Locada ulusalcı tasfiye

Dört ay öncesine kadar Türkiye'deki 14 bin masonun büyük üstadı olan Kaya Paşakay'ın 7 milyon dolarlık yolsuzluk iddiasıyla yeni büyük üstad tarafından ihraç edilmesi, Türk masonları arasında iç savaş

Locada ulusalcı tasfiye

Aksiyon Dergisi, taraflarla konuşup Türk masonlarının yaşadığı bu ikinci büyük krizi araştırdı. ‘Benim iki yıllık icraatlarıma bakın, yorumu siz yapın. Yaptığım icraatlar ortada. Açıklığa, şeffaflığa, toplumla kaynaşmaya, Ankara'da devlet ricaline protokol ve tanıtım amaçlı ziyaretlere önem verdim. Ve bu arada ülkemizin uluslararası tanıtımına katkıda bulunmaya çalıştım. Benim uluslararası faaliyetlerim de oldu. Dünyadan çok değişik insanlar Türkiye'ye geldi. Ülkemizin tanıtımına yardım ettik.’ Dört ay öncesine kadar Türkiye'deki 14 bin masonun büyük üstadı olan Kaya Paşakay, "Neden ihraç edildiniz?" sorumuza işte bu cevabı veriyor. Oysa eski büyük üstad Paşakay'ı ihraç eden yeni büyük üstad Asım Akin'e göre sebep gayet basit: "Masonik ilkelere aykırı davranışları sebebiyle masonlukla ilişkisi kesildi.'' Akin'in "Masonik ilkelere aykırı davranış" dediği şey, 7 milyon dolar rakamıyla telaffuz edilen yolsuzluk suçlaması. Eski büyük üstadı hedef alan suçlamalar arasında neler yok ki. Buna göre Paşakay, eşinin 1,5 milyarlık iç çamaşırı faturasını bile locaya ödetmişti. Suçlamalar zinciri 5,5 milyarlık altın tabanca ve bir trilyon liralık mefruşat alımı, lüks otellerde erotik kanal izleme faturası, 50 milyar liralık loca binası tadilatına 400 milyarlık ödeme, her yurtdışı gezisi dönüşünde free shop'larda eşine pahalı hediyeler almak, ballı yurtdışı seyahatleri, Ankara'da komşularıyla pahalı yemek faturaları, yüksek bedelli otel faturaları, yönetim kurulundan habersiz kredi almak biçiminde uzayıp gidiyor. Masonik ilkeleri çiğnemek ve yolsuzluk yapmakla suçlanan kişi sıradan bir mason olsa, bu gelişmeyi, 33 derecesi olan masonlukta 32. dereceye kadar yükselen, İstanbul cemiyet hayatının renkli isimlerinden Doktor Seyfi Basa'nın tam dört yıl önce Aksiyon'a yaptığı açıklama ile izah etmek mümkündü. Türkiye'de masonluğun esaslarını iyi bilenlerden biri olduğunu özellikle vurgulayan Seyfi Basa, "Masonluk da bozuldu. Orada da insan ilişkileri bozuldu." demişti. Ama, iki yıl içinde yedi milyon dolar yolsuzluk yapmakla suçlanan kişi masonların dört ay önceki lideri olunca şu iki önemli soru gündeme geldi: Masonik sistem iki yıl içinde bu kadar büyük çaplı bir yolsuzluğu nasıl fark edemedi? İkincisi, masonlukta bu türden olayları genelde kapatmak geleneği varken bu olay neden medyaya sızdı ve yeni büyük üstad neden eski büyük üstadı apar topar ihraç etti? ULUSALCI-EVRENSELCİ AYRIŞMASI Nitekim, yazdığı "Cumhuriyet Dönemi Masonlar" kitabıyla masonlara bile, "Meğer tarihimizi bilmiyormuşuz" dedirten ve mason localarında yirminin üzerine konferansa çağrılan Orhan Koloğlu da bu noktanın altını şöyle çiziyor: "Gayet açık söyleyeyim. Bu olayda tam bilmediğim bir şey var. Mason kurumları kendi iç yapılarındaki olayları, daima kendi içlerinde kapatmışlardır. Bu olayda şaşırtıcı olan husus bu. Bir büyük üstad diğer büyük üstadı hemen suçluyor. Bu masonluğun kendi yapısına uymuyor. Bu tür bir açığa çıkma olayının bir sebebi olması lazım. Bunun araştırılması gerekir. Çünkü Mason geleneklerinde sadece siyasi çekişmeler açığa çıkıyor. Siyasi değilse masonluğu damgalattırmamak için şimdiye kadar daima kendi içlerinde kapatırlardı. O zaman nedir bu açığa çıkmanın sebebi? Henüz bilmediğimi ben de itiraf edeyim." Masonların dünyasını yakından bilen pek çok insana göre de mason cemiyetindeki bu son kavga ve ayrışma sıradan bir iktidar savaşı değil ve "yolsuzluk" olayın sadece bir boyutu. Çünkü, masonları yolsuzlukla damgalatmak pahasına kesin bir ayrışma var ve bunun kökleri çok daha derinlerde. Bu çerçevede dile getirilen en güçlü tez, Türk masonları arasında "ulusalcılar" ile "evrenselciler" çatışmasının yaşandığı. Ulusalcılar, Türkiye'nin güncel tartışmalı konuları başta olmak üzere zaman zaman siyasetle yakından ilgilenirken, evrenselciler masonluğun bu tür tartışmaların ve siyasetin dışında tutulması gerektiğini savunuyor. Aksiyon, ilk büyük krizini 1965'te Adalet Partisi'ne genel başkan adayı olan Süleyman Demirel'e "Mason değildir" belgesi verilmesi ile yaşayan ve ortadan ikiye bölünen masonluktaki ikinci büyük kavga olarak gösterilen bu ihraç olayının perde arkasını, taraflarla konuşarak araştırdı. İhraç edilen eski büyük üstad Kaya Paşakay, Aksiyon'un sorularını cevaplandırırken, yeni büyük üstad ve yönetimi doğrudan görüşme isteğimizi kabul etmedi. Bunun üzerine o kanadı temsil ettiği söylenen kişilerin görüşlerine başvurduk. İki büyük üstadı birbirine düşüren ve Türk masonları arasında yeni bir bölünmeye yol açmasına kesin gözüyle bakılan hesaplaşma, iki yıl önce, 14 bin masonu temsilen 569 delegenin katıldığı seçimde yedi aday arasından Paşakay'ın büyük üstad seçilmesi ile başladı. O gün masonluk hayatının en parlak noktasına ulaşıp Türkiye masonlarının "en muhterem" kişisi, yani "üstad-ı azam" unvanını alan Paşakay, göreve başlayınca o güne kadar alışılmamış bir büyük üstad portresi çizdi. Hürriyet gazetesinin tanımlamasıyla Paşakay, masonları dışa açan, faaliyetleri sadece masonlar arasında değil, kamuoyunda da ilgiyle izlenen bir kişiydi ve adeta masonluğun popüler yüzüydü. Peki, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Paşakay'a "Sizi ülkemizde Atatürkçülüğün ve laikliğin teminatı olarak görüyorum" hitabında bulunmasını da sağlayan bu faaliyetler neydi? Örneğin iki yıl önce 28 Ekim 2004 akşamı İstanbul Beyoğlu'ndaki Nur-u Ziya Sokak'ta bulunan Büyük Loca binasında yapılan Cumhuriyet'in 81. yıldönümü kutlamasına "Onuncu Yıl Marşı" damgasını vurdu. Paşakay, pastayı ellerinde Türk bayrakları sallayan masonların hep birden söylediği Onuncu Yıl Marşı eşliğinde kesti. O akşamki konuşmasında Paşakay, "Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılığını ortaya koymuş bir topluluğuz. Cumhuriyet bize onun armağanıdır. Bunu sonsuza kadar korumak bizim görevimiz." derken, 28 Şubat sürecindeki brifinglerin sembolü haline gelen Onuncu Yıl Marşı, hemen hemen bütün mason baloları ve toplantılarının da simgesi haline geldi. Paşakay, aynı günlerde kalabalık bir mason topluluğu ile Anıtkabir'e çıkarma yapıp, özel deftere "Senin ilke ve devrimlerine candan bağlı Türkiye Büyük Locası'na mensup kardeşlerim ile şahsım adına ve yakın silah arkadaşın Halil Kut Paşa'nın torunu olarak en derin özlem, sevgi ve saygılarımı sunarım." cümleleri ile imzalarken; Ankara Bilkent Otel'de yapılan Cumhuriyet balosuna da yine dağıtılan Türk bayraklarını sallayan masonlarca hep bir ağızdan söylenen Onuncu Yıl Marşı damgasını vurdu. Paşakay'ı ön plana çıkaran bir diğer olgu, Türkiye'de ilk defa masonların Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmesi. 11 Ocak 2005 tarihinde Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e yapılan ziyarete, Paşakay ile birlikte şimdiki büyük üstad Asım Akin de, "büyük üstad kaymakamı" (Ankara çalışma bölgesi için verilen bir unvan) sıfatıyla katıldı. Diğer katılımcılar büyük üstad yardımcıları Harun Kuzgun ve Murat Çim'di. Dört üst düzey mason ile 45 dakika görüşen Sezer onlara çeşitli sorular da yöneltiyor. Mason üstadların anlatımına göre Sezer, masonluğa çok olumlu baktığını ve masonik prensipler sebebiyle masonların çok özel bir konuma sahip olduklarını belirtiyor. Hatta Sezer, "Sizi ülkemizde Atatürkçülüğün, laikliğin koruyucusu ve teminatı olarak görüyorum ve bundan büyük mutluluk duyuyorum." diyor. Paşakay ve arkadaşları Köşk'ten ayrılırken de Sezer, "Ziyaretinizden çok memnun oldum. Sizinle tekrar görüşmek isterim." diyor. Kaya Paşakay ismi etrafında yapılan bir diğer tartışma ise türbanla ilgili. Paşakay ile yapılan ve Sabah gazetesinde yayımlanan röportajın girişinde, eşi başörtülü mason hiç bulunmadığı belirtiliyordu. Bu, Taha Kıvanç ismiyle Türkiye'de masonluk konusunda en fazla yazı yazan kalemlerin başında gelen Fehmi Koru'nun hemen dikkatini çekti. Koru'ya bilgi veren kaynaklara göre, masonlar Türkiye'deki türban yasağı ile doğrudan ilgiliydi. Nitekim bir süre önce de Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Erdoğan Teziç, "kutsal gerçek" deyimini kullanmıştı. Anayasa Mahkemesi başkanı seçilen Mustafa Bumin, yasaktan yana tavır alınca Teziç, "Başkan kutsal gerçeği dile getirdi" demişti ve "kutsal gerçek" masonik bir deyimdi. Koru'nun bu yazıları üzerine Teziç, "Ben kutsal gerçek değil, hukuksal gerçek demiştim." açıklamasını yaptı; ama Koru'ya bilgi veren kaynağa göre, türban yasağının Fransa ve Almanya'ya taşınmasında dahi Türkiye’deki gelişmeler etkili olmuştu. Türban yasağı ile masonları ilişkilendiren bir diğer gelişme, Fransa'nın en büyük Mason topluluğu "Grand Orient de France'ın büyük üstadı Jean-Michel Quillardet'ın, geçtiğimiz yılın aralık ayında Milliyet'e yaptığı açıklamaydı. Paris'te düzenlenen "laiklik" konulu toplantıya Türkiye'den Mason Locası büyük üstadlarından Hüseyin Özgen'i konuşmacı olarak davet etmelerinin sebeplerini açıklayan Fransız mason üstadı şunları söylemekteydi: "Öncelikle Türkiye'de önemli bir laiklik geleneği var. Yine Türkiye'de önemli bir masonik gelenek var ki bu gelenek Cumhuriyet rejimi ve laik rejimin kuruluşunda önemli rol oynamıştır. Ayrıca bu yıl Fransa'da Türkiye'nin AB üyeliği çok tartışıldı. Biz de Masonlar aracılığıyla Türkiye'nin kendisini bu konuda anlatabileceğini düşündük." Fransız mason üstadına göre, Türkiye'de laikliğin tehdit altında olması durumunda, laikler ve demokratlar harekete geçecekti. Haberdeki dikkat çekici bir diğer vurgu, "Fransız masonlar, başörtüsü yasağının sadece ortaöğrenim kurumlarında değil, üniversite ve özel okullarda da uygulanmasını istiyor." denilmesiydi. Bazı masonların güncel siyasete olan ilgisinin en çarpıcı örneği, Büyük Locanın Kasım 2003'te düzenlediği "Cumhuriyet" panelinde Prof. Nur Serter'in yaptığı konuşma sırasında yaşandı. Serter, AK Parti iktidarını hedef alıp, "Bugün Türkiye'de karşı devrimciler iktidarda" deyince, panele katılan masonlarca ayakta alkışlandı. Konuşması sık sık alkışlarla kesilen Serter, iktidarda bulunduğunu iddia ettiği karşı devrimcilerle mücadele etmek için bütün güçlerin birleşmesi gerektiğini belirttikten sonra, masonlara da "Kafa konforundan vazgeçip bu mücadeleye katılın" çağrısı yaptı. Toplantıyı yöneten kişi Nail Güreli, öteki katılımcı ise İlhan Selçuk'tu. Selçuk da, Türkiye'nin bir karşı devrim çalkantısı içinde bulunduğunu savunarak, "Bir başka siyasi iktidar için harekete geçmek gerekir." dedi. Anıtkabir çıkarması ile dikkat çeken cumhuriyet baloları, cumhuriyeti konu alan paneller, medyaya verilen röportajlar, Çankaya Köşkü'ne çıkma ve masonları türban tartışmasının içine çekmeyle süren bu dönemin bu kadar erken bitmesi aslında beklenmiyordu. Nitekim 19 Aralık 2005’te Paşakay'ın büyük üstad seçimini kaybettiğini duyuran Hürriyet, "Bütün bu çalışmalar locayı yöneten büyük üstad Kaya Paşakay'ın inisiyatifi ile yapılıyordu. Paşakay'ın yürüttüğü faaliyetler sadece masonlar arasında değil, kamuoyunda da ilgiyle izleniyordu. Bu nedenle, mason çevrelerinde yönetim değişikliği beklenmiyordu. Emekli diplomat Kaya Paşakay'ın yeniden seçilmesi bekleniyordu, ama seçimleri nükleer tıp uzmanı Prof. Asım Akin kazandı." yorumunu yapmaktaydı. HARİCİ ALEME İADE Ankara Üniversitesi Nükleer Tıp profesörü Asım Akin seçimi kazanıp yeni büyük üstad olunca ilk icraatı, eski büyük üstadı Paşakay'la ilgili yolsuzluk iddialarını araştırmak oldu. Ocak ayında bir komisyon kuran Akin, masonların birbirlerinin üzerine yürüdüğü ve hararetli tartışmalar yaptığı bir süreçten sonra ihraçlar için düğmeye bastı. Böylece Kaya Paşakay, eski genel sekreter Koray Darga ve eski Hazine Emiri (sayman) Prof. Sait Sevgener'in masonlukla ilişkileri kesildi. Büyük Üstad Akin, 3 Mart 2006 tarihinde "üstad-ı muhteremler" başta olmak üzere bütün masonlara hitaben şu duyuruyu yayımladı: "17 Aralık 2005 Konvanımızı (Büyük üstad seçimi yapılan Mason derneği genel kurulu) müteakip; muhasebe kayıtları ile ilgili yapılan detaylı araştırmalar ve tarafsız müfettişlerin inceleme ve değerlendirmeleri sonucunda; 2004 yılı Konvanında verilen yetkilerin, Büyük Görevliler Kurulu'nun (Mason derneğinin 21 kişilik yönetim kurulu) da bilgisi dışında aşımı, bu aşımın kayıtlara yansıtılmaması ve gizlenmesi amacı ile muhasebede yapılan usûlsüzlükler nedeniyle, Türk Masonluğu'nun genel yararları yönünden Büyük Üstad En Muhterem Asım Akin Kardeş, Büyük Loca Tüzüğü Madde 28'deki yetkisine dayanarak Kaya Paşakay, Koray Darga ve Ali Sait Sevgener'i harici âleme iade etmiştir." Harici âleme iade demek, mason ilkelerini çiğneyen masonun, masonik çalışmalardan yasaklanmasıydı. İkinci aşama bu kişinin mason derneğinden de ihraç edilmesiydi, bu yetki büyük üstada değil, mason derneği genel kuruluna aitti. Normalde bir de "masonik mahkeme" adı verilen kendi aralarındaki yargılama söz konusu. Ama büyük üstadlar bu şekilde yargılanamıyor. Diğer iki kişinin masonik mahkemede yargılanmasına ise büyük üstad Akin gerek görmedi. Eğer yeni seçilen büyük üstad, Paşakay'ın başyardımcısı olmasa ve seçildikten sonra yaptığı konuşmada, "Türkiye'de masonluğun hâlâ negatif bir imajı var, bunu düzeltmeye çalışacağım." demese, Paşakay'ın ihracının açıklık politikasına bir tepki olduğu söylenebilirdi. Nitekim halen Paşakay'ı destekleyen masonlar da, açıklığın bütün masonlarca karar verilen "ilkesel" bir karar olduğunu vurguluyor. Kaldı ki, Hürriyet'in haberinde Paşakay, masonlara dışa açan kişi olarak gösterilse de, masonlarda dışa açılma süreci, gazetecilerin büyük locaya davet edildiği meşhur 26 Nisan 1999 akşamı başladı. Şu anda hayatta olmayan o zamanki büyük üstad Sahir Talat Akev, "Biz gizli değil, kapalı bir cemiyetiz. Gizli kalmanın hiç kimseye yararı yoktur." sözleriyle yeni dönemi ilan etti. Masonların açıklık politikası için 1999'u seçmiş olmaları bir rastlantı değildi. Çünkü Türk masonluğu 1909'da kurulmuş kabul ediliyor ve 1999, masonluğun kuruluşunun 90. yılıydı. Aynı günlerde, aynı amaçla Ankara ve İzmir'de de gazeteciler localara davet edilip, açıklık dönemi buralarda da ilan edildi. Ankara'da ilk kez bir Mason Locası medyaya tanıtıldı. Yeni dönemde masonların faaliyetleri gazete ve televizyonlarda daha sık yer almaya başladı. Türkiye, masonların her yıl Anıtkabir'i ziyaret ederek topluca poz vermelerine ilk defa tanık olmaya başladı. İstanbul'daki ofisinde karşı karşıya oturduğumuzda, "Sizinle şu anda yetkili bir mason olarak değil, çok çok yetkili bir mason olarak konuşuyorum." diye söze başlayan mason üstadının, medyayı kastederek, "İçinizde tahmin edemeyeceğiniz kadar sayıda mason var." sözleriyle kastettiği kişilerden biri Nail Güreli'ydi. Gazeteci masonların bazıları, mason oldukları açığa çıkmasın diye 1999'daki açıklık davetine katılmazken, Güreli o toplantıya katıldığı gibi, büyük üstad Sahir Talat Akev'in yanına oturdu. Yakın zamana kadar Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olan ve halen Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Güreli, 1959'da masonluğa giren ve bugüne kadar mason olduğunu saklamayan ender kişilerin başında geliyor. Güreli, "Masonlar adına sadece büyük üstad konuşmaya yetkilidir." kuralı gereği, sıcak ihraç tartışması hakkında konuşmuyor; ama Türk masonlarının, "ulusalcılar" ve evrenselciler" ayrışması yaşadığı tezine katılmıyor. Güreli, "40 senedir masonum. Böyle bir ayrışma olduğunu zannetmiyorum. Hepsi de ulusalcı. Ulusal bir çizgi egemen. Çünkü masonluk milli bir müessese." diyor. BAYRAK AÇAN KETUM ÜSTAD Ancak, 28 şubat sürecini andıracak şekilde, ayakta alkışlarla söylenen Onuncu yıl Marşları, Nur Serter gibi en uçtaki katı bir laiklik anlayışını temsil eden kişilerin karşı devrim söylemlerinin ayakta alkışlanması, masonların o zamana kadar pek de alışkın olduğu görüntüler değildi. Bu manzaralar masonluğun toplumun geniş katmanları ile hiç ilgisi olmayan ve sadece katı laik çevrelerle dirsek teması içinde bir teşekkül olduğuna dair yaygın inanışın pekişmesine yol açtı. Bu şekilde bir çizgi ile masonluğun sadece belirli bir kesimin ulusal hassasiyetleri ile özdeş hale geldiği biçimde olmasa da yıllar önce masonları birbirine düşüren bir başka "milliyetçilik" tartışması daha yaşandı. Bu, masonluktan olaylı bir şekilde istifa eden "ketum üstad" Önder Aktaç olayıydı. 1976'da girdiği masonlukta, 1993'e kadar 18 yılını geçiren Aktaç, 6 Kasım 1993 günü dönemin büyük üstadı Can Arpaç'a gönderdiği zehir zemberek bir mektupla istifa etti. İstifa sürecini başlatan, Aktaç'ın Ankara'daki Eryaman Spor Kulübü başkanı sıfatıyla 29 Ekim 1993 günü yaptığı ziyarette, Anıtkabir defterine şunları yazmasıydı: "Atam, bayrağımızı, kitabımızı ve onlar kadar kutsal saydığımız ilke ve devrimlerini çiğnetmeyeceğiz. Hatay ile başlayan hareketi Musul, Kerkük ve oniki adamızı unutmadan sürdürüp, canlarımızı fedaya hazırız. Rahat uyu." İşte bu satırlar, Aktaç'ın, Büyük Loca tarafından "Bizi töhmet altında bırakıyorsun" denilerek uyarılmasına yol açtı. Çünkü Aktaç, o sözleriyle siyaset yapmıştı. Aktaç'a göre, Büyük Loca'nın Anıtkabir özel defterine yazdığı sözlere tepki göstermesi bir rastlantı değildi. Nitekim, 1978'de Atina'da basın ataşesi olarak görev yaparken tanık olduğu bir olay bunu göstermekteydi. Yunan masonları, Kuzeydeki Türk bölgesinden Güneye kanların aktığı ve altında Yunanca "Deksehnuma", yani "Unutmayacağız" yazan bir Kıbrıs haritasını, Yunan Büyük Locasının Psigoras adlı yayın organında basmışlardı. Yunan masonları bununla kalmayıp Kıbrıs için kulis yaparak ortak yardım hesabına Kıbrıs için para toplayarak bir anlamda "siyaset" yapmaktaydı. Üstelik bu masonluğun evrensel ilkelerine aykırıydı. Aynı yıl Türkiye'ye izne gelen Aktaç, bunu bir büyük mason üstadına iletince, "Yahu niye böyle boş işlerle uğraşıyorsun?" cevabını almıştı. Oysa Aktaç'a göre Türk masonları bu durum karşısında Yunan Büyük Locası'na bir mektup gönderip bu işin ayıp olduğunu söylemeliydi. Hatta dünya masonlarının üst otoritesi olan İskoç Riti’ne de şikâyet yapılmalıydı. Ama Aktaç'a göre, Türk masonları loca çıkarlarını ülke çıkarlarının üstünde tuttukları için bu teşebbüslerde bulunmamışlardı. Mason camiasında iyice açığa çıkan bu "ulusalcılık" ve "milliyetçilik" konusundaki yaklaşım farklılıklarını daha da gerilere, 1970'lere kadar götürmek bile mümkün. Örneğin, Adalet Partisi'ne Genel Başkan olan Süleyman Demirel'e mason değildir belgesi verdiği için Türk masonlarının ortadan ikiye bölünmesine sebep olan Necdet Egeran'dan sonra büyük üstad olan ve masonların kendilerini yeniden toparlamasının öncüsü kabul edilen Hayrullah Örs, 1972'de Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'ye verdiği röportajda şöyle diyor: "Biz milli bir gaye takip etmiyoruz. Bizim gayemiz insanî." İPEKÇİ’NİN KRİTİK SORUSU Bunun üzerine İpekçi, "Şimdi böylelikle değinmek istediğim hususa geldiniz. Milli bir gaye takip etmemek, milliyetçilik şuuruna karşı bir durum yaratmıyor mu? Bu yolda yapılan suçlamalara ne diyorsunuz?" sorusunu yöneltiyor. Büyük Üstad Örs'ün bu kritik soruya cevabı ise şöyle. "Bizim anladığımız manada masonluğun umumi prensiplerinde mason evvela kendi memleketine bağlıdır. Kendi memleketine bağlılık, başka memlekete de mutlaka düşman olmayı icab ettirmez." Buna karşılık, 1992'de dönemin büyük üstadı Can Arpaç, "Her ülkenin masonluğu gibi Türk masonluğu da millidir ve bağımsızdır." diyor. 2000-2003 arasında büyük üstadlık yapan Demir Savaşçın ise bu konuda "Önce vatandaş, sonra masonuz. Atatürk'ün fikirlerinin takipçisiyiz" diyor. "Dünyada ve Türkiye'de Masonlar ve Masonluk" kitabının yazarı İlhami Soysal'ın ölümünden sonra Türkiye'de masonluk hakkındaki en yetkin uzman olarak kabul edilen "Cumhuriyet Dönemi Masonlar" kitabının yazarı Orhan Koloğlu'na göre, "milliyetçilik" temelindeki parçalanmanın tarihi aslında 1965'e kadar gidiyor: "Bu ayırım Süleyman Demirel olayından sonra çıktı. Demirel olayında bir parçalanma oldu. 25 numara ve 111'ler kopmaları o zaman oldu. (25 numara, Beyoğlu Nur-u Ziya Sokak'ta bulunan ve şimdi Asım Akin'in Büyük Üstad olduğu 14 bin üyeli Büyük Locayı; 111 ise Demirel olayından sonra Büyük locadan kopanların oluşturduğu Mason Mahfili'nin Tepebaşı’nda Meşrutiyet Caddesi’ndeki yerinin kapı numarası olduğu için bu grubu temsil ediyor.) Kopuşta 111'ler daha milliyetçi ve daha laik yapıya kaydılar. Öbürleri ise dini tamamen dışlamadı. 25 numarada hâlâ kutsal kitapların üzerinden yemin ettirilir. Oysa 111'ler kutsal kitap üzerinde yemin yaptırmazlar. Dinsizlik anlamında değil ama, 111'ler dini konuşmaz, laik anlayıştadır. Milliyetçilik ayırımı burada başladı." Kuşkusuz Türk masonluğunu tartışma masasına getiren olgulardan biri de, uzun süredir dile getirilen kalite düşmesi ve bozulma. Daha 1972'de Abdi İpekçi'nin sorularını cevaplandıran dönemin büyük üstadı Hayrullah Örs, mason tarihinde zaman zaman dolandırıcılar da olabildiğini anlatırken; "Fransa'da masonluk pek parlak değil. Hatta bunlar içinde büyük dolandırıcılar vardı. Meşhur Kazanova da masondur." diyor. Yine 1989'da Emin Çölaşan'ın, "Her mason pırıl pırıl bir insan mıdır, yoksa sizin aranızda da bazı üçkağıtçılar var mıdır?" sorusuna o zamanki büyük üstad Orhan Alsaç şu cevabı veriyor: "Elbette ki bizim toplumumuzun bazı özellikleri, bizim içimizde de var olabiliyor. Böyleleri aramızdan çıkabiliyor." 2002 yılında Aksiyon'a, "Masonluk da bozuldu" kehanetinde bulunan 32. dereceden mason Seyfi Basa, bugün yaşananları şöyle değerlendiriyor: "Ben en eski masonlardan biriyim. 1950'li yılların sonunda mason oldum. Bizim devrimizde masonluk umumiyetle yüksek tahsilli, medeni, hayatı bilir, nereden geldiği iyice tetkik edilen insanların bulunduğu bir şeydi. Türkiye'de her meslek bozulduğu gibi buraya alınan insanlar arasında da iyi olmayanlar olduğu için dört sene evvel o tabiri kullandım. Benim düşündüğüm manada iyi olmayanların, mason olamayacakların masonluğa alınmasından dolayı bu tabiri kullanmıştım." Yaşlılıktan dolayı üç yıldır locaya devam etmemekle birlikte 45 yılı aşkın bir süredir bu dünyanın içinde olan Basa, yine de 7 milyon dolarlık yolsuzluk olayına inanamıyor: "Eğer olmuşsa da masonluk için bir yüz karasıdır. Masonluğa yakışmayan bir iştir. Hakikatse de yakışmaz, iftira ise daha da yakışmaz. Bir yanlışlık olduğu kanaatindeyim. Çünkü masonluğun bu hale gelebilmesi değil Türkiye'de, dünyada mümkün değil. Mason karakterinde olanlar bunu yapamaz." Tartışmanın odağındaki eski ve yeni büyük üstadın her ikisini de şahsen tanımadığını belirten Basa, bu kadar yükselmiş olmasına rağmen localarda aktif görev almamış tek mason olduğunu vurguluyor: "Mesela Erol Simavi, üstad-ı muhteremlik, yani loca başkanlığı yaptı. Ama ben hiç görev almadım. Ben hiçbir zaman devamlı mason olmadım. Bu sebeple bana 'dışarıda mason' derlerdi. Çünkü toplantılara gittiğim zaman tenkit ederdim." ÜÇ’ÜN SIRRI İlginç olan, bütün bu tartışmalara rağmen; reytinglerinin giderek düştüğüne dair tezlerin masonlar tarafından asla kabul edilmemesi. Son zamanlarda bütün dünyada, özellikle ABD'de masonların güç kaybına uğradığını eski büyük üstad Paşakay da belirtiyor. Nitekim son 15 yılda Amerikan masonluğu bir milyon 150 bin üye kaybetmiş. Buna karşılık Avrupa ve Türkiye'de mason sayısında artış olduğu söyleniyor. Ama Türkiye'de yapılan tartışma bu üyelerin niteliği ile ilgili. Aksiyon'a yaptığı açıklamalarda "çok çok yetkili bir mason üstadı" olduğunun altını çizen büyük üstad da Türk masonluğundaki bu bozulmayı itiraf ediyor: "Türkiye standartlarına göre masonluğu değerlendirmek gerekir. Dünya çapında olmayan bir ülkede, dünya çapında masonluk beklenemez. Yine de pek çok kurumun çok üstündeyiz. Türk masonluğunun dış itibarını göz ardı etmeyin. Türkiye'nin pek çok sorunu masonlar sayesinde düzene girmiştir. Dünya masonluğunda çok üst düzeyde insanlar var." Sonuçta, eski büyük üstad Kaya Paşakay ve iki arkadaşının yolsuzluk yapıp yapmadığına mahkeme karar verecek. Ama şu andaki mason derneği yönetimi ve bu çizgideki birçok masona göre Paşakay'ın ihracında temel gerekçe yolsuzluk yapılmış olması ve öteki türlü tezler öküzün altında buzağı aramak. Ama, ihraç edilen üçlüden Prof. Sait Sevgener'in deyimiyle mahkemede pek çok şey aydınlanacak. Bir semboller ve ritüeller topluluğu olan masonlukta "üç" rakamının özel bir anlamı var. Masonluğun babası kabul edilen Hiram Usta'nın meslek sırlarını elde edemeyince onu öldüren kalfa sayısı üçtü. Karanlıktan yararlanarak mabedin üç kapısında gizlenmişlerdi. Her bir Hiram Usta'ya birer çekül darbesi vurmuştu ve Hiram üçüncü darbede ölmüştü. Mason yemin kürsüsünün üzerinde üç kutsal kitap var. Bu üç kitabın yanında üç ışık, yani üç sütun bulunur. Bu ışıklar aynı zamanda masonluğun üç temel derecesi olan çıraklık, kalfalık ve üstadlığı oluşturur. Üstadlık ile başlayan sürecin tepe noktası ise 33. dereceden mason olmak. Ne dersiniz, acaba ihraç edilen kişi sayısının üç olmasının da masonik bir anlamı mı var? (Katkıda bulunan: Ufuk Şanlı) PAŞAKAY: DEVLETE GİTMEM İHRAÇ SEBEBİ OLDU Eski büyük üstad Kaya Paşakay Galatasaray Lisesi mezunu. Bu yüzden Galatasaraylı masonlarca destekleniyor. İhraç edilmesinden sonra Aksiyon'a konuşan eski büyük üstad Kaya Paşakay'ın ilk sözlerinden biri, "Hem milli, hem de manevi değerlere saygılı bir insanım. Benim çizgim bu. Zaten masonluk hem milli bir olgu hem de Allah'a inancı, bir dine mensubiyeti şart koşan ve öteki dinlere saygılı aydın insanların oluşturduğu bir yapı.” diyor. Paşakay'ın bu sözleri kullanmasında, geçtiğimiz yıl Sabah gazetesine verdiği röportajın girişinde ona atfen yazılmış olan, "Eşi başörtülü mason yok" sözlerinin etkisi var. Ama, "Türban konusunda ağzımdan tek kelime çıkmadı. Başka bir arkadaş söyledi. Bana mal edildi. O toplantının canlı tanıkları da var. Her insanın hür iradesine ve hür inancına saygılıyım." ifadesini kullanıyor. Peki, Paşakay gazeteye o röportajı verirken yanında bulunan ve bu sözü söyleyen kişi bir başka mason muydu? Bu konuda sessiz kalıyor. Yedi milyon dolarlık yolsuzluk suçlamasını, "Hepsi birer yalan, iftira ve karalamadır.” diye nitelendiren Paşakay, yargı sürecine hazırlandığını belirtiyor. Paşakay ile birlikte ihraç edilen iki masondan biri olan eski Hazine emiri Prof. Sait Sevgener de, "Çok renkli bir dava olacağını düşünüyorum. Pek çok şey açıklanacaktır orada." demişti. Bu sözler, bugüne kadar hep kapalı kapılar ardında kalmış olan masonların sırları ile birlikte en üst seviyede ilk defa mahkemeye çıkmaları anlamına geliyor. Kendi döneminde bütün kararların 21 kişilik büyük görevliler kurulunda (yönetim kurulu) alındığını belirten Paşakay, "Ve şimdiki büyük üstad benim başyardımcımdı. Üstelik o zamanki görevliler kurulunun dörtte üçe yakını da yine şimdiki görevliler kurulunda." diyor. "Kapıya Türk bayrağı asmam bile problem oldu." deyip ihracında öne sürülen yolsuzluk gerekçesinin göstermelik olduğunu belirten Paşakay'ın "Nedir bu bayrak meselesi?" sorumuza verdiği şu cevap da Türk masonlarında yaşanan bu ayrışmanın uzun vadeli önemli sonuçları olacağını açıkça gösteriyor: "Bunlar ileride ortaya çıkacak detaylar. Zaman içinde herkes anlayacak…" Bazı gözlemcilere göre mason locasındaki büyük kavganın temeli, daha Paşakay'ın büyük üstad seçildiği gün atıldı. Çünkü seçimler sırasında Paşakay'ın bazı rakipleri, onun masonluğa girerken kariyeri hakkında gerçek dışı bilgiler verdiğini öne sürdüler. Buna göre Paşakay, 1970'lerde Dışişlerinde sadece üç yıl ikinci katip olarak çalışmasına rağmen kendisini emekli konsolos, hatta emekli büyükelçi olarak tanıtmıştı. Bu suçlamaya göre, Paşakay mason kardeşlerinden oy isterken şu biyografiyi dağıtmıştı: "1968 yılında Dışişleri Bakanlığının açmış olduğu sınavı kazanarak Dışişleri'nde göreve başladım. Yedek subaylık görevimi takiben, Dışişleri Bakanlığının çeşitli kademelerinde diplomat olarak çalıştım. Yurtiçi ve yurtdışındaki toplantılarda Dışişleri Bakanlığı'nı tek başıma temsil ettim ve son olarak 1974 yılında Almanya Nürenberg Başkonsolosluğu'na konsolos olarak atandım." Paşakay bu suçlamaya şu cevabı veriyor: "Benim ağzımdan ne büyükelçiydim, ne de yurtdışında görev yaptım lafı çıkmıştır. Merkezde çalışan bir Hariciye mensubuydum. 1973 kararnamesi ile dışarı tayin oldum. Almanya Nürenberg Başkonsolosluğu'na muavin konsolos olarak tayin oldum. Fakat yurtdışına gitme durumunda olamadım. 1974'te Hariciyeden ayrıldım, İstanbul'a ailemin işlerinin başına döndüm. Bu iftiralar 2003'te de gündeme geldi. Bunun en yakın tanığı Nabi Şensoy (Şu anda Türkiye'nin Washington Büyükelçisi). Biz onunla beraber meslek memurluğu sınavına girdik. Aynı dairede çalıştık. Beni yakından tanır." Paşakay, "Demek ki bu daha o zaman başlamış bir hesaplaşma?" sorumuz üzerine, "Tabii, tabii. Ama kardeşler bu iftiralara itibar etmeyerek beni büyük üstad seçtiler." cevabını veriyor. Paşakay'ın Dışişleri kariyeri hakkında Hürriyet'e açıklama yapan bir Dışişleri yetkilisinin sözleri ise şöyle: "Kendisi değil büyükelçi olmak, yurtdışında herhangi bir küçük görevde dahi bulunmamıştır. 1968'de Dışişleri'ne girmiş olabilir. Ancak üç senelik bir hizmeti var. Araya askerlik hizmeti girmiş olabilir. Kendisi aday meslek memuru olarak gelip, üçüncü kâtiplikten sonra ikinci kâtipliğe yükselmiş ve 1974 başlarında görevden ayrılmış." Paşakay'ın "beni yakından tanır" demesi üzerine Büyükelçi Nabi Şensoy'un da mason olabileceği ima edilmişti. Masonlar arasında, aynı gün locaya kaydolan ve matrikül kaydında alt alta yer alan kişiler ikiz kabul ediliyor. Nitekim, Süleyman Demirel'in ikizi Şekur Ökten'di. Ökten sonraki yıllarda masonların liderliğine kadar yükseldi. 1981-86 arasında büyük üstadlık yaptı. Acaba, Nabi Şensoy, Paşakay'ın ikizi mi? Paşakay Şensoy'un mason olmadığını kesin olarak açıklıyor. Aynı şekilde, türban yasağı ile ilgili olarak "kutsal gerçek" sözünü kullandığı ileri sürülen ancak bunu reddeden YÖK Başkanı Erdoğan Teziç de mason değilmiş. Türk masonlarını birbirine düşüren bu çetrefilli olayda, dile getirilen tezlerden biri de Paşakay'ın mason cemiyetinde Galatasaraylılar ekolünü temsil ettiği, çünkü Paşakay Galatasaray lisesi mezunu. Nitekim Galatasaray camiasına yakın masonların, Paşakay'a yapılan muameleyi desteklemedikleri ve yolsuzluk suçlamasını ciddiye almadıkları biliniyor. Paşakay, bu yöndeki sorumuza da yorum yapmaktan kaçınıyor. Paşakay, masonları toplumla barıştırdığını öne sürüyor. "Türkiye'nin tanıtımına katkıda bulundum" derken, kendi döneminde dışarıdan Türkiye'ye 33 delegasyon ve 25 üstad geldiğini vurguluyor. Ona göre masonların ilk kez cumhurbaşkanlığı seviyesinde kabul görmesine ve devletin masonlara kucak açmasına; devletin üst kademelerinde var olan ona karşı sevgi etkili olmuş. "Ülkemi seven, vatanperver, değerlere sahip çıkan biri olduğum için hakkımda suçlamalar yapıyorlar." dedikten sonra, Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa'nın öz torunu olduğunu özellikle belirtiyor. Başörtüsü yasağının arkasındaki kişilerden biri olduğunu öne sürenlere ise oldukça sert çıkıyor: "Bu iddiayı ortaya atanlar kökenlerini açıklasınlar, onların ne olduklarını öğrenip ondan sonra konuşalım." Paşakay tam tersine bu konuda toplumun beklentilerine ilk defa kendisinin cevap verdiğini öne sürüyor: "Toplumdaki yanlış imajı kırmaya çalıştık. Bizim de Allah inancımız var dedik." ÇOK ÇOK YETKİLİ BÜYÜK ÜSTAD ANLATIYOR "Sizinle çok çok yetkili bir mason olarak konuşuyorum." diyen ve masonluk hiyerarşisinde en son makam olan ve "şövalyelik" olarak nitelendirilen 33. derecede olduğu anlaşılan bir büyük üstad, Kaya Paşakay ve iki arkadaşının locadan ihraç edilmesine tepkili olanlardan. Mason derneğinde yedi milyon dolarlık bir yolsuzluk yapılmasına imkan bulunmadığını anlatırken, "Bir kere derneğin bütçesi bu rakamın yarısının bile altında. Olmayan bir paranın nasıl yolsuzluğu yapılabilir ki? Paris'te 100 dolarlık otel var, 50 dolarlık otel var. Ben Türk masonlarını temsil ediyorum deyip 100 dolarlık otelde kalmışsa kalır. Kimse buna bir şey söyleyemez. Parasal yolsuzluk olayını kabul etmiyorum." diyor. Şu anda yaşanan olayın kriz değil, sorun olduğunu öne süren büyük üstad, "Konu masonik sistem içinde mutlaka çözülür. Sistem kendi içinde kendini onarır." diyor. Paşakay'ın önceden başlamış olan bir açıklık politikasını uyguladığını vurgulayan aynı kişi şöyle devam ediyor: "Kendisi hiçbir zaman emekli büyükelçi olduğunu söylemedi. Sadece Hariciyeci olduğunu belirtmiştir. Büyük Üstad olmak için Büyükelçi olmak mı lazım? İki önceki büyük üstadımız, İzmir'de sıradan arazi davalarına bakan bir avukattı. Önceki bir büyük üstad bir şirkette mali işler müdürüydü." Sözü edilen avukat büyük
<< Önceki Haber Locada ulusalcı tasfiye Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER