Çin-çağ!


Başlıktaki garipliğin farkındayım. 'Çin çağı başlıyor' demeye çalışıyorum. Sadece birazcık Çinceye uyarladım, o kadar! Uluslararası kredi ve derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye'nin görünümünü pozitiften durağana çevirdi. Yani notunu düşürmedi, şimdilik izlemeye aldı denilebilir. Eteklerimiz tutuştu. Ancak Çin takmıyor bile. Bakın nasıl? Derecelendirme kuruluşlarının kontrolden çıktığı, kirlendiği, tabir yerinde ise 'sahibinin sesi' olarak davranıp not hibe ettiği cümle âleme aşikâr. Notu 'AAA plus' olup da batma noktasında gelen ülkeler ve şirketler bunu net bir şekilde ortaya koydu. Orta Çağ'da kilise de benzer işlerden voleyi vuruyordu. Para karşılığında cennetten arsa satmak, parasına göre kiliseden mezar yeri seçmek, böylece kestirmeden cennete nakil yaptırmak fena halde kurumlaşmış bir pazardı. Anlayacağınız günahların affı ve cennete gitmek için çeşitli türev ürünler geliştirilmişti. Din, yargı ve kilise sermayenin emrinde idi. Modern zamanlarda para ve kilise ilişkisi başka bedenlerde devam ediyor. Bu görevi adeta kredi derecelendirme kuruluşları icra ediyor. Ver parayı, bul 'dayıyı', al kredi notunu. Ama deniz bitti, kral çıplak. Avrupa ülkeleri ve ABD bu kuruluşların yanlı davrandığını ilk defa işin ucu kendilerine dokunduğunda itiraf ve kabul etti. Soruşturmalar ile sindirme operasyonu başlattılar bile. Sonuç almıyor da değiller hani! Çin ise zaten bu kuruluşların meşruiyetini reddediyor. 'Kendi reytingimi kendim ölçeceğim, sıkıysa kabul etmeyin' demeye getiriyor. Evet, zaten nerde kalmıştık, 'parayı veren düdüğü çalar'. Para, ucuz emek havuzu, dev adımlarla büyüyen iç pazar gücü Çin'de. Hal böyle olunca, Türkiye gibi ülkeler söz konusu olduğunda binbir dereden su getiren, bahane üstüne bahane üreten yabancı sermaye, Çin'e kabadayılık yapamıyor. İnsan hakları ihlali, emek sömürüsü, gayri insanî şartlarda cebren çalıştırma, sosyal güvence eksikliği, mülkiyet hakları üzerindeki keyfî uygulama ve müdahaleler, sermaye giriş çıkışları üzerinde denetimler... Bütün bunlar on yıllardır yılda ortalama 100 milyar doları aşan yabancı sermaye yatırımının Çin'e akmasına engel olmuyor. Ancak aslında hikâye daha yeni başlıyor. Çin, Türkiye gibi cari açık verip, borçlanıp Merkez Bankası üzerinden rezerv biriktirmiyor. Harbi harbi cari fazla verip kazandığını kasasına koyuyor. Kasada 2 trilyon doları aşan bir para biriktirdi. Dış borcu da pek yok. Avrupa ise bitik. Meteliğe kurşun sıkıyor. Daha düzgün ifade edelim, Avrupa, ABD ve Japonya, Karun gibi zengin küresel şirketleri tarafından soyulup soğana çevrildi. Devletlerin şirketlere artık sözü geçmiyor. Hal böyle olunca siyasetçiler ve bürokratlar da sermayenin suyunda gidiyor, komisyonunu kazanıyor, yolsuzluk ve verimsizlik ekonomisinin parçası oluyor. Bu arada olan da halka oluyor. Türkiye'de de şu anda yargının üzerine gitmeye çalıştığı 28 Şubat sürecini bir avuç siyasetçinin ya da kep ile botunun yerini rahatlıkla karıştıracak bir avuç şaşkın askerin kotarmadığını tahmin etmek zor değil. Türkiye'de 28 Şubat'ın da, Ergenekon'un da yönetim ve idare beyni sivil ve sermaye çevrelerinde aranmalıdır. Geçelim. Şimdi sırf İtalya için 2012 yılında döndürülmesi gereken borç miktarı 200 milyar Euro'nun üzerinde. Buna İspanya, Yunanistan, kim bilir daha kimler de eklendiğinde, bunu kapatacak kaynak ne sözde Avrupa İstikrar Fonu'nda, ne de IMF'de var. Bunu herkes biliyor. Hele bir de büyüme cephesinde kötü haberler gelmeye devam ettikçe, işsizlik arttıkça, vergi gelirleri düştükçe, kriz bir katman daha derinleşecek. Bunu 2012 yılının ilk çeyreğinde açık açık tecrübe edeceğiz. Güç artık Çin'de! Dünya, Çin'in himmetine muhtaç. Ancak Çin'in de koşulları var: Çin, Avrupa'nın kendisine karşı koyduğu tüm ticarî korumaları kaldırmasını istiyor. Türkiye bu durumda gerçekten ayvayı yer! Yine Çin Avrupa'da canının istediği teknoloji şirketini, kritik varlıkları satın almak istiyor. Engel istemiyor. Avrupa'nın devasa altyapı yatırımları da Çin'e emanet. Sizce Çin tehdit mi, fırsat mı?

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER