Yoldaş, kıble ne taraf?

Sol, kadim din düşmanlığından vaz mı geçiyor yoksa?

Yoldaş, kıble ne taraf?

Mustafa Sarıgül, her ay bir kez Eyüp Camii’ne sabah namazına gidiyor. Doğu Perinçek cenaze namazında görülüyor, soranlara ise hiç gocunmadan ‘ne var, ne olmuş?’ gibi cevaplar veriyor. Ertuğrul Günay ise İsrail ile Hizbullah arasındaki gerilimin tırmandığı sıralarda Şam’dan yapılan yayında Asr Sûresi’ni okuyor. Solcu-İslamcı gençler, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun çatısı altında bir araya gelip savaş karşıtı gösteriler yapıyor. Durum öyle büyük hayaller kurmaya elverişli değil; ama umut fakirin ekmeği. Ne dersiniz? Sol, kadim din düşmanlığından vaz mı geçiyor yoksa? Fuat Keyman, sol için “Toplum ile bağlarını tesis etmek için din ile ilişkisini yeniden düzenlemek zorunda kaldı.” diyor mesela. Diğer görüşler için içeri göz atmanız gerekecek... Solcuyum elhamdülillah! Mustafa Sarıgül, Şişli Belediye Başkanlığı’nı tekrar kazanırken yüzde 70’lik rekor bir oy potansiyeli ile bütün dikkatleri üzerine çekmişti. ‘Sol’ partilerin yerel seçimlerdeki hezimetine karşılık Sarıgül, seçimden büyük bir zaferle çıkmıştı. Bunun en büyük sebebi Sarıgül’ün seçmenlerini yakın markaja almasından kaynaklanıyordu elbette. Ancak ‘solcu’ bir belediye başkanı olarak da çizdiği tablo emsallerine göre oldukça sıra dışı. Örneğin, 15 yıldır ayda bir kere Eyüp Camii’ne sabah namazına gidiyor. Doğal olarak cami çıkışında Sarıgül’e uzaktan baktığınızda cami cemaati sabah sohbetinde sanırsınız. Kendisi de Şişlili olan Sarıgül, ilçedeki bazı camilerin hocalarını otuz yıldır tanıyor. Neredeyse ahbap olmuşlar. İlçedeki camilerin restorasyonu, bahçelerinin temizliği ile yakından ilgilenen Sarıgül, bununla da yetinmiyor Ramazan ayında 62 tane araç tahsis ederek vatandaşı Bursa, Edirne ve Konya’daki dini mekanlara da bedava taşıyor. Sarıgül, buradaki yaklaşımını “İnançlarını doya doya yaşayan adamdan kimseye zarar gelmez. Zaten inançsız adam boş bir tenekeye benzer. Ancak inançlar Allah’a ulaşma yoludur, siyasete de alet edilemez.” şeklinde açıklıyor. Bir dönem CHP başkanlığı için mücadele veren Sarıgül’ün bu tarz siyaset anlayışı 1980 öncesinde olsa kızılca kıyamet kopardı. Fakat bugün, radikal sol gruplarla bile İslam arasında büyük yumuşama yaşanıyor. Örneğin, bir dönemin sıkı Maocusu İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, cenaze namazında boy gösteriyor. CHP lideri Deniz Baykal, bir dönem ‘Anadolu solu’ diye meydanlarda dolaştı; fakat şimdilerde yine o eski ağır Kemalist çizgisine avdet etti. CHP eski genel sekreteri Ertuğrul Günay’ın eski SP’li Mehmet Bekaroğlu ile parti kuracağına ilişkin söylentiler var; söylentinin aslı varsa bu bir polaroid fotoğraf elde etmeye çalıştığımız olguda haklı bir tesbite vardığımız sonucuna götürür bizi; söylenti gerçek değilse camiada böyle bir beklenti var demektir, ki o takdirde beklentinin nedenleri tartışılmalıdır belki. İslam ile sol arasındaki keskin sınırların yumuşaması gibi bir durum var mı? Bu soruyu sormak için henüz erken olabilir, ancak erkenci olmak geç kalmaktan iyidir. Solun, dine, muhafazakarlara kırmızı gül uzattığını düşündürecek birçok şey var. Nitekim Prof. Dr. Haluk Özdalga, soldaki bu açılımı olumlu olarak nitelendiriyor. Özdalga’ya göre ne yazık ki bu tutum tüm solu etkisi altına almış değil. Sol içindeki bazı grupların veya kişilerin dine ve İslam’a karşı yanlış ve çarpık bakış açısına sahip olduğunu vurgulayan Özdalga “Solculuk aslında din ile kavgalı bir ideoloji olarak görülmemeli. Bu durum Türkiye özelinde ortaya çıkıyor. Benim inancıma göre tamamen tersi olması gerekli. Çünkü değişim yapacak toplum, kendi geleneklerinden, tarihinden güç alarak harekete geçmek zorundadır. Burada din önemli bir unsurdur. İslam, Türk toplumunun temel taşı. Onu düşman gibi gören sol anlayış nasıl bir değişime öncülük yapacak, inanmıyorum.” diyor. Hatta Özdalga’ya göre CHP’nin Türkiye’deki siyasetin belirleyici aktörü haline gelmesi için din ile barışmaktan başka çaresi yok. Prof. Dr. Fuat Keyman ise bu yaklaşımı iki ayrı açıdan ele alarak açıklıyor. Birincisi, sol ve sosyal partiler sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bir kan kaybı yaşıyor. Toplum ile bağları giderek zayıflıyor. Bu yüzden dünya genelinde ‘Sol yeniden nasıl inşa edilebilir?’ tartışmaları yaşanıyor. Türkiye’ye bakıldığında da hem ekonomik hem sosyal alanda dinsel kimliğin varlığı tartışılmaz bir biçimde gün geçtikçe artan bir şekilde ağırlığını hissettiriyor. Bu yüzden toplum ile bağlarını koparmış sol, toplum ile bağlarını tesis etmek için din ile ilişkisini yeniden düzenlemek zorunda kaldı. Keyman’a göre diğer bir tabir ile ‘sol’, ‘madem Türk toplumu muhafazakar bir toplum, öyle ise biz de onlara bu damardan girelim’ şeklinde bir tutum izliyor. Keyman, Sarıgül’ün belediye başkanı olmasının kendisine rahat hareket etme alanı verdiğini düşünüyor. Ancak CHP’nin devlet ile yakın ilişkide olması, partinin manevra alanını daraltıyor. İkincisi Türkiye’de ciddi bir ahlaki erozyon yaşanıyor ve bu yozlaşmadan herkes rahatsız olmasına karşılık, sol hareketler bu soruna alternatif çözümler üretemiyor. Çözüm üretemedikleri için din ile ilişkiye giriyorlar. Keyman, “Türkiye’de son 20 yıldır büyük bir ahlaki erozyon yaşanıyor. Dinsel kimlik, alternatif ahlak anlayışı sunarken, sosyal demokrat hareketler bu soruna yanıt veremiyor. Bence solun iki tercihi olabilir. Bunlardan birincisi Mustafa Sarıgül’ün yaptığı gibi İslami kimlik ile bağ kurup kendisini öyle gösterebilir veya kendi alternatif ahlak anlayışını üretmeye çalışır. Çünkü her üç dinde yazılı etik kurallar var. Demokratik ahlakı yürürlüğe sokabilirler. Ahlaki olmak ikili ilişkilerde çok önemli bir boyut. Liberallerin ve sosyal demokratların unuttuğu en önemli nokta burası. Bunu es geçiyorlar. Ahlakın altının çizilmesi gerekli.” diyor. Keyman, ayrıca sol ile dinin birbirine tezat teşkil etmediğini savunuyor. Yani bir CHP’li namazını kılabilir, orucunu tutabilir sonra da gider parti kongresinde delege olarak oyunu kullanabilir. CHP’li olup sosyal demokrasiyi benimsemesi bir insanın dindar olmasına mani değil ve bu durum bir çelişki de teşkil etmez. Sorun onun bu durumu nasıl içselleştirdiği. Ecevit’in başarısı din ile barışık olmasında yatıyor Türkiye siyasetinde bazı konular haksız tartışma vesilesi yapılmaktadır. Din konusu bunların en önemlilerindendir. Din kişilerin de, toplumların da kültürlerinin oluşumundaki en büyük etkenlerden biridir. Bu açıdan reddedilmesi yahut görmezden gelinmesi mümkün değildir. Hele siyaset böyle önemli bir etkeni kesinlikle görmezden gelemez. Ancak din, günlük yaşamda sürekli çekiştirilecek bir tartışma konusu değil, bir kutsal inançlar bütünüdür. Kutsal inançların siyaset ya da ticaret gibi sürekli çekişme ve yarışma gerektiren alanların istismar konusu yapılmaması gerekir. Bu alandaki dikkat, dine ilgisizliğin ve uzaklığın değil, gerçekte saygının ifadesidir. Fakat ülkemizde, gücünü savunduğu fikirden değil, kolaycı bir kandırma çabasından almaya çalışan bazı çevreler siyasette de, ticarette de sürekli olarak dini ve kutsal değerleri kullanmaya çalışmışlardır. Geçmiş yıllarda bayrak ve Kur’an öperek halktan destek almaya çalışan siyaset adamlarının yahut son yıllarda dini kullanarak yurttaşların paralarını yok eden ticaret adamlarının yaptıkları herkesin hafızasında. Ancak, bir yandan bütün bu istismarcı davranışlar sürerken, siyasetin bir başka kanadı da din konusundaki tutumunu -zaman zaman- bir kayıtsızlıktan öte, neredeyse karşıtlık görüntüsüne dönüştürmüştür. Bu kayıtsızlık, siyasetin bir kanadının dinsel inançlardan uzak olduğu yolunda bir kanaatin toplumda yaygınlaşmasına dinin siyasette bir çatışma konusu olmasına yol açmıştır. Türkiye siyasetinin ‘sol’ kanadı, 1970’li yılların başında bu ‘özde haksız’ görüntüyü kırmayı başarmış ve o dönemde Ecevit’in öncülüğünde iki kez (1973 ve 1977’de) seçimlerden ilk sırada çıkmayı başarmıştır. 73 ve 77 seçimlerindeki başarının tek nedeni toplumun inançlarıyla barışık görüntü verilmiş olması değilse bile, bu görüntünün başarıdaki önemli katkısı da inkar edilemez. Ne yazık ki, 80’lerden sonra halka yukarıdan bakan seçkinci tavır yeniden bu çevrelere egemen olmuştur. Ve halen zaman zaman birtakım düzeltme çabaları olmasına karşılık, bu siyasal çevrelerde esas olarak bu tavır egemendir. Kendi payıma bu tavrı siyasal yaşamımın hiçbir döneminde doğru bulmadım. Dinin, kutsal değerlerin, inançlarımızın istismar edilmesine kesinlikle karşıyım. Ancak kişisel ve toplumsal yaşamımızdan dinin, dinin gereklerinin ve kökleri dinden kaynaklanan davranış alışkanlıklarımızın çıkarılmasının mümkün olmadığına inanıyorum. Ve din üzerinden bir siyasal tartışma yapmayı, haksız, saptırıcı ve zararlı sayıyorum. Hakan Yılmaz - Turkuaz - Zaman
<< Önceki Haber Yoldaş, kıble ne taraf? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER