Seçim sonrası Erdoğan'ın vaadettiği Türkiye!

Bugün gazetesi yazarı Adem Yavuz Arslan, Erdoğan'ın beklediği 'yüksek oy'u alırsa nasıl bir Türkiye vadettiğini yazdı...

Seçim sonrası Erdoğan'ın vaadettiği Türkiye!

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası Erdoğan'ın seçimleri kendisi için 'istiklal mücadelesi'ne çevirdiğini söyleyen Arslan, 31 Mart sonrası yeni bir dönemin başlayacağını vurguluyor. Pazar günü neyi oylayacağımız sorusunu soran Arslan, AKP'nin sevmediği kesimlere 'su bile vermemeyi' vadettiğinin altını çizerek, sandıkta mührü nereye vurduğunuz sadece şehrinizin belediye başkanını değil, ülkenin de geleceğini şekillendireceğinin önemine dikkat çekiyor. 

İşte Adem Yavuz Arslan'ın 'Pazar günü neyi oylayacağız?' isimli bugünkü köşe yazısı

Önümüzdeki bir yerel seçim olduğu için bu sorunun cevabı doğal olarak 'belediye başkanlarını' olacaktı. Fakat 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile birlikte Başbakan Erdoğan, seçimleri kendisi için 'istiklal mücadelesi'ne çevirdi.

Hal böyle olunca ne adaylar ne de projeler konuşulabildi. 

Başbakan eğer sandıktan beklediği 'yüksek oy'u alırsa 31 Mart sonrası yeni bir dönemin kapılarını açacak.

Peki Başbakan beklediği 'yüksek oy'u alırsa nasıl bir Türkiye vadediyor?

Bu soruya ışık tutması için 17 Aralık'tan bu yana yaşadıklarımıza hızlıca bir bakalım: Başbakan, kabinenin 4 önemli isminin karıştığı yolsuzluk, rüşvet ve para aklama iddialarını bir kalemde sildi.

İddiaları araştırması için yargıya destek olmak yerine emniyeti, yargıyı dağıttı.

Dün itibariyle 13 bini aşkın polis müdürü, amiri ve memuru sürüldü. Ses kayıtlarında olduğu gibi kimisi Hizan'a kimisi Fizan'a sürüldü. 

Aileler mağdur edildi.

Yüzlerce savcı ve hakim dağıtıldı. Bakanların 'mamasını veren' sanıklar ise tahliye edildi.

Mahkeme kararıyla yapılan dinlemelerden öğrendiğimiz kadarıyla bizzat Başbakan, Aydın Doğan'ın mahkûmiyeti için uğraşmış, Danıştay'a başkan seçtirmiş, Yargıtay'da hangi dairede kimin görev yapacağına karar vermiş. Soruşturma savcılarına karar vermiş. 

İşadamlarını arayıp baskı yapmış.

Beğenmediği ihaleleri uyduruk gerekçeler üreterek iptal etmiş, medya patronlarını 'ağlatacak kadar' azarlamış.

İşadamlarından ihale karşılığı 630 milyon dolar toplanıp Sabah-atv grubu alınmış. Yine ses kayıtlarından anladığımız kadarıyla hükümet ve havuz medyasının manşetleri 'aile tarafından' üstelik de MİT destekli atılmış. Son kayıt doğruysa CHP lideri Baykal'a kaset komplosunda da dahli olduğu görülüyor.

HSYK yasasını çıkarıp tüm yargıyı Adalet Bakanı üzerinden kendine bağlayan Başbakan 5. yargı paketi ile de ekstra koruma getirdi.

MİT'e inanılmaz yetkiler ve dokunulmazlıklar getiren bir yasa hazırlattı. TİB'i de MİT'e bağladı.

Anayasa'ya aykırı bir internet yasasını jet hızıyla Meclis'ten geçirdi. Cumhurbaşkanı Gül ise Anayasa'ya aykırı olduğunu söylediği bu yasaları imzaladı.

Mahkeme kararları sadece sorunlu içeriğin engellenmesi yani URL bazlı yasak getiriyordu. Fakat TİB Twitter'ı tümden kapattı. 

Yani kendi çıkardıkları yasanın bile ötesine geçtiler.

Yolsuzlukları, skandalları ortaya çıkmasın diye dünyaya rezil olmayı bile göze aldılar. Zaten medyayı baskıya alıp farklı sesleri kısmışlardı.

Söz geçiremediklerine de RTÜK üzerinden müdahale ettiler.

Samanyolu ve BUGÜN TV'ye tarihte görülmemiş kapatma cezaları verdiler. Yandaş ve havuz medyasında her gün 24 saat suç işlense de onları görmeyen RTÜK, hükümeti rahatsız eden kim varsa tepesine çöktü.

O da yetmedi kanunsuz bir şekilde Kanaltürk'ün ulusal yayın frekansını iptal ettiler. Bizim gruba özellikle yapılan eziyetler ortada.

Aslında fezlekelere ya da dava dosyalarına bakmaya bile gerek yok.

Sosyal paylaşım ve internet sitelerinde yer alan ses kayıtlarını dinlemek bile Türkiye'nin nasıl yönetildiğini açıkça gösteriyor.

Hak, hukuk, adalet sadece ve sadece Başbakan ile dar bir kadronun insafına bırakılmış.

Ankara küçük bir yer olduğu için herkes duydu: Bizzat Başbakan'ın talimatı ile hakim, savcı ve polis ayarlanıp Cemaat'e yönelik operasyon hazırlığına başlandı. 

Hiçbir suç bulanamayınca sahte evraklar hazırlandı.

İhbar yapıldı, aynı gün mahkeme karar aldı ve aynı akşam Kaynak Holding'e baskın yapıldı. Hazır bekleyen hükümet ve havuz medyası 'kara para soruşturması' diyerek kampanyaya başladı. 

28 Şubat'ta bile yapılmayan tasfiyeleri yapan MEB, müfettişleri sahaya sürüp ortaöğretim öğrencilerini sorguya çekti. Başbakan yurtdışındaki Türk okullarını kapatmayı temel hedefi yaptı. 

Fethullah Gülen'i Obama'ya şikayet ettiler. Hatta bizzat dosya sundukları da iddia edildi. Gülen'e yönelik kara propagandanın haddi hesabı kalmadı. 

Açıkçası yaşadıklarımızı özetlemek bile insanı yoruyor. 

17 Aralık'ta ortaya çıkan yolsuzlukları gözden kaçırmak isteyen hükümet her şeyi yakıp yıktı. Devletin temellerini çökertti.

Bizzat Başbakan'ın öncülük ettiği nefret söylemi aileleri bile böldü. 

Şimdi önümüzde sandık var. Oylayacağımız şey şu: Uzun analizlere gerek yok, Başbakan 'Bunlara su bile yok' dedi.

Buradaki 'bunlar' şimdilik Cemaat.

Düne kadar kendine destek olan ama bugün 'yolsuzluklar, fişlemeler ve anti demokratik uygulamalar' nedeniyle itiraz eden Hizmet Hareketi'ni imhaya çalışan bir başbakan var.

Fakat Başbakan'ın 'Su bile yok' dediği kesimler yarın herkes olabilir.

AKP sevmediği kesimlere 'su bile vermemeyi' vadediyor.

Bunu da Efkan Ala'nın dediği gibi 'Kır kapıyı al gazeteciyi, onay vermiyorsa savcıyı da al. Mahkeme kararı da ne oluyor, bizim yüzde 50 oyumuz var, biz istersek suç olmaktan çıkartan yasayı yaparız" psikolojisi ile yapıyor.

O yüzden sandıkta mührü nereye vurduğunuz sadece şehrinizin belediye başkanını değil, ülkenin de geleceğini şekillendirecek.

Tercih sizin.

<< Önceki Haber Seçim sonrası Erdoğan'ın vaadettiği Türkiye! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER