türlü anlatılamıyor. Anlatıldığı kadarıyla da onlar bu gerçeği kabullenmeye yanaşmıyor.

Kültürel Müslümanlık anlayışı

Bu diyanet, tarikat çevreleri cami cemaati, dindarların genel yapısına bakıldığı zaman avam-ı nas diye ifade edilen yani gerek dini gerekse de dünyevi konularda derinlemesine bir araştırması, bilgisi olmayan, meseleleri tetkik etmeyen/etme imkânı olmayan, kime inanıyor güveniyorlarsa, ondan aldığı bilgilere önkoşulsuz inanan, onunla yetinen, daha fazlasını öğrenmeye ne vakit ne de imkân bulamayan gelenekçi ve muhafazakâr kültürel Müslümanlığı yaşayan bir kitle oldukları görülmektedir.

Bunlar yaşları itibariyle biraz da İnönü’nün iktidar dönemlerindeki din karşıtı uygulamaları, Adnan Menderes’in idamını, sonrasında daha çok toplumda dinsizlik cereyanı olarak bilinen solculuk hareketlerini 12 Eylül Askeri Darbesi”ni, koalisyonların ülkeyi getirdiği durumu 28 Şubat’ı görmüş bir nesil olarak içlerin de hep ‘namazında niyazında bir lider, imanlı bir nesil’ arzusu ile yaşayan bir kitle sayılır. Tabi ki bu arzu çok değerlidir. Cumhurbaşkanı olarak Rahmetli Özal, dindarlığı ile bilinen liderdi. Merhum Süleyman Demirel de yer yer camiye cemaate iştirak eden bu kesimi de kucaklamaya çalışan inançlı bir cumhurbaşkanıydı. Ahmet Necdet Sezer daha laik düşünceleri ile ön plana çıkan biraz da 28 şubatcıların tahriki ile dine ve dindarlara karşı tavrı olan bir cumhurbaşkanı idi. Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan tam da milletin dindar, namazında abdestinde bir Cumhurbaşkanı açlığına denk geldiler ve uzun süre iktidarda kaldılar. Tabiri caizse politik olarak bunun ekmeğini çok yediler ve hala da mevzubahis ettiğimiz kesime yedirmekteler. Bilhassa Erdoğan’ın, olaylara yüzeysel bakan, güvendiği kişiye inandığında sonuna kadar destek veren bu diyanet, tarikat çevreleri, cami cemaati ve dindarlar denilen kesimin gözünü, Kur’an okuma, camii, Kur’an kursu, İHL açma, tarikat liderlerine ziyaret, onlara sağladığı imkân ve nüfuz ile boyadı ve zahiri dindarlık sembolleri ile onları etkisi altına aldı.

Bu açıdan, bu kesime AKP’nin dini ve hukuki cürümlerini anlatma imkânı yok gibi. Çünkü Anayasa, hukuk, dini açıdan Kur’an ve sünnet ortada olmasına rağmen AKP tabanının konuya bakış açısı ne dine ne de hukuka uymaktadır.

Gerçekte, AKP ve şürekasının bu seçim döneminde de dini argümanları insafsızca kullanmaları samimi dindar insanların midesini bulandırmaktadır. Diyanet, tarikat çevreleri, cami cemaati ve dindar kesimin bunu fark ettiklerinde şüphe yok fakat onların bu meselede direnme nedenlerinin -bazı istisnalar dışında- dini kaygılardan daha çok menfaat, çıkar ilişkileri olduğu anlaşılmaktadır.

Sosyal medyada yayınlanan videolardan anlaşıldığına göre bu yeme-içme ve talan meselesinde AKP teşkilatının baştan ayağa kadar her seviyede insanları bu çıkar ilişkilerine ortak ederek maalesef örgütlü bir çete sistemi oluşturdukları görülmektedir. Bu çirkin işleri de öndeki büyüklerinden öğrendikleri aşikâr görülüyor.

Birkaç istisnalar ile beraber Saray’da çalışan bin kişi  ve onların uzak-yakın  çevreleri, Bakanlar, onların müsteşarları, daire başkanları ve onların çevreleri, milletvekilleri, özel kalemleri ve onların köyde kentteki yakın-uzak akrabaları, il belediye başkanları, başkan yardımcıları ve onların eş-dost arkadaş çevreleri, il- ilçe belediye başkanları, onların yakın çalışanları  akraba ve arkadaş çevreleri, il -ilçe parti başkanları ve parti üyeleri, onların uzantıları vs gibi düşünüldüğü zaman ülkenin belli bir yüzdesinin bu menfaat sistemine angaje oldukları bu sistemden beslendiklerini varsaymak hiç de abartılmış olmayacaktır. 

Bunun yansıra belli bir kesiminde, tarikatların referansı ile oğlunun kızının vs AKP kadroları olarak devlet memuru; polis, bekçi, asker, öğretmen olduklarını yani atandıkları, iş buldukları farz edilecek olursa bu kadar ayet, hadis ve nasihatin niye fayda etmediği anlaşılmış olacaktır. Bir de buna, iktidar değiştiği zaman bu kadroların tasfiye edileceği korkusu çocuklarının işsiz kalacakları endişesi, mevcut iktidar tarafından körüklenmesi eklenirse, diyanet, tarikat çevreleri, cami cemaati ve kültürel dindarların neden AKP safında durdukları daha iyi kavranmış olacaktır. Dolayısıyla asıl konunun bazılarına göre dini olmaktan çok daha çok yine çıkar ve menfaat meselesi olduğu ortadadır.

Tarikat çevrelerinin bu dönemde kendilerini şanslı görmeleri el üstünde tutulduklarını söylemeleri, gerçek manada, dine hizmet adına çok da getirisi olmuş, katkı sağlamış bir dayanak değildir. Bilindik çevrelerden üç-beş yurdum insanı dışında genel manada dine sempati oluşturulamadığı gibi toplumda ve bilhassa gençlerde dine karşı antipati oluştuğu artık gizlenemeyen bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Müminin bakış açısı

Peki, kendi çıkarlarımızla dinin, ülkenin, milletin çıkarları çatıştığında hakiki bir Müslümanın hal, tavır ve bakış açısının nasıl olması gerekmektedir? Öncelikle olayların çok karmaşık bir hal aldığını dolayısıyla da ne deseniz bir tarafa çekileceği bir dönemden geçildiğini belirtmek gerekmektedir. Allah bu iktidara hiçbir dönemde olmadığı kadar dine ve millete hizmet etme imkânı sunduğu halde onlar dine, millete, vatana, insanlığa hizmet yerine bu konum, imkân ve fırsatları kendi şahsi hesapları adına kullandıkları anlaşılmıştır. 

Maalesef AKP ve ortakları, fiili manada yüce bir gaye-i hayal gütmemektedirler. Dünyanın değişik ülkelerinde ’Siyasal İslam’ı bayraklaştıran lider ve cemaatler -her ne kadar siyasal İslam ve metotlarına sıcak bakmasam da- genellikle samimi görünüyorlardı. Pek çoğu bu idealleri için hapishane ve çile yollarında hayatlarını yitirdiler. Onlar İslam için siyaset yaparken, AKP’nin siyaset/politika için -ki buna siyaset de denilemez- İslam yolunu takip ederek dini şahsi ihtiraslarına, dünyevi zevklerine basamak yaptıkları görülmektedir. 

Bir aile, aile fertlerinden herhangi biri yüz kızartıcı bir davranış sergilediklerinde onu terbiye etmek, o mahcubiyeti izale etmek diğer aile fertlerine düşen bir vazifedir. Şimdiye kadar yazılan, çizilen, söylenen hususların AKP ve şürekası tarafından kale alınmadığı bir gerçektir. O halde dinin izzetini korumak müminlere kalmaktadır. Dinin apaydın yüzünü karartan bu insanları izole etmek ve Müslümanların imajını düzeltmek yine basiretli Müslümanlara kalmaktadır.
     
Tarafgir değil, hakperest olmalı

Herhangi bir olayı veya kişiyi değerlendirme de müminleri isabetli harekete ulaştıracak yol şahsi duygu düşüncelerinin yanında onları Kuran’i ve Nebevi prensiplerle test etmeleri, bu ikisinin ışığı altında hadiseleri değerlendirmeleri şeklinde olacaktır.

1-Hakperest olmak ve menfi tarafgirlikten sakınmak

Allah müminlerden Hakk’ı gözetip, hakperest olmalarını, hak nerede ise o tarafı tercih etmelerini emretmektedir. Hak inhisar altına alınamayacağı gibi hiç kimsenin tekelinde de değildir. Hak kişilerin tutum ve davranışlarına bağlı olarak el değiştirebilir.

‘Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa Suresi, 135) Bu ayet gerçek müminlere, menfi tarafgirlik ve zararlı taassuptan uzak durmalarını, adaleti esas almaları gerektiğini tavsiye/ifade etmektedir.

2- Aleni suç ve günaha yardımcı olmamak

Dinde ve hukukta herhangi bir suçun veya günahın tespitinde şehadet/şahit ve ikrar/itiraf önemli bir delil olarak ele alınır. Yayınlanan videolarda hukuki olarak suç dini olarak da günah olarak bilinen fiillerin birileri tarafından işlendiğine dair bizzat o işe iştirak etmiş, şahit insanlar tarafından isim ve adrese teslim ikrar ve itiraf, şehadet edilmesi hem üzücü hem de ibretamizdir. 

Bunları ‘İslam, İslamcı  ‘etiketi taşıyan birilerinin yapmış olması, herkesten çok dindar cami cemaatini, diyanet ce tarikat çevrelerini rahatsız eden bir durum olması gerekmektedir. Çünkü her Müslüman için dinin, dindarlığın izzet ve namusunu korumak  ferdin, grubun sözüm ona izzet ve şerefini korumaktan daha önde gelir/gelmelidir. Aslında normal hukukun işlediği demokrasilerde bütün bu yüz kızartıcı fiillerle ilgili yapılan itiraf/ikrar/ifşaatlar suç duyurusu olarak algılanır ve hukuki süreçler başlatılır. Fakat ülkede normal hukuki süreç işlemediği gibi, adalet kavramı dahi adı adalet olan bir parti tarafından ironik bir şekilde adeta yok edildi.

Burada sadece şu vak’ayı hatırlatmak yeterli olacaktır. Efendimiz (as) Beni Mahzum kabilesinden bir kadının hırsızlık cezasına aracı olmak isteyen Üsame bin Zeyd’e verdiği cevaptan “Vallahi bu hırsızlığı kızım Fatıma yapmış olsaydı, o na da bu cezayı uygulardım” başkası değildir. 

Bugün mümine düşen en önemli vazife ‘İslam’ın parlak ve pürüzsüz çehresini kirletenlere, buna neden olanlara Emr-i bil maruf Nehy-i ani’l Münker vazifelerini yerine getirmeleri ve onları uyarmalarıdır. Müminler birbirlerine iyilik ve takva da yardımcı olmalı, günah ve düşmanlık ta ise bundan uzak durmalıdırlar. Siz iyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve başkasına saldırmak hususunda birbirinizi desteklemeyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.’(Maide Suresi, 2) Sevaba destek olmak sevap olduğu gibi günaha destek olmak da günahtır.

3-Suç ve günahlara destek vermemek

Olaylara bizzat iştirak eden şahitlerin videolarda itiraf ettikleri fiillere bakıldığı zaman;   zimmete para geçirme, uyuşturucu ticareti ve uyuşturucu kullanma, LGBT, Mut’a nikahı altında evlilik dışı ilişkiler, içki içmek, apaçık yalan ve iftiralarda bulunmak, insanların gizli hayatlarını kaydetmek ve şantaj malzemesi olarak kullanmak, komplo kurmak, masum insanları terörle suçlamak, KHK ile işlerinden atmak, insanların ırz ve namusuna göz dikmek, mallarına el koymak, insanlara zulmetmek yalan şahit ve delillerle onları hapse atmak ve mağdur etmek… Biz bir Müslümandan mı bahsediyoruz yoksa… Allah’tan korkmalı  ve kendini bu kadar kullandırmamalı…

4-Emin ve Güvenilir olmak

Bir idareci bir devlet başkanı veya sıradan bir müminin en birinci özelliği emin yani güvenilir olmasıdır. Mümin’de zaten güvenilir demektir. Peygamberlerin en önemli ve birinci vasıfları bu olduğu gibi idareci de aranan olmazsa olmaz en önemli özellik eminliktir. Eminlik özelliğini kaybeden kişilere emanet tevdi etmek asla caiz değildir. 

5-İffetli olmak


Yine bir yönetici de hele hele Müslüman bir yönetici de ‘iffet’ çok önemli olmazsa olmaz bir özelliktir. İffet’in bir manası; çirkin söz ve fiillerden uzak kalma, hayâ ve edep dairesinde bulunma, doğruluk, dürüstlük ve ahlâkî değerlere bağlılık üzere yaşama demek olduğu aynı zamanda insanın kendi el emeği ve alın teriyle kazandığına razı olması, başkasının malına göz dikmemesi, daha çok kazanma ve daha rahat yaşama hırsıyla gayr-i meşru daireye el uzatmaması ve dilencilik yapmaması manasına da gelir. 

Devlet başkanı veya idarecilerin Kur’an okumaları, namaz kıldırmaları, cami yapmaları dini merasimlere önem vermeleri tabi ki takdire şayan hususlardır. Fakat bütün bunlar o kişinin dinin imani ve ahlaki değerlerini bir bütün halinde temsil etmesiyle ancak anlamlı olur. Kur’an okuyup ta Kur’an’ın emrine muhalif davranışlar sergileyen, namaz kıldırıp ta münkerat ve fuhşiyattan uzak kalamayan, cami açıp ta caminin ruhuna aykırı icraat yapan kişinin dış görünüşüne itibar olunmaz. Çünkü din sadece iman ve ibadetten ibaret değildir. Devlet idarecilerinin asli vazifeleri namaz kıldırmak Kur’an okumak kadar adil olmak, adaleti temin etmektir. Bir idarecinin emin, iffetli, adil olmak gibi özellikleri topluma bakan vazifesi yönüyle onun şahsi namaz, abdestinden daha önde gelen özelliklerdir.

6- Değerlendirmelerde din muameledir prensibine ölçü almak

Din muameledir. Muamele, karşılıklı eylem demektir. O halde din ya da dindarlık insanlar arası ilişkilerle anlaşılır. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Dürüstlük, emanet, samimiyet, nezaket, tebessüm, hakka ve hukuka riayet, îsar, diğergamlık gibi. Kişi bu erdemlerde İslam’ın edeplerine, emir ve yasaklarına, tavsiyelerine ne kadar uyuyorsa o kadar dindar demektir. 

Namaz dinin direğidir ama dindarlık namazdan ziyade, bu muamelelerde kendini gösterir. Ya da kişi dosdoğru namaz kılıyorsa muamelesi de güzel olur, aksine, namaz kıldığı halde muamelesi böyle değilse namazı da dosdoğru değildir demektir. Bu sebeple Hz. Ömer ‘kişinin namazı ya da orucu sizi aldatmasın, siz onun parasal ilişkilerine bakın’ demişti. Bundan elbette namaz ve oruç gibi temel ibadetler çok önemli değildir anlamı çıkmaz. Karşılıklı ilişkilerdeki bu güzellikler ahlaki göstergelerdir ve İslam güzel ahlakı tamamlamak için gelmiştir. Demek ki, namaz da oruç da aslında bu güzel ahlaki erdemler oluşsun diye farz kılınmıştır. Onlarsız olmaz ama onlar bu ahlakı gerçekleştirmiyorsa onlar da doğru yapılmıyor demektir. (Faruk Beşer, Yeni Şafak)

7-Ehliyet ve Liyakat

Hiç şüphesiz işlerin ehil kimselere tevdi edilmesi, İslâm’ın yönetimle ilgili üzerinde durduğu en temel ilkelerden birisidir. Nisa Sûresi’nde yer alan, “Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder.” (4/58) âyeti her türlü kamusal vazifenin dağıtımıyla ilgili umumî bir disiplin koymuştur. Bu disipline riayet edilmemesinin yol açacağı felâketi anlatma adına Allah Resûlü (s.a.s) bir gün ashabına, “Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekleyin!” demiş, daha sonra sorulan soru üzerine emanetin nasıl zayi edileceğini ise, “İşlerin ehil olmayan kimselere verilmesi” şeklinde açıklamıştır. (Buharî, İlim 2)
Müslim’de geçen şu hadis ise yönetim işini üzerine alan liyakatsiz yöneticileri, ahirette nasıl bir ceza beklediğini haber vermektedir: “Bu yöneticilik bir emanettir. Gerçekten de kıyamet gününde o bir utanç ve pişmanlık vesilesidir. Yalnız onu hakkı ile alan ve onun sorumluluklarını yerine getirenler müstesna.” (Müslim, İmaret 16)

Kısaca ehliyet ve liyakat, yöneticinin, sorumluluklarını, vazifelerini ve üstlendiği görevin gerektirdiği işleri başarıyla yerine getirebilecek yeterliliğe sahip olması demektir. Biraz daha açacak olursak başta devlet başkanı olmak üzere bütün yöneticilerin, sorumluluğu altına girdikleri vazifelerini hakkıyla eda edebilecek bilgi ve donanıma, yönetimi altında bulunan kimselerin haklarını muhafaza edip ihtiyaçlarını görebilecek güç ve kabiliyete, hak ve adaleti ayakta tutabilecek niyet ve azme, arkasına aldıkları insanları sevk ve idare edebilecek liderlik hususiyetlerine sahip bulunmaları gerekir.

İmam Cüveyni, devlet başkanı için en önemli vasfın kifayet (yeterlilik, ehliyet) olduğunu ifade etmiş, diğer vasıfların ise kifayetin tamamlanması ve eksiklerinin giderilmesi mesabesinde bulunduğunu belirtmiştir. (Cüveynî, Gıyâsu’l-ümem, s. 315) (https://www.tr724.com/islama-gore-devlet-baskaninin-ve-yoneticilerin-ozellikleri-nelerdir/)

Evet devlet adamlarının iman ve ibadetleri ne kadar önemli ise bu hakikatlere denk/yakışan tutum ve davranışlar sergilemeleri, emin, adaletli, iffetli olmaları, aleni suç ve günahlardan sakınmaları töhmet altına itecek söz fiil ve icraatlardan uzak durmaları da bir o kadar önemlidir. 

Bu noktada halkın da Allah katında bir sorumluluğu vardır. O da  şayet idareciler hukuki veya dini bir yanlış içinde iseler, onlara itaat şart olmadığı gibi, usulünce onları uyarmak, ikaz etmek, hatalarını söylemek gerekirse hukuki hak ve imkanlarını bu yolda seferber etmeleridir.

<< Önceki Haber Basiret ve kriter fukaralığı Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER