Selimiye Camii yıllara meydan okuyor

Mimar Sinan'ın 80 yaşında yaptığı ve ''ustalık eserim'' dediği Selimiye Camii göz kamaştırmaya devam ediyor.

Selimiye Camii yıllara meydan okuyor

Edirne Kültür ve Turizm Müdür Vekili Necmi Asan, Osmanlı-Türk sanatının ve dünya mimarlık tarihinin başyapıtlarından olan tarihi Selimiye Camii'nin Edirne'nin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun simgesi olarak tarihte yer aldığını söyledi. Kentin merkezindeki Selimiye Camii'nin 1568-1575 yılları arasında Sultan II. Selim'in emriyle 400 kalfa ve 14 bin işçi tarafından 2475 metrekarelik bir alanda yaptırıldığını ifade eden Asan, çok uzaklardan dört minaresi ile göze çarpan yapının, kurulduğu yerin seçimiyle, Mimar Sinan'ın aynı zamanda usta bir şehircilik uzmanı olduğunu gösterdiğini bildirdi. Kesme taştan inşa edilen caminin mimarlık tarihinde en geniş mekana kurulmuş yapı olarak nitelendirildiğini anlatan Asan, ''Selimiye Camii, varlığıyla Edirne'ye güç katarak ona simgesel bir nitelik kazandırmıştır. Yalnız zamanımızın araştırmacıları değil, eski yazarlar da Selimiye'nin bir başyapıt olduğu konusunda birleşirler'' dedi. Necmi Asan, Selimiye Camii'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki gücünün hala devam ettiği 16. yüzyıldaki politik egemenliğini de vurgulayan ''son sultan yapısı'' olduğunu belirtti. SELİMİYE CAMİİ'NİN YAPIMINDA KULLANILAN MALZEMELER Kültür ve Turizm Müdür Vekili Necmi Asan, Selimiye Camii'nin yapı malzemelerinin Edirne piyasasından sağlandığını ve inşaata ilişkin belgelerde, bazı direklerin Enez'den, renkli taşocağı ürünlerinin Fere'den (Yunanistan), mermerlerin Marmara Adası ve Kavala'dan (Yunanistan) getirildiğinin yazdığını anlattı. Asan, şöyle dedi: ''Evliya Çelebi, beyaz mermerden yapılan avlu için Atina'dan ve Temaşalık denen bir yerden gelen 6 sütundan söz eder. Yine Evliya Çelebi Kıbrıs'tan ve Hüdavendigar Sancağı'nın Aydıncık kasabasından getirilen diğer sütunların birer Mısır hazinesi kadar harcama yapmayı gerektirdiğini belirtir. Bazı kaynaklarda ise Selimiye Camii'nin yapım masrafının Kıbrıs'ın fethinden elde edilen gelirle karşılandığı da belirtiliyor.'' Selimiye'nin yapıldığı alanda Sultan 1. Murat'ın emriyle başlatılan ancak Sultan Yıldırım Beyazit'in geliştirdiği Eski Saray (Saray-ı Atik) olarak anılan Edirne'nin ilk sarayı ve Baltacı Muhafızları Kışlası bulunduğunu bildiren Asan, Evliya Çelebi'nin Kavak Meydanı dediği alana yapılışının da yine Sultan 2. Selim'in rüyasına bağlayanların bulunduğunu söyledi. Mimar Sinan'ın yer seçiminde gelişigüzel davranmayıp bilinçli bir hesaplama içinde bulunduğu görüşünü benimseyenlerin de olduğunu belirten Necmi Asan, Mimar Sinan'ın bu seçimde Selimiye'nin merkezi bir yapı olma özelliğini dikkate alırken ustalığını ve hayal gücünü de kullandığını bildirdi. Selimiye'nin avlusunun yaklaşık birbirine eş iki dikdörtgen alandan oluştuğunu ve avluya giren kapıların en görkemlisinin batı yönüne açıldığını ifade eden Asan, buradaki kapıdan girildiğinde beyaz mermerden çatısız ve çanak şeklinde bir şadırvanla karşılaşıldığını, bu onaltıgen şadırvanın Osmanlı mimarisi klasik döneminin en güzel tasarımlarından biri olduğunu kaydetti. Şadırvanlı avluda 18 kubbe ile 16 sütun bulunduğunu belirten Asan, Selimiye'nin dış avlusunun camiyi üç taraftan çevirdiğini ifade etti. Selimiye Camii'nin taş duvarlarla çevrili geniş dış avlusunda Dar-ül Sübyan, Dar-ül Kur-a ve Dar-ül Hadis yapıları bulunduğunu kaydeden Necmi Asan, ''Bahçe kapılarının sayısı sekizdir. Bunlardan Mimar Sinan Caddesi'ne doğru açılana önceleri Alay Kapısı, kıble tarafındaki küçük kapıya Dilenci Kapısı, doğuya dönük ortadakine de Darphane Kapısı denmekteymiş. Caminin batıdaki büyük kapısıyla birlikte dört kapısı vardır'' dedi. SANAYİ ÖNCESİ MİMARİNİN DORUK NOKTASI Kültür ve Turizm Müdür Vekili Asan, aslında büyük mekan yapıları için kubbelerin hem bir baş öğe olduğunu hem de göğün, tanrının, politik gücün ve kent fizyonomilerinin simgesi haline geldiğini anlatarak, Selimiye'nin kubbesinin bu anlamda ve sanayi öncesi mimaride tek kubbeli mekan yapılarının gelişmesini en son noktaya ulaştıran bir ''doruk nokta'' olarak kabul edildiğini söyledi. Kubbenin yüksekliğinin 43 metre 28 santimetre, çapının 31 metre 22 santimetre olduğunu ve 8 sütun (fil ayağı) üzerine oturtulduğunu belirten Necmi Asan, Selimiye'nin kubbesinin Osmanlı mimarisinin olduğu kadar, kubbeli yapı geleneğinin en büyük aşaması olduğunu bildirdi. Asan, kubbedeki kalem işi süslemelerin 1978-1985 yılları arasında restore edildiğini anımsattı. CAMİNİN İÇİ Necmi Asan, caminin içindeki müezzinler mahfelinin, namaz kılınırken müezzinlerin imamın tekbirlerini arka saflara duyurmak için tekrarladıkları yer olduğunu söyledi. Bazılarının zeminden bir kaç karış kadar yüksek bir sofa halinde, bazılarının da 2-3 metre kadar yüksekçe olup kagir olanların mermer ayaklar üzerine, ahşap olanların ise direkler üzerine oturtulduğunu anlatan Asan, şunları kaydetti: ''Selimiye'deki müezzinler mahfeli, iç mekana girildiğinde büyük kapı karşısında ve kubbenin tam altında bulunmaktadır. Bazı yorumcular bu konumu nedeniyle mahfeli Mimar Sinan'ın tarzı olarak kabul etmezler. Çünkü mahfeli, bu haliyle namaz kılanların mihrabı görmelerine engel oluşturur. Selimiye müezzinler mahfeli ise 11 mermer ayak üzerine kondurulmuş bir ahşap yapıdır. Dört tarafı orijinal ceviz korkuluklarla çevrilmiştir. 1950 yılındaki restorasyon sırasında iskelenin çökmesi korkuluklarda büyük hasar meydana getirmişse de kırılan parçalar daha sonra yenilenmiştir. Orijinal ceviz parmaklıklardaki elma ağacından kakma fletolar ve açık yeşil, açık kırmızı, koyu yeşil gri boyalar, 1984 yılında yapılan son restorasyonda ortaya çıkmıştır.'' Ahşap üstü kalem işlerinin, sıva üstü kalem işlerinden sonra Osmanlılar'da çok uygulanan bir teknik olduğunu anlatan Necmi Asan, bu tekniğin sıva üstü işlere göre daha dayanaklı ve günümüze hiç restore edilmeden ulaşan örnekleri bulunduğunu söyledi. Bunun nedeninin dış etkenlerden korunan yerlere uygulanması ve yapıldıktan sonra nakışlar üstüne bir sır tabakası çekilmesi olduğunu ifade eden Asan, bu uygulamanın en çok 16. yüzyıl Mimar Sinan devri eserlerinden ve hünkar mahfeli tavanları ile müezzin mahfeli tavanlarında görüldüğünü bildirdi. Müezzinler mahfelinde ahşap üstü kalem işlerinin olağanüstü güzellikteki örneklerinin görülebileceğini bildiren Asan, ''1950'deki hasardan sonra, bir iki ahşap, orijinal desen ve renklere sadık kalınarak yeniden boyanmış, diğer süslemelere törpüleme dışında müdahale edilmemiş, yalnızca yer yer eksik motifler tamamlanmıştır. Mahfelin tavanında çark-ı felek olarak adlandırılan motif bulunur. Son restorasyonda yenilenmiş olan çark-ı felek, burada caminin sonsuza kadar yaşaması dileğini anlatır'' diye konuştu. EN ÇOK MERAK KONUSU, TERS LALE Kültür ve Turizm Müdür Vekili Necmi Asan, müezzinler mahfelinin tam altında bulunan şadırvancığın mermerden inşa edildiğini belirterek, Evliya Çelebi'nin bu şadırvanın havuzunu Bursa Ulu Camii havuzuna benzettiğini, halk arasında şadırvandan akan suyun ise zemzem suyu olduğuna inanıldığını kaydetti. Ters lale motifinin ise en çok merak edilen motif olduğunu bildiren Asan, şöyle konuştu: ''Müezzinler mahfelinin kuzeydoğu yönünde, köşedeki mermer ayağında, bir küçük ters lale motifi bulunur. Yaygın söylenceye göre bu lale, cami arsasının sahibi olan ve burada lale yetiştiren kişinin arsaya cami yapımı için çıkardığı güçlük ve ters tutumunu sembolize etmektedir. Bazılarına göre caminin yapımında çalışan kör bir ustanın ürünü olan bu lale için halk arasında başka inançlar da vardır. Örneğin, Allah ve lale sözcüklerinde aynı harfler bulunması nedeniyle bu çiçeğe mistik bir anlam kazandırılmış ve kutsal sayılmıştır. Ayrıca eski harflerle yazılmış lale sözcüğü tersten okunduğunda Osmanlıların kutsal alameti olan hilal okunur. Bir başka yaklaşım da Mimar Sinan'ın o günlerde hastalanan ve ölen torunu Fatma ile ilgilidir. Buna göre zaten kalın boğumuyla yeteri kadar bozulmuş lale motifi Sinan'ın torunuyla ilgilendiği ve moralinin bozuk olduğu günlerde bir kalfa tarafından kondurulmuştur. Selimiye'deki ters lale motifi, ziyaretçilerce, günümüzde de en çok merak edilen cami ögelerinden biridir ve farklı söylenceleri olma özelliğini sürdürmektedir. Ters lale dahil Selimiye çinilerinde 101 ayrı lale motifi kullanılmıştır. Selimiye Camii'nde sıva üstü ve ahşap boyama kalem işlerinde değişik lale motifleri kullanılmıştır.'' ''ALLAH GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR'' Necmi Asan, hünkar mahfilini süsleyen çinilerin bir bölümünün 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Edirne'yi işgal eden Rus ordularının Generali Skobelef tarafından söktürülerek, Moskova'ya götürüldüğünü belirtti. Hatibin çıkıp hutbe okuduğu yer durumundaki Selimiye minberinin sağ ve sol yanındaki bölümlerin mermerden olduğunu ve geometrik örgüyle süslendiğini ifade eden Asan, burasının çini kaplı bir külahı olduğunu, örnekleri arasında en zarif mermer işçiliğini temsil ettiğini kaydetti. Selimiye Camii'nde mihrabın tamamen mermerden yapıldığını anlatan Asan, kabartma çinilerle süslenen Amenerrasulü ile Fatiha suresinin camide görsel bir odak yarattığını söyledi. Asan, mihrap duvarındaki girintinin, boyutları ve yarım kubbe örtüsüyle Selimiye mekanına etkili bir kimlik kazandırdığını bildirdi. Caminin minarelerinden sonra yapılan bezemesinde, en önemli ve ilgi çeken ögelerin pencereler ve örtüden inen kandiller olduğunun kabul edildiğini belirten Asan, bazı pencerelerin üstünde eski yazıyla, ''Allah göklerin ve yerin nurudur'' yazdığını söyledi. SELİMİYE ÇİNİLERİNİN TÜRK ÇİNİ SANATINDAKİ YERİ Kültür ve Turizm Müdür Vekili Necmi Asan, Selimiye çinilerinin İznik'in en parlak döneminin üretimi olduğunu belirterek, 1572 tarihli bir fermanla çinilerin İznik'ten sipariş edildiğini anlattı. Camiyi yaptıran 2. Selim'in pencerelere kadar çini olmasını, pencerelerin üstüne Fatiha suresinin çiniyle yazılmasını emrettiğini kaydeden Asan, şöyle dedi: ''Mihrap çıkıntısındaki çini düzeninde buna uyulurken, hünkar mahfilinin çini düzeninde uygulanmadığı görülür. Türk çini sanatının en parlak yıllarındaki bu uygulamada görülen ölçülü kullanıma rağmen çini panoların kalitesi ve desenle uygulanan bezeme programı günümüzün yegane örnekleri durumundadır. Bu durum, Selimiye'yi mimari başarısı yanında çini sanatı açısından da çok önemli bir yere getirmiştir. Selimiye Camii çinileri, başka yapılarda rastlanmayan özgün ve Osmanlı mimarisi ile Türk çini sanatı içinde çok özel bir yere sahiptir.'' SELİMİYE CAMİİ'NİN MİNARELERİ Necmi Asan, caminin kareye yakın ve enine dikdörtgen planlı, dört köşesinde bulunan minarelerin yapıyı çevreleyen ve büyük kubbeyi kucaklayan bir görünüm sunduğunu ifade ederek, böylece minarelerin merkezi bir planı vurgularken yapıya dikeylik özelliği de kattığını söyledi. Selimiye Camii'nin 3 metre 80 santimetre çapında, 70 metre 89 santimetre yüksekliğinde, üçer şerefeli 4 zarif minaresi olduğunu belirten Asan, ''Selimiye'den yüksek tek minare ise Delhi'deki Kutb-Minar'dır. Ancak bu minare Selimiye minarelerine göre çok kalındır'' dedi. Asan, Selimiye Camii'nde her taraftan son sınırlarına kadar gerilmiş dengeli mekan, şahane bir sükun halinde olup değişik cazibesiyle camiye her girenin gözlerini kamaştırdığını, yüksek minareler arasında dıştan kubbenin biraz basıkça düşmüş olmasının mekanın tek bir kubbe ile örtülmüş olmasından ileri geldiğini kaydetti. CAMİ İÇİ ŞAHESERLER Necmi Asan, Selimiye'de mimari gibi diğer Osmanlı sanatlarının da gelişmenin en yüksek noktalarına vardığını belirterek, mermerden yapılmış minber işçiliğindeki incelik, yükseklik, büyüklük ve güzellik bakımından bu grubun diğer şaheserlerini gölgede bıraktığını söyledi. Mihrap kısmının sol tarafında hünkar mahfilinin göz alıcı zengin çinilerle dikkat çektiğini bildiren Asan, ''Burada sonradan kesilip yerlerine konmuş gibi görünen meyve vermiş iki elma ağacı bütün Osmanlı çinilerinde tek orijinal dekor olarak karşımıza çıkmaktadır. Elma fidanının kökü karanfil, lale ve sümbüllerle zenginleştirilmiştir. Bahar açmış erik fidanı da birkaç defa tekrarlanarak hünkar mahfilinde taze bir bahar havası estirilmiştir'' diye konuştu. Selimiye Camii avlusunun kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerindeki minarelerin üçer merdiveni bulunduğunu ifade eden Asan, birinci merdivenle birinci ve üçüncü şerefelere, ikinci merdivenle ikinci ve üçüncü şerefelere, üçüncü merdivenle ise doğrudan doğruya üçüncü şerefeye çıkıldığını, bu sırada çıkanların birbirlerini görmediğini söyledi. Asan, güneydoğu ve güneybatı köşelerindeki minarelerin şerefelerine ise tek merdivenle ulaşıldığını bildirdi. -1913 BULGAR İŞGALİNDEN BİR İZ- Selimiye Camii'nde 1913 yılındaki Bulgaristan'ın kuşatmasında camiye isabet eden top izlerinden birinin hala görülebilir durumda olduğunu belirten Asan, hünkar mahfeli yönünde ve kubbecikte bulunan bu izin, 1930 yılında Atatürk'ün Edirne'ye yaptığı ziyarette onun emriyle bir ''ibret'' olarak yerinde bırakıldığını kaydetti. SELİMİYE'YE İLİŞKİN İNANÇLAR VE SÖYLENCELER Necmi Asan, halk arasında Selimiye'yi yüceltme arzusundan kaynaklanan söylencelerin bazılarının zamanla inanç haline dönüştüğünü belirterek, bilimsel anlamda doğrulanmayan veya büsbütün yanlış olduğu ortaya konulan söylence ve inançlara verilen örnekleri şöyle açıkladı: ''Selimiye'nin kubbesi Ayasofya'dan büyük değildir. Ancak Mimar Sinan'ın ağzından yazıldığı belirtilen ''Tezkiret-i Bünyam''da Selimiye anlatılırken, ''Kubbeyi, Ayasofya kubbesinden altı zira kadrin ve dört azra derinliğin ziyade eyledim'' dediği belirtilir. Gerçekten de Selimiye kubbesi yarıküre, Ayasofya kubbesi oval ve basıktır. Selimiye'nin kubbe çapı 31.22 metre, Ayasofya'nın ise 30.90 ile 31.90 arasında değişen hafif oval bir kubbedir. Bu da hemen hemen eş büyüklükte oldukları anlamına gelir. Mimar Sinan, Selimiye'de Osmanlı mimarisinin özlemini çektiği mekan bütünlüğünü gerçekleştirdiği için kendisiyle övünmektedir. Müezzinler mahfeli altındaki şadırvandan akan su zemzem suyu değildir. Pencereleri 999 adet olmayıp 'Eğer bin olsaydı Mekke yerine geçecekti' görüşü yanlıştır. Çünkü pencere sayısı söylenenin neredeyse yarısı kadar olup haremde 342, harem avlusunda 42 pencere bulunmaktadır. Şerefe sayılarının toplam 12 oluşu '2. Selim'in padişahlık sıralamasındaki 12. yeriyle ilgilidir' görüşü tartışmalara açıktır. Bazı tarihçiler 1. Süleyman ve Musa Çelebi'yi padişah kabul eder, bazıları etmez. 2. Selim'in 12'nciliği ise bu yaklaşımlara göre değişmektedir. Selimiye Kıbrıs ganimetleriyle yapılmamıştır. Padişah'ın rüyasında 'Kıbrıs'ı alırsam Edirne'de cami yaptıracağım' şeklinde Hz. Muhammet'e söz vermesiyle ilgili olamaz. Çünkü, caminin yapımı Kıbrıs'ın alınmasından önce başlamıştır. 'Minarelere hangi yönden bakılırsa bakılsın iki adet görülür' değerlendirmesi yanlıştır. Minareler çok yerde üçer görülebilir. Ters lale konusu çok yorumludur. Örneğin, Selimiye'nin yapıldığı yerin özel bir kişiye ait lale tarlası olduğu da kabul edilemez. Çünkü o alan Edirne'de ilk saraya aittir. Caminin altında kayıkla gezilebilecek oranda su bulunduğu kanıtlanamamıştır.'' ''MİNARE EĞRİ''.. AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Selimiye Camii'nin yapımıyla ilgili bazı ilginç öyküler de bulunuyor. Caminin minaresiyle ilgili de halk arasında anlatılan bir hikaye şöyle: ''Caminin yapımının bittiği sabah Mimar Sinan, bütün ustalarını, işçilerini avluda topladı. Hepsi de el birliğiyle gerçekleştirdikleri yapıya övünçle baktılar. O sırada, mahallenin çocuklarından biri geçiyordu. Birçok adamın meraklı meraklı camiye baktığını görünce, o da onlar gibi ellerini arkasına bağlayıp durdu. Aynı yerde bakmaya başladı. Çocuğu gören Sinan, yanına yaklaştı, 'E, sen ne dersin bakalım küçük. Camimizi nasıl buldun, güzel olmuş mu?' diye sordu. Çocuk, gözlerini kısarak baktığı minareyi parmağıyla gösterdi, 'Bak, o minare eğri olmuş dedi' dedi Sinan'a. O ana kadar sesi çıkmayan bütün ustalarla işçiler, 'Nasıl olur, parmak kadar çocuk nereden bilirmiş' diye homurdanmaya başladılar. Sinan, elini kaldırarak konuşanları susturdu. 'Ustalar, çocuk doğru söyledi' dedi. Hepsi Sinan'ın yüzüne şaşkınlıkla bakıyordu. Sinan aldırmadı. Kalfalardan birini yanına çağırdı. Kalfaya, palanganın kalın ipini alıp çocuğun gösterdiği minareye çıkmasını söyledi. İpi, üçüncü şerefenin üstünden minareye sıkıca bağlattı. Ucunu aşağı sarkıtmasını istedi. İpin ucu aşağı ulaşınca adamlarına tutturdu. 'Şimdi var gücünüzle ipe asılın' dedi. Adamlar, bir anlam veremedikleri bu işi Sinan'ın buyruğuyla yaptılar. Sinan, adamları ipe asılırken küçük çocuğun saçlarını okşayarak sordu, 'Nasıl küçük minarenin eğriliği düzeldi mi dersin'. Çocuk, dikkatle minareye bakıyordu, adamlar var güçleriyle ipe asılıyordu. Neden sonra çocuk, 'Tamam, şimdi düzeldi' dedi. Sinan, adamlarına ipi bırakmalarını söyledi. Çocuk minarenin düzeldiğinden emin olarak yanlarından uzaklaştı. Çocuk gider gitmez kalfalarla ustalar Sinan'ın çevresini aldılar. Yaşlı mimara biraz da kızmışlardı. 'Bu ne iştir? Minarenin dümdüz olduğunu bizim kadar siz de biliyorsunuz. Kendi elinizle ölçüp biçtiğiniz minareyi ne diye iple çektirdiniz bize? Böyle gülünç bir şey görmedik şimdiye dek. Ak sakallı koskoca bir mimar bir çocuğun sözüne uyar mı hiç?' diye sordular. Sinan, gülümseyerek, baktı yüzlerine, 'Minarenin doğru olduğundan ben de eminim. İple çekilerek düzeltilemeyeceğini ben de biliyorum. Ama bir çocuğun gözünde bile Selimiye'nin özürlü sanılmasını istemem. Onun için yaptım bunu. Bundan böyle hiç kimse Selimiye'nin herhangi bir özrü olduğunu söyleyemeyecektir. Yüzyıllar boyunca eksiksiz bir yapı olarak anılacaktır' dedi. Ustalar o zaman Sinan'a hak verdiler. Bu bilgece davranışını yaşadıkları sürece, unutmayacaklarını söyleyerek saygıyla elini öpüp kucaklaştılar.'' AA
<< Önceki Haber Selimiye Camii yıllara meydan okuyor Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER