Eğitim sisteminin acı gerçeği

Eğitimci-yazar Prof. Dr. Osman Çakmak'tan samanyoluhaber.com'a çarpıcı açıklamalar...

Eğitim sisteminin acı gerçeği

Eğitimci-yazar Prof. Dr. Osman Çakmak ile Türkiye'deki eğitim sorununu konuştuk...İşte o röportajın ikinci bölümü... Söyleşimizin bu bölümü eğitim ve öğrenmenin anatomisini çıkarıyoruz ve tanımları yeniden tanımlıyoruz. Yıllarca eğitim ve sınav adına nasıl uyutulduk ve aldatıldık? Hangi argüman ve söylemlerle uyutulmaktayız? Gerçekte öğrenme ve eğitim nedir, biz nasıl uyguluyoruz? Bu söyleşimizde gerçeği örten perdeyi aralıyoruz. Gerçekler gün yüzüne çıkıyor. EĞİTİMDE YANILGILAR VE BÜYÜK UYANIŞIN FORMÜLÜ Çözüm için işe nereden başlamalıyız? Artık eğitim sorunu deyince çocukların meraklarını nasıl geliştiririz ve bilimi nasıl sevdiririz konusu gündeme gelmelidir. Eğitime katkıda bulunmak isteyen ve de bulunan yüz binlerce insanımız harıl harıl bina yaptırırken, eğitimde asıl varlığının insan merakı olduğu unutulmuştur. ÖSS ve SBS ile tek seçenekli doğrular içinde bilimden ve eğitimden nasıl soğutulduğunu diyebilirim ki kimse görmemektedir. Uyutulmanın boyutunun ne kadar büyük olduğunu ve almamız gereken mesafeyi gösteriyor. Öncelikle kavramların yeniden tanımlanması ve tartışılması gerekir. Einstein, ABD'ye yaptığı ilk gezi sırasında gemideki gazetecilerin soru yağmuruna tutulur. O sıralarda ABD'de ampulün mucidi Edison'un bulduğu ve iş mülakatlarında kullandığı bir "zeka testi" revaçtadır ve sorular, çok ilginç ki aynen şu kıvamdadır: "Dünya ile güneş arasındaki uzaklık nedir?", "Işık hızı nedir?" Einstein dönüp gazetecilere: "Ansiklopediden bakabileceğim şeyleri kafamda tutmam" der. Düşünün, bu 40'ların Amerika'sıdır. Tabii daha sonra ABD Einstein gibi Avrupa bilim adamlarını toplayarak üniversite eğitimlerinde çığır açtı. Modern dünya, öğretilen her kavrama "niye/nasıl/ne zaman kullanılır" açısından ve "nedir/ne değildir" vurgusu ile yaklaşmaktadır. Bilgiyi değişken ve aksiyona yardımcı, bazen de diğer bilgilere ulaşmada kaldıraç kavramlar olarak kullanmaktadır. Bir örnek daha verelim. Nobel ödüllü bilim adamı Feynman'ın babası onu daha baştan beri bir bilim adamı gibi yetiştirir. Bir gün parkta ona bir kuş gösterir ve der "Şu kuşu görüyor musun? (Uydurma isimler söyler) “İsmi Spencer's Warbler İtalyanca'da ismi Chutto Lapittida, Portekizcede ismi Bom da Peida, Çince'de ismi Chung-Iong-tah, Japoncada Katano Takeda. Bütün bu isimleri dünyanın tüm dillerinde bilebilirsin, ama işin bittikten sonra o kuş hakkında hiç bir şey bilmezsin. Sadece o kuşa diğer insanların ne dediğini bilirsin. O zaman şimdi kuşun ne yaptığına bakalım, önemli olan budur.” Galiba yüzeysel bilgi ile bilimsel gerçek bilgiyi birbirinden ayırt edemiyoruz. Kullanışsız bilgi yüklenmeyi eğitim zannediyoruz. Gerçekten de bir şey hakkında ne kadar az şey biliyorsanız o konuda o kadar kesin yargılı hale geliyorsunuz.. Bir şeyi ne kadar kurcalayıp da altına doğru inmeye başladığınızda her şeyin birbiriyle çok ilgili olduğunu, dolayısıyla öyle tek başına kesin olabilecek hiçbir şeyin olmadığını, her şeyin birbirine göre değişebilir olduğunu anlamaya başlarsınız. Şu halde bilgi sabit, değişmeyen bir şey değil, ağaç gibi canlı olup sürekli beslenme ve gelişme ihtiyacı içindedir. Daima yenilenmeye ve tazelenmeye ihtiyaç duymaktadır. Sokrat'ın tuhafımıza gidebilecek bir misyonundan söz edilir. “Biliyorum” tezini taşıyan insanların, bilgilerini ve bildiklerini onlarla tartışmaktı. Ve esasen, bilgilerin çok da sağlam olmadıklarını onlara göstermekti. Aslında Sokrat ne yapmak istiyordu? O eğitimin sadece sığ malumatla yürütülecek bir etkinlik olmadığını ifade ediyordu. Eğitim adına yapılanlar kökleriyle bildiğimiz şeyle, insanın ruhsal bütünlüğünün birleşmiyorsa; yani bilmek ve görünmek ile olmak ve yaşamak arasındaki uçurumun ortadan kalkması gerektiğini anlatmak istiyordu. "Bilen" insanın, bildiklerini hayata geçiren insan olduğu, onu içine sindirdiğini anlatmak istiyordu. Sokrat'ın anlatmak istediği buydu. Yani bilmek, bildiklerimizin temellerini ve dayanaklarını gösterebilmek demek; yani, bilmek, kökleriyle, temel kavramlarıyla bilmek anlamına geliyor. Bilmek, öğrenme ile başlayan, öğrenmenin belki bir aşaması olan, belki de bir sonucu olan; ama, sonu olmayan bir çabadır. Eğitimin, kendi ayakları üzerinde durmak isteyen, kendisi olmak isteyen insanların başarabileceğinin bir şey olduğunu düşünüyorum. Aslında eğitim yoktur öğrenme vardır, öğrenmeyi öğrenme vardır. Çünkü, orada, kendi varlığına, kendi özgürlük ve özerklik alanı doğrultusunda öğrenmek isteyen, edindiği yaşantı birikimlerini, kendi bakışına kazanma söz konusudur. Öğretme" ile "öğrenme" arasındaki farkı açıklar mısınız? Bir madalyonun iki yüzü gibi birbirine çok yakın görünse de aslında çok uzak kavramlar. "Öğretme" "öyle değil şöyle ol" anlayışıdır. Temeli “müdahale”ye dayanır. İnsan fıtratına ve doğasına güvensizliği ifade eder. Yani “insanları kendi haline bırakılırsa, bunlar öğrenemezler, ancak biz öğretebiliriz” anlayışından doğmaktadır. Halbuki insanlar kendileri isterlerse öğrenirler. Ben istemiyorsam bana kimse bir şey öğretemez. Bu yanılgılardan kurtulmadıkça eğitimin eğitir hale gelmesi mümkün görülmüyor. Peki eğitimdeki çarpıklığı başka nasıl ortaya koyacağız? Hala Sokrat'ın bıraktığı noktada mıyız? Eğitimi eğitir konuma getirememenin önündeki engellerden bir diğer ise bilme ile uygulama arasındaki farkı bilme konusunda var olan yanılgılarımızdır. Bilinen şey alışkanlık ve beceri haline gelmedikçe, öğrettiklerimiz bir süre sonra unutulacak ve bir değeri kalmayacaktır. Okullarımızda verilen eğitime baktığımızda sınavlardan sonra geride bir şey kalmadığını görürüz. Einstein “bilgi, öğrenilenleri unuttuktan sonra geride kalan şey” demişti. Gözlemler, başarıda bilginin rolünün % 10'lara kadar düştüğünü göstermektedir. Ekip çalışması ile ortak akıl, fikir yürütme, öz eleştiri yapabilme, kendine güven ve insani değerler başarıyı asıl oluşturan unsurlar olmaktadır. Halbuki bu özelliklerin hiçbirini teste dayalı ve doğruları öğreten bir eğitim ortamında kazandıramazsınız. Okullar galiba bu eğitim gerçeğini bilmeden öğrenmeden eğitime başlıyorlar. Ya da görmezden geliyorlar. Eğitimin başında neden öğreneyim ki sorusuna imkan ve fırsat verilmesi gerekir. Öğrenmek istemiyorsa, belki öğrenmek istememesini saygı ile karşılamak ve öğrenmeye kapalılığının ardındaki nedeni bir bir araştırıp ortaya çıkarmak eğitimin temel gayesi haline gelmelidir. Bu zihin özgürlüğüne sahip değilse, öğrenci için o zaman eğitim bir bilim ziyafeti olmaktan çıkar; iştahı olmayan bir hastaya zorla yemek yedirmek gibi bir durum ortaya çıkar. Aslında her şeyden önce eğitimciler olarak şu gerçeğin farkında olmalıyız. Ben istemiyorsam bana kimse bir şey öğretemez. Özgür olabilen, kendisi olabilen, kendi varlığına, kendi ruhuna, kendi duygularına, kendi düşüncelerine sahip çıkabilen bir insanın yetişmesidir esas olan. Evet, verilen eğitim bu minvalde giderse, orada kendi anlayışı, kendi yorum çabaları içerisinde yoğurmak isteyen bir özgür iradeli insanlar yetişecektir. Bu insan, kendi yaşamını kurabilecek, kendi gözleriyle görebilecek, özerk, özgür bir insan haline gelecektir. Elbette, bireysel olarak bunu düşündüğümüzde, bu bireysel özerkliğin ve özgürlüğün kurulabilmesi, ancak bir arada, özerk ve özgür insanlarla etkileşim halinde sağlanabilecek bir şeydir. Sonuç olarak çocuklarımızın en değerli varlığı olan “merak duygularının” sınav odaklı mevcut eğitim sistemi tarafından öldürüldüğünün ve dolayısıyla onların birer “yaşayan ölü” haline getirildiğinin artık farkına varmalıyız. Eğitim deyince en başta nerede yanılıyoruz? Eğitimle ilgili açık gerçekleri neden göremiyoruz? En başta “eğitim” ve “bilgi”nin gerçekte ne anlama geldiğini bilmiyoruz galiba. Bilme ile uygulama arasındaki farkı fark etmek kolay olmuyor. Eğitim yanlış varsayımlar üzerine kurulmuşsa elbette ki hayatı doğru yaşamamız mümkün olamayacaktır. Sanırım sürekli unuttuğumuz bir şey bu: İnsanın düşünce sistemi alınan eğitimin bir sonucu olarak teşekkül ettiğinin farkında olamıyoruz. Eğitimimizin soru sormayan, yalnızca itaat eden, yani çizmesinin boyunu aşmayan tek tip insan yetiştirmek üzere tasarlandığının farkına pek az kişi varıyor. Bilme ile uygulama arasındaki farkı biraz açar mısınız? Eğitimi eğitir konuma getirememenin önündeki engellerden bir diğer ise bilme ile uygulama arasındaki farkı bilme konusunda var olan yanılgılarımızdır. Bilinen şey alışkanlık ve beceri haline gelmedikçe, öğrettiklerimiz bir süre sonra unutulacak ve bir değeri kalmayacaktır. Okullarımızda verilen eğitime baktığımızda sınavlardan sonra geride bir şey kalmadığını görürüz. Einstein “bilgi, öğrenilenleri unuttuktan sonra geride kalan şey” demişti. Gözlemler, başarıda bilginin rolünün % 10'lara kadar düştüğünü göstermektedir. Ekip çalışması ile ortak akıl, fikir yürütme, öz eleştiri yapabilme, kendine güven ve insani değerler başarıyı asıl oluşturan unsurlar olmaktadır. Eğitim araştırmaları göstermektedir ki, öğrenme sadece gerçekleri hafızaya yerleştirmek değil, birbiri ile ilişkili gerçekleri bağdaştırabilmektir. Bilginin olgunlaşması ve yer etmesi öğrencilerin beyninde “bilgi ağları” oluşturmalarına bağlıdır. Bu yüzden öğrenme ve öğretme eskiden zannedildiğinden daha karmaşık bir yapıya büründü. Nasıl bir tuğla yığınından bina ortaya çıkmıyorsa, bilgi yığını da bilimsel düşünceyi doğurmuyor ve kısaca bilimin kendisini ortaya çıkarmıyor. Bu eğitim yapısı içinde meraka dayalı kuşku ve sorgulama neredeyse sıfır düzeyde kaldığından, verilen eğitim üretici ve mucit düşünceleri geliştirememekte, fert problem çözme yeteneğine sahip olamamaktadır. Hâlbuki gerçek hayat ve piyasa bizden sınav çözme becerisi değil bildiğini kullanabilen, insani değerleri gelişmiş, mesleki beceri ve problem çözme yeteneği yüksek insan istemektedir.
<< Önceki Haber Eğitim sisteminin acı gerçeği Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER