Silivri'den çıkış var mı?

Ergenekon'dan çıkış, Türk tarihinin en eski destanlarından. Ancak Türkiye, bambaşka bir Ergenekon'la karşı karşıya.

Silivri'den çıkış var mı?

Söz konusu olan bir terör örgütü. 20 Ekim'de örgütün yargılanacağı dava başlıyor. Yer ise Silivri'deki özel mahkeme. Silivri, Türkiye için çıkışın sembolü mü olacak, yoksa oradan çıkanlara mahkum mu kalacak? Faili meçhul cinayetlerin işlendiği, Türkiye'nin darbeye doğru sürüklendiği yıllar. Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz terör olaylarını inceleyen bir rapor hazırlar. Raporda çarpıcı tespitler vardır: "Son şiddet olayları, basit anarşik eylemler değildir. Şiddet olayları, demokrasi yerine faşist bir düzen kurmak isteyenlerce tezgâhlanıyor. Amaç, sıkıyönetimi çağırmak, seçimle değilse darbeyle iktidar olmaktır. Olayları CIA yönlendiriyor. Genelkurmay Harp Dairesi'ne bağlı Kontrgerilla ile askerî-sivil güvenlik güçleri kullanılıyor." Savcı Öz, bu raporu Başbakan Ecevit'e sunar. İki ay sonra, 24 Mart 1978 sabahı, evinden çıkıp Anadol marka arabasına biner. Ancak daha hareket etmeden kirli eller tarafından taranır ve hayatını kaybeder... Türkiye'deki derin yapılanmadan ilk kez Savcı Öz'ün raporunda bahsedilir. Ancak üzerine gidilmez ve her şey karanlıkta kalır. 20 yıl boyunca da bir daha gündeme gelmez. Ta ki Ocak 1997'de gazeteci Can Dündar ve Celal Kazdağlı'nın hazırladığı belgesele kadar. Belgeselin yayınlandığı televizyon programında konuşan emekli Deniz Binbaşı Erol Mütercimler, emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk'ün kendisine söylediği şu sözü aktarır: "Benim de üyesi olduğum Ergenekon, Türkiye'de Genelkurmay'ın da, hükûmetlerin de, bürokrasinin de üstünde bir örgüttür." Mütercimler, Ergenekon için, 'anlatmayacağım çok büyük bir hadisedir, muazzam bir devlet örgütüdür' ifadesini kullandıktan sonra üç nüshası olan bir belgeden bahseder. Yani Ergenekon yapılanmasının belgesinden. Bunlardan birinin kendisinde olduğunu ve ölene kadar gizli kalacağını söyler. Diğer bir nüshanın banka kasasında gizlendiğini anlatır ve "Benden sonra birileri doğru olduğuna kanaat getirirse açıklar." der. Böylece 'derin yapılanma'nın adı konmuş, hatta varlığı raporlardan çıkarak kamuoyuyla paylaşılmıştır. Kısa süre sonra Can ve Kazdağlı, söz konusu belgeseli 'Ergenekon' ismiyle kitaplaştırır. Aslında bu kitap biraz da sorunludur Ergenekon'u anlatmada. Zira yapının sadece ülkücü ayağı masaya yatırılmıştır. Kitapta Ergenekon, Alparslan Türkeş, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Korkut Eken, Mehmet Ağar gibi çoğu ülkücü kökenlilerden müteşekil bir yapıymış gibi yansıtılır. Zaten Celal Kazdağlı daha sonra Ergenekon'un sol kanadının eksik kaldığını itiraf eder. Ergenekon konusu o dönemde daha fazla tartışılmaz. Aradan 4 yıl daha geçer. Bu kez gazeteci Tuncay Güney, otomobil kaçakçığı ile ilgili bir operasyonda gözaltına alınmıştır. 2 Mart 2001'de İstanbul Emniyeti Organize Suçlar Şubesi'nde sorgulanır. Burada verdiği ifadeler ve evinde bulunan 6 çuval belge Ergenekon konusunu bir kez daha gündeme getirir. Belgelerde yasa dışı derin yapılanma hakkında çarpıcı bilgiler vardır. Artık polis de bu karanlık yapılanma ile tanışmıştır. Ancak sürpriz bir gelişme yaşanır. Güney'i sorgulayan Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan, çuvallar dolusu belgeyi ortadan kaldırır. Yani Ergenekon yapılanmasını gizler... Bundan sonra konu kamuoyunda da tartışılmaya başlanır. Fakat üzerine gidilmediği için her şey efsane boyutunda ele alınır. Bu süreçte toplumsal olaylar yaşanmaya devam eder. Hatta 2002'de iktidara gelen AK Parti'nin yönetimden kolay kolay uzaklaşmayacağı anlaşılınca olaylar artar. 12 Haziran 2007 tarihi, Ergenekon efsanesi için sonun başlangıcı olacaktır. Jandarma, kendine yapılan bir ihbarı, polis bölgesi olduğu için emniyete bildirir. Polis ihbar üzerine gittiği Ümraniye'deki gecekonduda el bombaları ve bol miktarda patlayıcıyla karşılaşır. Bombaların seri ve kafile numaraları hiç de yabancı değildir. Efsaneye dönüşen 'derin yapılanma' kanlı canlı hâliyle ortadadır... Neticede, Türkiye tarihinin 'en derin' yapılanması olarak anılan Ergenekon'a yönelik operasyonda kritik noktalardan birine gelindi. Cezaevine konulan ya da tutuksuz yargılanacak örgüt mensupları için uzun bir dava süreci önümüzdeki hafta (20 Ekim) başlıyor. Silivri'de kurulan özel mahkemede görülecek dava, aslında çok derin manalar ifade ediyor. Türkiye davada, bir anlamda bundan sonraki yol haritasını çizecek. Ya yıllardır olduğu gibi kaos ve istikrarsızlıklarla yoluna devam edecek ya da kirli yapıları bertaraf edip demokrasisini güçlendirecek. Peki, Ergenekon nasıl bir yapılanma? Ne zaman kuruldu, amacı neydi? Terör örgütleriyle bağlantısı var mıydı? Hangi örgütleri kullandı?.. Aslında bir yıldır bu sorulara cevap teşkil edecek yayınlar yapılıyor medyada. Özellikle Ümraniye'deki bombaların bulunmasından sonra çok şeyler yazıldı. Bu arada çıkan sayısız haber bazen kafaları karıştırdı. Aksiyon, tarihî dava öncesi Ergenekon'u bir kez daha masaya yatırdı. İşte, soruşturmayı yürüten Savcı Zekeriya Öz'ün hazırladığı iddianame ışığında Ergenekon Terör Örgütü... 'Devletin gerçek koruyucuları' olduğunu iddia eden ve devleti koruma adına yasa dışı işleri meşru gören illegal bir yapılanma Ergenekon. Gladio'nun Türkiye'deki yapılanması olarak kabul ediliyor. Örgütün faaliyet alanları yurtdışı ve yurtiçi olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ergenekon'da yer alan kişiler, kendilerini Türkiye'deki rejimin gerçek hamisi olarak görüyor. Enverist (Enver Paşacı) bir çizgide yürüyorlar. İttihat ve Terakki modeli de bu yapının içinde barındırılıyor. Bu yüzden 'silah üzerine yemin etme ve ettirme' baz aldıkları modelin 'olmazsa olmaz' bir ritüeli. 'İç düşmanlar'ı pasifsize etmek, hatta ortadan kaldırmak için her türlü faaliyet hakkının kendilerinde olduğunu düşünüyorlar. Ergenekon kimi uzmanlara göre asla bir 'derin devlet' değil. Bu uzmanlar Ergenekon'u 'derin devlet' olarak tabir edilen yapıda bir dönem çalışmış insanları da içinde barındıran bir örgüt olarak nitelendiriyor. Varlıklarını sürdürmek için geçmişten kalan olgularla insanları korkutup sindirme yolunu seçtiklerini ve kendilerine 'derin devlet' süsü verdiklerini öne sürüyor. Diğer bir görüşe göre ise bu yapı 'derin devlet'in içine sızmış ve onu etkisi altına almış bir yapı. En kapsamlı ve kabul göreni bu görüş. Ergenekon terör örgütü, 1999-2000 yılları arasında Türkiye'de yeniden yapılanma sürecine gitti. Soruşturma sırasında ortaya çıkan belgelere göre bu iş için Veli Küçük'e görev verildi. Örgütün faaliyet unsurlarını içeren 'Lobi' adlı belgeler, Doğu Perinçek, Ümit Oğuztan, hâlen Kanada'da yaşayan Tuncay Güney ve gazeteci Adnan Akfırat tarafından hazırlandı. 'Ergenekon, Analiz, Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi, İstanbul 29 Ekim 1999' başlıklı dokümanda örgütün yeniden yapılandırıldığı yazıyor. Ergenekon'un yeni yapılanmasının ciddi temellerle başladığı vurgulanarak ona bir ömür de biçiliyor. Buna göre, yeni Ergenekon'a devamlılığı sağlamak için 200 yıllık bir süre veriliyor. Dokümanın 'Politikalar' başlığı altında bu konunun altı çiziliyor. "Dünyada var olabilmiş tüm sistemler, ülke çıkarları ve mevcut rejim ilkelerine aykırı ideolojilere sahip siyasileri engellemiştir." denilerek, bunun için iki yol belirlendiği söyleniyor. O da, suikast ve dezenformasyon. 1999 yılında 'yeniden yapılanma' sürecine giren örgüt, devlet birimleri içinde Kemalizm'i koruma ve 'Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını ortadan kaldırmaya yönelik tehditlere' karşı organize edilmiş. Hedefleri şeffaf biçimde değil, illegal bir yapı kurarak savunmayı amaçlıyor. Siyasi suikastlardan narkotik trafiğine, entelektüellerin kullanılmasından naylon terör örgütleri kurarak terör dünyasına yön vermeye kadar her yolu meşru ve gerekli sayıyor. AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılından sonra başlayan Ergenekon'un üçüncü yapılanmasında görevler şahıslara değil ana hedeflere bağlanıyor. Tek hedef ise AK Parti Hükûmeti ile bazı dinî gruplar. 2002 hedeflerine ulaşmak için yapılacak işler arasında, 'ekonomik açıdan ülkedeki gidişatın iyi olmadığını işlemek, ajitasyonlarla siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı körüklemek' ilk sıralarda yer alıyor. Deşifre olan bir yapının görevini bir başkasının alması da değişen stratejiler arasında. Buna göre, operasyondan sonra Ergenekon yapılanmasının üyeleri ve lider kadrosunun değiştiği gerçeği ortaya çıkıyor. 'Toplumda infial uyandıracak olaylar, terör eylemleri, suikastlar, sivil toplum kuruluşları adı altında yapılacak gösterilerle Kürt-Türk çatışması, Alevi-Sünni kavgası, laik-anti laik ayrışması oluşturma planları' da bu stratejinin ayakları olarak zikrediliyor. 'Nevruz'da Mersin'de bayrak yakılarak Kürt-Türk çatışmasının başlatılması, Tutuklu Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD) ile başlayan Karadeniz'deki Alevi endeksli sağ-sol kavgası, Malatya'da misyonerlerin boğazlarının kesilmesi, Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink'e suikast düzenlenmesi, DTP lideri Ahmet Türk, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk gibi kişilerin öldürülmek istenmesi' gibi olaylar bu kaos planının içinde değerlendiriliyor. TERÖR ÖRGÜTÜNÜN TERÖRİSTLERİ Ergenekon klasik bir 'derin devlet' yapılanması yanında aynı zamanda terör örgütü vasfını da taşıyor. Bir terör örgütünün oluşması için 3 unsurun bir araya gelmesi gerekiyor: şiddet, hiyerarşik bir yapılanma ve siyasi bir amaç. Zaten soruşturmayı yürüten Savcı da yapılanmayı 'terör örgütü' olarak tanımladı. Ancak bazı farklılıklar var. Zira Ergenekon örgütü bilinen hiçbir terör örgütü ile örtüşmüyor. 'Çatı' bir örgüt konumunda olduğu ifade ediliyor. PKK'ya verilen silahlar, Türk İntikam Tugayı (TİT) üyesi olduğu bilinen Semih Tufan Gülaltay'ın karanlık ilişkileri, Sabancı suikastı ile ilgili olarak DHKP-C'nin Ergenekon bağlantısını anlatan gizli tanıkların ifadeleri ve görüntüler, Ergenekon ile terör örgütleri bağlantısını ortaya koyuyor. Son operasyonda Ankara'da gözaltına alınan asker kökenli zanlıların ev ve işyerlerinde bulunan belgeler, Hizbuttahrir ve Ergenekon bağlantısını da deşifre ediyor. Ancak bu konuya dair ayrıntıların hazırlanacak ek iddianamede yer alması bekleniyor. Örgütün liderleri arasında adı geçen İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in PKK ile Ergenekon arasındaki ilişkiyi sağlayan kişi olduğu belirtiliyor. 'Terör örgütlerinin amaçları doğrultusunda kontrol altına alınması çalışmaları' başlığı altında, örgütün amacının PKK'yı kontrol altına almak olduğu aktarılıyor. 'Panzehir' isimli dokümanda, PKK'nın tamamen tasfiye edilmesi yerine, Abdullah Öcalan ile işbirliği yapılması gerektiği üzerinde duruluyor. İddianamede, Bekaa Vadisi'ndeki PKK kamplarını sık sık ziyaret eden Perinçek hakkında şöyle deniyor: "Teori ve planlama dairesi başkanlığı bünyesinde terör örgütleri ile irtibat konusunda da görevli olduğu anlaşılmaktadır." Yine iddianamede terörist başı Öcalan'ın Ergenekon ilişkisine yer veriliyor. Hatta bu ilişkinin Öcalan'ın yakalanmasından sonra da devam ettiği belirtiliyor. 'Oğuz' adını kullanan Özel Kuvvetler Komutanlığı görevlisi ile Öcalan'ın avukatı arasında geçen konuşmanın çözümlerine yer veriliyor. Ergenekon'un Hizbullah terör örgütüyle ilişki içinde olduğu da iddia ediliyor. Hatta Hizbullah'ın, Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük tarafından kurulduğu öne sürülüyor. Ulusal Kanal'da ele geçirilen belgede, "Refet: Hizb V. Küçük kurdu." yazıyor. İddianamenin, 'Terör Örgütleriyle Bağlantılar' başlıklı bölümünde de Hizbullah'ın emekli generaller Teoman Koman ve Veli Küçük tarafından kurulduğu bilgisine yer veriliyor. Örgüte silah temin eden yapının da yine Ergenekon olduğu savunuluyor. Ergenekon'un terör örgütleri arasında en rahat kullandığı yapının DHKP-C olduğu anlaşılıyor. Hatta DHKP-C, Ergenekon'un bir 'iç örgütü' olarak değerlendiriliyor. İki yapılanma arasındaki ilişki, Sabancı suikastıyla netlik kazanıyor. Aydınlık Dergisi'nde yapılan aramalarda ele geçirilen bir ajandanın 1 Ocak 1996 tarihli sayfasında, cinayeti gerçekleştiren zanlılar Fehriye Erdal, İsmail Akkol ve Mustafa Duyar'ın isimleri geçiyor. Bu tarihten 8 gün sonra suikast gerçekleştiriliyor. İddianamede iki örgütün bağlantısı şöyle tespit ediliyor: "Ajandada isimleri bulunan şahısların Sabancı Center İş Merkezi'ndeki Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı, Toyota-SA Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe'nin öldürülmesi olayını gerçekleştirdikleri bilinmektedir. Sabancı suikastı eyleminden 8 gün önceki bir tarihe, eyleme katıldıkları tespit edilecek şahısların isimlerinin yazılmış olmasının, örgütsel bağlantı dışında hiçbir şekilde izah edilmesi mümkün değildir." Sabancı cinayetindeki ilişkiler ağı bununla sınırlı değil elbette. Saldırıdan sonra kendiliğinden teslim olan Mustafa Duyar; Nuri ve Vedat Ergin kardeşlerin adamları tarafından cezaevinde infaz ediliyor. 2000 yılında Uşak Cezaevi'nde çıkan isyan sırasında Nuri Ergin'in binanın penceresinden çıkarak, "Bu devlet bana Mustafa Duyar'ı öldürttü. Şimdi canlı söylüyorum." diyor. Vedat Ergin de 'ağabey' diye hitap ettiği Veli Küçük'e selam gönderiyor. Gizli tanık sıfatıyla ifade veren 'İsmet' DHKP-C'nin bir dönem Jandarma Genel Komutanlığı'na bağlı Özel Kuvvetler tarafından eğitildiğini ve yine silah teminlerinin bu kuvvetteki Yüzbaşı Necmi Suna tarafından sağlandığını anlatıyor. Ayrıca, THKP-C-DEV-YOL (daha sonra DHKP-C oluyor) örgütünün 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde çok sayıda yaralama, kurşunlama, soygun, gasp, bombalama, pankart asma, kundaklama eylemi gerçekleştirdiği ve 425 kişiyi öldürdüğü belirtiliyor. Ergenekon, belli başlı örgütlerin yanı sıra kendiliğinden ortaya çıkmış 'milliyetçi' kimlikli örgütleri de yönlendiriyor. Akın Birdal suikastını TİT adına azmettiren Semih Tufan Gülaltay'ın ilişkileri, iki örgüt arasında bir bağ olduğunu ortaya koyuyor. Ergenekon sanığı Muzaffer Tekin, Gülaltay'ı cezaevinde ziyaret ediyor. Gülaltay'ın cezaevinden çıktıktan sonra kurduğu 'Ulusal Birlik Komitesi'nin üyelerinden biri de Tekin oluyor. Gülaltay, şu anda Ergenekon sanığı olarak tutuklu bulunuyor. PARA KAYNAĞI: UYUŞTURUCU, HARAÇ, BANKA Ergenekon terör örgütü mali bakımdan da ciddi bir yapılanmaya gitmiş. Dokümanlar içerisinde bulunan 'Finans' başlıklı değerlendirmelerde, örgütün doğrudan kendine bağlı holdingler ve bankalar kurup, ideolojisine uygun ekonomik ve politik denge oluşturması gerektiğinin altı çiziliyor. İddianamede, "Örgüt, ekonomideki para akışı, paranın yönlendirilişi, dış ticaret, TL'nin değeri ve Türkiye'de faaliyet gösteren uluslararası finans örgütleri üzerinde tam kontrol kurmayı hedefliyor." deniyor. Örgütün, Ulusal Sanayici ve İş Adamları Derneği (USİAD) üyelerinden bağış topladığı üzerinde de duruluyor. USİAD'dan bahsetmişken, önemli bir ayrıntıyı hatırlatmak gerekiyor. Derneğin Genel Sekreteri Birol Başaran, 17 Şubat 2008'de Marmara Üniversitesi'nde düzenlenen bir panelde, "Hukuk dışına çıkılacak günler geliyor." demişti. Paneli yöneten isim ise Ergenekon tutuklusu emekli Orgeneral Şener Eruygur'du. Uyuşturucu ve silah ticaretinin yanı sıra 'şantaj, naylon işletme, arazi mafyası, banka hırsızlığı' gibi işlerden de gelir elde ettiğine vurgu yapılırken, Sami Hoştan'ın uyuşturucu gelirlerinin bir bölümünü sağladığı belirtiliyor. PKK'nın yönlendirdiği uyuşturucu trafiğindeki payın bir kısmı da Ergenekon'a aktarılıyor. Ayrıca Veli Küçük'ün de JİTEM üzerinden uyuşturucu trafiğinden pay aldığı ileri sürülüyor. Örgütün legal alandaki ticari faaliyetleri ise kargo taşımacılığından, ilaç kimya sanayiine kadar uzanıyor. Bu alanları hem para kazanmak hem de para aklamak için kullanıyor. Banka kurmayı hedefleyen Ergenekon, bunun için kendisine has sistem oluşturmaya çalışıyor. 'İlaç sanayiine yön vermek ve bu alanda tekeli ele geçirmek, arazi mafyası ile birlikte çalışıp buradan sıcak para temin etmek' de Ergenekon'un ticari faaliyetlerinden. Örgütün eline geçen parayı, Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Aslan'ın bir süre avukatlığını yaptığı Doğuş Factoring gibi şirketler vasıtasıyla akladığı dile getiriliyor. Ergenekon yapılanması iş dünyasına yönelik hedeflerini şöyle açıklıyor: "Üretim tesislerini ve holdingleri ele geçirmek, bankaların yönetimlerine hâkim olmak, danışmanlık ve güvenlik şirketleri kurmak, TL'nin değerini, dış ticareti kontrol etmek, vakıflar kurarak kara para aklamak." Örgüte, dış kaynaklardan para aktarımı da söz konusu. Fakat mali açıdan tam olarak deşifre edilemeyen yapılanmanın yurtdışı ayağının ayrıntıları şimdilik bilinmiyor. MEDYA AYAĞI VE CUMHURİYET Ergenekon yapılanması, emeline ulaşmak için sivil ve medya ayağını da güçlendiriyor. Yönetim kadrosu, topluma açılmak ve kamuoyu oluşturmak için ciddi bir medya gücüne sahip olmak gerektiğine inanıyor. Örgüt bu iş için ciddi planlar yapıyor. Veli Küçük, Ümit Oğuztan, Doğu Perinçek ve Adnan Akfırat'a ait dokümanlar arasında çıkan 'ULUSAL MEDYA 2001 İSTANBUL' isimli belgede Cumhuriyet Gazetesi'nin Ulusal Medya'nın merkez üssü olarak seçilmesi öngörülüyor. Aynı belgede, Ergenekon'un bu mesele için takip edeceği yol haritası detaylı bir şekilde çiziliyor. Buna göre, Esenyurt eski Belediye Başkanı Gürbüz Çapan'ın Cumhuriyet Gazetesi'ndeki hisselerini parasız olarak örgüte devretmesi isteniyor ve Çapan bu teklifi kabul ediyor. Plan doğrultusunda Cumhuriyet Gazetesi'nin başına Mete Akyol, Gelirler Giderler Müdürlüğü'ne Ümit Ülgen ve Kemal Özden'in getirileceği, içerideki kadrolaşmayı da Doğu Perinçek ile Mete Akyol'un yapacağı karara bağlanıyor. Şüphesiz Ergenekoncular sadece Cumhuriyet'le ilgilenmiyor. Doğu Perinçek'in Aydınlık Dergisi de bu amaç uğurunda kullanılıyor. Ulusal Kanal ise bu işin yeni üssü olarak belirleniyor. Zaten Ergenekon'a dair çok sayıdaki dokümanın bu iki kurumda çıkması bunu açıkça gösteriyor. Ergenekon'un hedefleri ve stratejisi arasında TSK mensubu, iş adamı, sanatçı, hukukçu ve diğer meslek erbabı ile birlikte değişik meslekteki kişileri kullanma çabası da bulunuyor. Ancak örgütün bunları yaparken nihai hedefi, sivil toplum kuruluşlarını ele geçirip yönlendirmek. Ele geçirilen dokümanlarda, Ergenekon bünyesinde kurulan sivil toplum örgütlerinin (Kuvayı Milliye, Milli Güç Birliği, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği ve çeşitli platformlar), istihbarat ve toplumsal eylemlerde baskı/sindirme amaçlı kullanılacağı açıkça belirtiliyor. Ergenekon terör örgütüyle ilgili soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcıları, örgütün temel prensibi olan 'gizlilik' sebebiyle sadece sivil ayağı olan 'Lobi'nin deşifre edilebildiği üzerinde duruyor. Ancak savcının tespitlerine göre, söz konusu dernekler örgütün 'suç merkezleri' olarak belirleniyor. İddianamedeki 'Ergenekon Terör Örgütünün Hiyerarşik Yapısı ve Yöneticileri' başlıklı bölümde önemli bilgiler veriliyor. Veli Küçük ile Muzaffer Tekin'in hem Ergenekon'un üst yapılanması ile irtibatları sağladıkları, hem de 'Lobi Ergenekon sivil yapılanması' ile yürütülecek ilişkilerde köprü vazifesi yaptıklarına dikkat çekiliyor. İlhan Selçuk'un konumu ile ilgili olarak da şu değerlendirme yapılıyor: "Ergenekon'un üst yapılanmasında yer alan 'Teori Tasarım ve Planlama Dairesi Başkanlığı (Sivil)' olarak adlandırılan bölümün başında olan ve bu bölümü yöneten şüpheli İlhan Selçuk, hukuk fakültesi mezunu olup, uzun yıllar gazetecilik yapmıştır. Daha önceki yıllarda gerçekleştirdiği benzer örgütsel faaliyetlerden dolayı hakkında işlem yapılmıştır." Selçuk'un yardımcılığını ise İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu yürütüyor. Nihai hedefi 'yönetimi ele geçirmek' olan Ergenekon'la ilgili iddianamenin sonuç bölümünde örgütün ne yapmak istediği net bir şekilde özetleniyor: "Örgütün yönetici kadroları toplumda ve kademelerinde önemli görev ve mevkilerde bulunmuş kişilerden oluşuyor. Ergenekon terör örgütü, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde gizlice yapılanda ve devletin birçok birimine sızmaya yönelik faaliyetlerde bulundu. Sivil toplum kuruluşlarında örgütlenerek bu kuruluşları amaçları doğrultusunda sevk ve idare etmeye çalıştılar. Amaçlarına ulaşmak için her türlü silah ve mühimmatı temin ettiler. Devletin gizli belgelerini kolaylıkla ele geçirebildiler. Mafyayı, terör örgütlerini, medya kuruluşlarını kullandılar. Sadece Danıştay suikastını değil, birçok suikastı onlar planladı. Eleman temini için suça meyilli insanları Kuvayı Milliye Dernekleri'ne üye yaptırıp onlara görev ve rütbe verdiler." AKSİYON
<< Önceki Haber Silivri'den çıkış var mı? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER