Şu sınavlar da olmasa !

Sınavlarla oturup, sınavlarla yaşıyoruz. Hayat eşittir sınav haline geldi!

Şu sınavlar da olmasa !

İlköğretimde SBS- OKS, liselerde ÖSS- KPSS, üniversite öğrencilerimizde ve mezunlarımızda ALES, ÜDS, KPDS, TUS vs derken bir yılı bitirdik, kazandık veya kazanamadık istediğimiz yer veya değil okullarımızı seçtik, kayıtlarımızı yaptırdık ve okullarımıza başladık. Bir yoğun dönemi daha geride bıraktık, her yıl gittikçe artan bir yoğunlukta ve karmaşıklık içinde bir sonraki kritik dönemeçler yani bir sonraki sınavlar dönemine kadar rahatız gibi, bir önceki sınav döneminde daha da zor bir süreç bizi bekliyor olacak. Ne dersiniz, gündemde çok yoğunluk ve karmaşa yok iken, birdaha kendimizi gözden geçirelim mi? Sınavlar ve ölçme- değerlendirme sistemlerimiz, eğitim politikalarımızı Prof. Dr. Osman Çakmak'la konuştuk. Ülkemizde eğitim sınavlara hazırlanmak şekline dönüşmüş bulunuyor. Neredeyse hayat, sınavlardan ibaret hale geldi. ÖSS, OKS, SBS, KPSS, KPDS, ÜDS, ALES. Siz ne derseniz deyin hazırlık kurs ve dersaneleri eğitimin yerini almış görünüyor. Bu yıl KPSS’ ye beşyüzbin kadar aday sınava girmiş bulunuyor. Üniversiteyi bitirmek bile sınavların bitmesi anlamına gelmiyor ülkemizde. Sınavlarla oturup, sınavlarla yaşıyoruz. Hayat eşittir sınav haline geldi adeta. Her başımız sıkıştığında yeni bir sınavla çözümler üretiyoruz. Sınavlar hayatımızın en kritik dönemeçleri haline geldi. Gençlerin hayatını en çok etkileyen ise ÖSS tabi. Sayın Osman Çakmak’a ÖSS sınavlarını soruyoruz önce. Üniversiteye giriş sınavı olan ÖSS'nin temel eğitim ve gençlerimiz üzerindeki etkileri nelerdir- sınavı kazanamayanlar üzerindeki izler perspektifinden bir değerlendirme yapar mısınız ? ÖSS' yi algılamadaki yanlışlıklarımıza kısaca değinir misiniz? Ülkemizde sınavlar hayata ve mesleğe hazırlama amacı yerine eleme aracı haline gelmiş bulunuyor. Sınavlar neredeyse ülkemizde milli bir spor haline geldi. Ailelerin en büyük heyecanı sınavlardaki sonuca endekslenmiş durumda. ÖSS sınavında başarısız olmuş öğrencilerimile başlıyalım; Mevcut sınav sistemi yeteneği mi ölçüyor? Yazma, düşünme, okuma ve ifade becerilerini mi ölçüyor? Analitik becerilerini mi veya düşünme becerilerini mi ölçüyor? Hayır. Yorumlama gücünü yahut üretkenliği değerlendirebiliyor mu? Hayır. Bu sınavda düşük not alanlar yeteneksiz mi? Hiç te değil? Bakınız çok önemli bir gerçek var, ÖSS de başarısız olmuş veya düşük puanlar alan öğrencilerimiz yurtdışında iyi üniversitelerde okuyabiliyorlar. İş hayatına bakalım, büyük başarılara imza atmış sayıları hiçte azımsanamıyacak iş adamı lise veya ilkokul mezunu.. Liseyi bitiren öğrencinin tek bir öğrendiği şey varsa o da test çözme. İyi de bu becerinin kime ne faydası var? Hangi iş veren bu beceriden dolayı öğrenciye iş verir? ÖSS sınavlarında başarılı olamayan bir çok öğrencimiz yurt dışına yöneliyor. Oralarda okuyup geliyor. Demekki ÖSS öğrencinin başarı ve yeteneğini ölçmede yalancı bir kriter oluyor. Dolayısı ile ÖSS sınavı öğrencinin üniversite okuyabilme kabiliyetini ölçen bir sınav değildir. Temel eğitim üzerindeki etkilerine gelirsek; Bakınız, uygulama dersleri, laboratuarlar Anadolu liselerinde, fen liselerimizde dahi yapılamaz hale gelmiş bulunuyor. Hatta, ÖSS ye yardımcı olmayan müzik, resim, yabancı dil, beden eğitimi, yabancı dil gibi öğrenciye güven ve farkındalık kazandıran asıl önemli dersler yapılamaz durumda. Öğrencinin hayatında bu sınavlardan daha önemli bir şey yok. Hafta sonları ve tatillerini bile sınavlara hazırlıklar dolduruyor öğrencinin. Her şey sınav sonrasına erteleniyor. Bu şekliyle geleceğe problemli nesiller bırakmış oluyoruz. Söylediklerinizi teyit eder nitelikte bir değerlendirmede Pissa gibi kuruluşların Türkiyedeki eğitim uygulamaları üzerindeki araştırmaları neticesinde ortaya konmuş. Pissa gibi kuruluşların liseler üzerine yaptığı araştırmada eğitim kalitesi açısından Türkiye son sıralarda kalıyor. Bu vahim tabloyu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Lise eğitiminde tek misyon ÖSS de başarı olunca dershaneler öne çıkıyor ve ülkemizin büyük bir gerçeği dersaneler. Dershaneler ÖSS sisteminin doğal neticesi. Liselerde “gerçek” müfredatı MEB değil ÖSYM belirlemektedir. Ülkemizde eğitimde misyonsuzluğun çok açık bir örneğinı lise eğitiminde görüyoruz. Eğer liselerin gayesi gerçekten öğrencileri üniversite sınavına hazırlamak ise, bu işi dershaneler çok daha iyi yapıyorlar. O zaman liselere ne gerek var? Yani sistem böyle devam edecekse dershaneleri değil liselerin varlığını sorgulamamız lazım. Ayrıca, üniversiteye giden yolda sahte rapor alıp liselerden kaçmakta olduğuna bakılırsa, liseler üniversiteye girişe destek değil köstek olan kuruluşlar haline gelmişlerdir. Türkiyede hali hazırdaki durumda üniversiteye giriş sınavı ile sonlanan temel eğitimimizde var olan bu problemi nasıl gideririz? Eğitim ve sınavlar konusunda büyük yanılgılar var. Çözüme bir kere eğitim ve bilginin ne anlama geldiğini öğrenerek başlamamız gerekiyor. Çözüme doğru sorular sorarak başlamalıyız. ÖSS öğrencinin üniversitede okuyup okuyamamasında ölçüt değilse, neden bu sisteme mahkum kalıyoruz ? Hemen her kurumumuz için geçerli bir gerçek varki bence çok önemlidir, kültürel bir eksikliğimizdir. Bazı şeyleri görebiliyoruz problemlerin farkına varabiliyor ve hissedebiliyoruz, evet bu bir büyük problemimiz gerçeklekten hassasiyetle ele alınıp çözümlenmeli diyoruz, inanıyoruz, orda bir kist var rahatsız eden sancı duyuyoruz. Amma ve lâkin aksiyonda, eylemde, karar verirken, çözüm yolunda hep bir popülist çözüm yollarını tercih ediyoruz, kısır çözümlere takılıyoruz. Büyük problemlerin çözümünün büyük takımları gerektirdiğini bilmiyoruz. Problemlerin köklerini ayrıntılarından ayırmak için doğru sorular sormak gerekiyor. Mevcut eğitimin bize düşünme - sorun çözme yeteneği ve yeterliliği kazandırmamış olmasından dolayı hazıra konmayı seven, ama sorun çözmeyi bilmeyen nesiller yetişmektedir. Eğer düşünme yeteneğimiz yeterli olsaydı ÖSS de öğrencilerin yıllarca emek sarfettiğinin “işe yarayan bilgiler” olmadığını kavrardık. Evet ÖSS ye hazırlıkta öğretilenler işe yarar bilgiler olsa insan gam yemeyecek. Gençler gerçek hayatta ve mesleki hayatında işe yaramayan bilgilerle anlamsız bir işkenceye tabi tutuluyor. Gazeteci yazar Serdar Turgut'un bir yazısı dikkatimi çekmişti. Notlarım arasına almıştım. Az da olsa basınımızda bu gerçeği gören değerli yazarlarımız var demek ki. Bu tür dikkat uyarıcı yazıların adedini artması lazım. Malum dönüşüm için kritik kütleye ulaşmak gerekiyor. Bir çiçekle bahar gelmiyorki. . İsterseniz Serdar Turgut'un ifadelerine göz atalım: “Gazeteler yaklaşan ÖSS için deneme olsun diye sorular veriyorlar ya; dün oturdum bunların tümünü inceledim, (bu da genel yayın yönetmenliğinin bir avantajı olmalı. Lüzumsuz iş yapmaya ayıracağınız zamanınız çok olabiliyor) soruları çözmeye çalıştım. Tek bir soruyu bile çözemedim.Şimdi aranızda 'bunları sen çok zaman önce öğrendin, çözememen de doğaldır' diyecekler çıkabilir. Hayır, hiç öğrenmedim, öğrenemedim...Diyelim ki, o itiraz doğru olsun ve zamanında bunları öğrenmiş olayım... Demek ki; bunlar hemen unutulan türde lüzumsuz bilgilermiş, bu sefer de bunu söyleyebilirim. Dediğim gibi ben bu soruları hiç anlayamadım hiç de çözemedim ve üniversiteyi de hiç kazanamadım. Amerika'ya gitmeseydim şimdi lise mezunu bir yayın yönetmeni olarak çalışıyor olacaktım ve büyük ihtimalle çok daha başarılı olacaktım, çünkü halkı daha iyi anlıyor olacaktım daha halkçı filan gazete yapacaktım. Matematikte zaten umutsuz durumdayım. Çarpım tablosunu bile zor ezberlemiştim ama sosyal bilimler sorularına da cevap veremiyorum ben. Kitap okumak konusunda neredeyse dünya rekoruna sahip olan ve hiç durmadan okuyan bir insan olarak sosyal bilimler sorularından bir tanesini bile çözemiyorsam sorun bende değil sorudadır. Genelde ÖSS sorunlu bir sistem. Bu gerçek bilgiyi içselleştirilmiş, sistematik hale gelmiş bilgiyi test etmiyor, biraz şansı biraz atmasyonu biraz da ezberi test ediyor. Şu anda üniversitelerimizde öğrenci kalitesinin hayli kötü olmasının suçlusu da bu sistemdir.” Serdar bey durumu güzel özetlemiş. Bir ÖSS sınavında birlikte görevli olduğumuz bir müzisyen Azeri profesör arkadaş şunları demişti: “Ben soruları inceledim. Bu sınava girseydim başarılı olamazdım ve herhalde Türkiyede yetişseydim bu soruları çözemeyeceğimden üniversite okuyamazdım.” Benzer itirafları çoğumuz duymuştur. Tüm bunlar gösteriyor ki ÖSS yeteneği ölçmüyor, anlamlı bir sınav değil. Temel eğitim özelliklede lise eğitimi ile yani MEB ile OSYM bu konuda birinci derecede muhatap kurumlarımız ve fakat bu bağlamda bu iki kurumdan beklentileriniz nedir nasıl bir politika takip edilmeli ? İlk iş olarak, meseleye bütüncül yaklaşmalıyız. Ağaca değil ormana odaklanmalı, resmin bütünü görülmelidir. Eğitimden bahsediyoruz, hayatın ve ülkenin hemen her alanıyla çok yakından ilgili bir alan, insanın olduğu heryerde onun niteliğini belirleyecek olan bir süreçten bahsediyoruz. . Üniversiteler, gazeteler, bakanlar başbakanlar, milletvekilleri hemen her alanda temel değerlendirme kriterimizde başvuracağımız ilk kapı kişinin eğitim düzeyi, vizyonu, ufku meselelere- problemlere getirdiği etkin ve analitik çözüm kabiliyetidir.. E o zaman!. Hayatın ve kurumlarımızın bütününü kapsıyan geniş katılımlı istişare- müzakere meclisleri kurmalı. Lise ve lise mezununun sahip olması gereken bilgi ve becerilerin neler olduğu, dünya standartlarının nerede bulunduğu, aradaki kıyaslamada çıkan verilerin ne olduğu ve sebepleri masaya yatırılarak bir bir ele alınmalıdır. Bir bakıma siz ilkenin bütünde insan kaynaklarını yönetiyorsunuz eğitimini yönetmekle. Lise eğitimin misyonu ortaya konulmalıdır öncelikle. Gönül isterki harhangi bir gencimiz üniversiteye girme gibi bir problemle karşılaşmasın. Herkes üniversiteye gidebilsin. Üniversite ye giriş sınavı hayatın dönüm noktası olmaktan çıksın. Ve fakat ülke gerçekleri ortadadır. 1,5 milyonun üzerinde aday ve sayıları 100 lerle ifade edilebilen üniversite !... Kalite, nitelik bozulması.. O da başka bir problem üniversitelerimizin hali! Sınavlar az önce bahsedilen temel eğitimde liseden beklenen misyonu ölçmeye yönelik olmalıdır Lisede verilecek dersler ve mesleki becerilerin neler olacağı bilimsel kriterler esas alınarak belirlenmelidir. Liselerde eğitim politikalarımız ve sistemimiz üzerindeki karabulutlar bu şekilde iken ilköğretim üzerinde de aynı yanlışlıklara ve hatalara düşüldüğünü üzülerek müşahede ediyoruz. SBS ler OKS ler artık sınav serüvenine erken yaşta çıkılır oldu. Halbuki ne kadar da ümitlenmiştik yeni müfredat anlayışı ile, değil mi? Ne dersiniz ? Evet. Maalesef vaziyet onu gösteriyor. Yeni müfredatla hayli ümitlenmiştik. Yeni müfredatla ders programları yenilenmiş öğrenci daha çok faaliyet yapıyor ve düşünmeyi öğrenme konusunda ümit verici. Ancak ölçme değerlendirme eski yapıda olunca yeni müfredatın felsefesi ile taban tabana zıt bir durum ortaya çıkıyor ve yeni müfredatın etkisini gölgede bırakıyor. Çünkü mevcut sınav sistemi siyah-beyaz mantığın ürünü. Avrupada; ABD de 1940 larda 50 li yıllarda terk edilen şartlanmaya dayalı - tepkisel eğitimin ölçme değerlendirme sistemidir. Yeni müfredatla birlikte merkezi test sınavlarının kaldırılmasını beklerdik. Bir taraftan güzel projelere imza atarken uğursuz bir el bu güzel teşebbüsü yozlaştıracak şekilde yanlışlıkları sokuşturuyor sanki. Liseler tek tip olsaydı sanırım OKS sınavı da kalkmış olurdu. Anadolu ve fen liselerinin kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Ama bu konudaki çabalara baktığımızda normal liseler kaldırılma teklifi gündemde imiş. Anadolu liseleri kaldırılırsa o zaman özel liselerin de cazibesi artar diye düşünüyorum. . Ölçme değerlendirme sistemimiz ile müfredat anlayışımızın örtüşmediğinden hatta birbirine çelme atan engelleyen bir yapıdan bahsettiniz bunu biraz daha açar mısınız, Nasıl bir ölçme değerlendirme sistemi olmalı? Biraz öncede değindiğim gibi dersanecilik bu sistemin doğal sonucu ve okullarımızdaki eğitime ister istemez yön verir konumda, okulların başarısı dersanelerdeki öğrencilerinin performanı ve sınavlardan alınan neticelerle değerlendirilir durumda. Peki nedir bu test tabanlı yapının temeli? Yapılan şeylere bir göz atalım. Öğrenciye kendi başına düşünme, yorumlama imkanı sunmayan bu yapıda öğrenci sürekli bazı şeylerin kalıplar halinde ezberlemeye itilir.. Özellikle üniversite hazırlık kurslarındaki eğitimde öne çıkarılan “örnek problem çözme” metodu; tekrar yoluyla öğrenmeye'ye en tipik örneklerdendir. Hatta, esasında öğrenme değil ezberlemeye!..Elinde tebeşirle tahtada sürekli problem çözen öğretmen bir dolu benzer problemi de ödev olarak vermekte, artık yeni bir problemle karşılaşma ihtimali kalmayıncaya kadar problemler ezberletilir. Hazırlık kurslarında, adeta düşünmeden ve zahiri bir kaç emareye göre reaksiyon gösterme melekesi kazandırılır. Eğitim adına yapılan şudur aslında: Bir takım gerçekler ve “şey”lerin adı öğretiliyor. Sonra da kendi geliştirdiğimiz testlerle, yüklenilen bilginin ne kadarını aldıklarını değerlendirilip ölçülüyor. Bu yetiştirilme tarzını tahlil ettiğimizde şartlı refleks stratejisinin ağırlık kazandığını görmek zor olmasa gerek Öğrenci bazen zorlanarak bazen motive edilerek öğrenmek istenilenleri ezberlemeye yönlendirilir. Tekerlemeler yoluyla hatırlayarak öğrenme, anahtar sözcüklerin hafızaya kazınması yolu ile onların çağrışımlarıyla bütünün hatırlanması, benzerlerin öğrenilmesi yoluyla bütünün algılanması gibi esasında öğrenme olmayan öğretme- ezberletme türlerinin hepsi, beynin şartlandırmaya açıklığından yararlanır. Hayvanları eğitmenin yoluda farklı değildir aslında, öğretme şartlı refleks yolu ile gerçekleşir. Hâlbuki Bilimsel düşünme yeteneği konuları sakin ve emin bir şekilde derinliğine analiz etmekle kazanılabilir. Nasıl bir tuğla yığınından bina ortaya çıkmıyorsa, bilgi yığını da bilimsel düşünceyi, kısaca bilimin kendisini ortaya çıkaramamaktadır. Kısaca özetlersem; Sınavlar, analitik düşünce kabiliyetini öne çıkaran şekilde tanzim edilebilirse ve buna ilaveten becerileri ölçen ve değerlendiren mekanizmalar geliştirilebilirse, o zaman hem ÖSS sistemi faydalı bir rotaya girmiş olur, hem de okullardaki ezberci sistem yerini yavaş yavaş “gerçek bilgiyi” öğreten “beceri” kazandıran bir yapıya bırakır. Dershaneler ve dersanecilik uzunca yıllardır çokça eleştirilen bir konu, aynı zamanda Türkiyenin birer realitesi konumunda, ve hatta çok ciddi bir endüstri haline geldi dershaneler ve dershanecilik üzerine neler düşünüyorsunuz ? Öyle görülüyor ki ölçme değerlendirmede test türü merkezi sınavlara bağlı kaldıkça dersanelerin varlığını ortadan kaldırmak mümkün değil. Üniversite giriş sınavları beceri, tecrübe, sanat gibi yetenekleri değerlendirir konuma çıkarsa o zaman bu kurslar faydalı hale gelmiş olur. O zaman okullar da asli vazifesine döner; ÖSS hazırlık dershaneleri gibi çalışmaktan vazgeçer. Haydi dersaneleri kapattınız (zaten mümkün değil), eğitim test merkezli OKS ve ÖSS de başarılı olmaya odaklı olduğu sürece okullar dersaneleşmeye devam edecek veya onbinlerce dersane çalışanı buna engel olacaktır. Böylesine yerleşmiş ve ülkenin gerçeği haline gelmiş kurumları kapatarak onbinlerce çalışanı mağdur etme yerine bu kurumları nasıl faydalı hale getirebilir diye projeler yapmalıyız. Elbetteki bu problemlere bilim adamlarının, işin ehli kişilerin bir araya geleceği platformlarda çözüm aranmalıdır. Üniversitelerde araştırmalar tezler yapılmalı. Olay her yönüyle tüm boyutları ile ortaya konmalıdır. Bir tarafı yaparken öbür tarafı yıkmamalıdır. Bu kurslar, takviye kursları olarak varlığını devam ettirebilir. İlköğretime/ortaöğretime yardımcı, onların özellikle uygulama alanında boşluğunu dolduran ve özellikle mesleki beceriler kazandıran kurslar haline dönüştürülebilir. Bir kısmı özel eğitim yada resmi eğitim kurumları haline (örneğin meslek okulları) getirilebilir. Tabi bunun için tarafları içine alan bilimsel platformlarda çözüm üretmeniz, proje mantığı ile yıllara yayacak bir çözüm üretmeniz gerekir. Tek başına bakanlık yetkililerinin masa başında çözebileceğini zannetmiyorum. Zaten bunu geçmişte gördük. Dünyada eğitim yeniden sorgulanan bir olgu, dünyanın en zor organizasyonlar eğitim organizasyonları olsa gerek, okullar, ölçme ve değerlendirme kurumları- OSYM, bakanlık, dershaneler. Biz bazı şeylerde geç kalmıyor muyuz, bu kompleks durumda nereden ve nasıl başlamalı ? Kanaatımca bilginin ve eğitimin gerçekten ne anlama geldiğini öğrenerek işe başlamalıyız. Bilginin seviyeleri vardır. Bu eğitim teste dayalı eğitim bilginin ne ikinci ne de üçüncü seviyesine ulaştırabilmektedir. Gerçek bilgi, “nedir” sorusuna karşılık elde edilenler değildir. “Nasıl” ve “niçin” sorusuna cevapla başlar gerçek bilgiye giden yol. Dikkat edersek testlerde sorulanlar nedir sorusuna karşılık gelen bilginin ilkel düzeyidir. Yani gerçek ve bilimsel bilgi değil, malumat seviyesinde kalan içselleşmemiş bilgi düzeyidir. Nedir sorusu ile elde edilenler “tepkiye” yönelik olduğundan şartlanmaya dayalı bir eğitimi ifade eder. Akli fonksiyonlarn düşük seviyede kaldığı, sorgulanmaksızın(ezber) tekrarla elde edilenlerdir. Hayvanlara bir şeyler öğretildiğinde de bu yöntem kullanılır. İşte çoktan seçmeli teste dayalı eğitimin temeli bu yönteme dayanır. Şeylerin adının öğretildiği ama kendisinin ve aslının öğretilemediği öğretim yapısı budur ki ülkemizde galiben bu yöntem kullanılmaktadır. Bilginin ikinci düzeyi “anlama” dır. “Niçin” sorusunun cevabı ile ulaşılır. “Niçin” sorusunun cevabı ile elde edilenler “nedir” sorusunun karşılığı olan “malumat” göre daha üst düzeyde olsa da yine de “gerçek bilgi “değildir. Çünkü hala “tepki” verme ”ye yöneliktir. Nedir asıl bilgi, hayatımızın neresindedir yani anlamı nedir ? Nasıl elde ederiz ? İngilizcede literatürde "information" ve "knowledge" olarak 2 farklı kelime kullanılır. Türkçede ise bu iki kelimeyide aynı anlam ile bilgi ile karşılarız, halbuki gerçekte biri malumat iken diğeri bilgidir. Günümüzde belkide birine enformasyon diğerine de bilgi diyeceğiz ama birşeyde karar kılmalı ve manada bu ayrımı gözetmeliyiz. Nedir bu farklılık, biri edinilen, taşınılan ham bilgi iken diğeri işlenmiş öz veya hakiki bilgiyi tanımlar. 2. si yani işlenmiş olan bilgi özdür kişiye hastır, kendi görüş ve kavrayış ufkunu simgeler ve gerçek öğrenme denilen şey bu bilgiye ulaşmakla elde edilir. Aksi halde ezberleme veya hafızalama gerçekleşir. İnsanoğlu için her ikisid e bir hususiyet olarak fıtratta bulunmaktadır, malumat hafızada yer alarak ezber kabiliyetinin icrası iken bilgi muhakeme yeteneğinin ürünü olarak gerçek öğrenme fiilidir.. Eğitim sistemimizde maalesef gözardı ettiğimiz gerçek bilginin hayatımızda ki anlamına gelecek olursak... Bilgiyi kullanabilme seviyesine (beceri düzeyi) çıktığımızda ulaşırız asıl bilgiye. “Beceri” , bilmenin üçüncü seviyesini, yani yapabilmeyi” temsil eder ve “nasıl” sorusunun cevabıyla ulaşılır. İlk iki bilme düzeyi [(1) nedir, (2) niçin sorularının karşılığı ] “pasif tepkilere yol açarken, üçüncü düzeydeki bilgiler yönlendirici bir “eylem”le sonuçlanır. İlk iki düzey daha kısa sürede ve birisini dinlemek veya kitap okumak gibi pasif bir katılımla kazanılabilir. Öte yandan “yapabiliyor”, yani bilgiyi kullanıyor olabilmek için, için, uygulama da içeren uzun vadeli ve sürekli bir çaba içerisine girmemiz gerekir. “Pi sayısının değeri bize 3.14 tür” diye öğretildi. Bu bilgi malumattan ibarettir ve “gerçek bilgi” değildir. Ölçü aleti alıp bir silindir kutunun çevresini ve çapını ölçerek, çevre değerini çap değerine böldüğümüzde 3.14 sayısını (pi sayısı) elde ederiz ki uygulama içeren bu bilgi gerçek bir bilgidir. Ve bu bilgiyi bir daha hiç unutmayız. Bu faydalı bir bilgi ve ne işe yaradığını ve önemini idrak ettiğimizden faydalı bir bilgidir. Öğrencide ancak o zaman eğitime ve öğrenmeye karşı merak ve ilgi doğar. Aynı şekilde yüzmeyi fizik kurallarına dayanarak açıklayabilmek bilgiyi, yüzebilmek ise beceriyi temsil eder. Öğrenmeninde tanımında dünyada tartışıldığı üzere, bu sayede çevresel değişimlere getirilen uyumun adıdır öğrenmek. Öğrenmek yaşamı doğru algılamanın anahtarı konumuna gelir. Zihinimizde meselelere ve problemlere en etkin çözüm üretme mekanizmalarının olgunlaşmasına ve gelişmesine olanak sağlar gerçek bilgi, aksi halde hep başkalarının hayatını yaşar dururuz da, fikir ve düşünce adına fakr-u zaruret içinde, başkalarına bağlı bir toplum halinde kalırız. Şu sözlere dikkat edelim. “Bilgi tek başına ekonomik bir kaynak değildir. Bilgi satılmaz, sadece bilgiyle üretilenler alınıp satılabilir” (P. Drucker) “İyi bir zekâ sahibi olmak yeterli değildir. Önemli olan onu iyi kullanmaktır” (Descartes) Sonuç olarak eğitimi ve bilimi kendi kuralları içinde doğru bir şekilde insan yaratılışına uygun şekilde vermektir asıl olan. İdealde çizmiş olduğunuz bu resme ulaşmada, bu niteliklere sahip bir nesil oluşturabilmek için nasıl bir strateji takip etmeli, hangi hamleleri gerçekleştirmeliyiz ? İlk iş olarak, geniş katılımlı istişarelerle lise mezununun sahip olması gereken bilgi ve beceriler belirlenmelidir. Yani lise eğitimin misyonu ortaya konmalıdır. Sınavlar bu misyonu ölçme ve değerlendirmeye yönelik olmalıdır. Lisede hangi dersler ve mesleki becerilerin verileceği ortaya konmalıdır. Üniversiteye girişte nasıl bir sistem takip oluşturabiliriz? Ülkemizin gerçekleri göz önüne alındığında ÖSYM sistemi gibi kökleşmiş kurumları ve üniversite hazırlık kurslarını devre dışı bırakan modeller oluşturmak kısa vadede zor göründüğüne göre bu kurumların da işin içinde yer aldığı daha basit modeller oluşturabiliriz. Mevcut sistemi becerileri de değerlendiren konuma çıkararak ıslah edebiliriz. Şöyle ki; ÖSS puanları okullarda öğretilen dersler dışında puanların yaklaşık yarısı beceri alanlarından oluşmalıdır. ÖSS soruları içinde genel sağlık bilgileri yanında genel kültür; güncel dünya ve ülke olayları ile ilgili sorular da yer almalıdır. Mesleki becerilere dair deneme kabilinden bir liste oluşturdum. 1. Bilgisayar okur - yazarlığı 2. Yazma, ifade ve okuma becerisi 3. Sanat, spor vb Faaliyetler 4. Yabancı dil 5. Okul mezuniyet derecesi ve olgunluk sınavı 6. Öğrenim sürecinde yahut da mezuniyet sonrası edinilen iş- meslek tecrübeleri, vb… Tabi bu sıraladığımız hususlar keyfidir. Değişebilir. İlave veya çıkarma yapılabilir. Önemli olan ÖSS sisteminin becerileri ve yetenekleri de ölçen keyfiyete sokulmasıdır. Amaç bu olunca ölçme değerlendirme yetkilileri ve uzmanları geniş istişareleri ile en iyi sistemi oluşturacaklardır. Bu durumda üniversite hazırlık kursları, saydığımız becerileri öğrenciye kazandıran bir yapıya dönüşür. Eğitim kendi misyonu içinde sağlıklı bir zemine oturacaktır. ÖSS sistemi becerileri, analitik düşünceyi, yorumlama gücünü ve üretkenliği değerlendiren konuma yükselince, üniversite hazırlık kursları daha anlamlı ve faydalı faaliyetlerin içine çekilmiş olacaktır. Bundan başka üniversitelerde eğitimin ilk birinci yıl esnek olmalı. Öğrenci kolayca başka bölümlere geçebilmeli. üniversiteye yerleştiren nihai kurum özelliğinde olmamalı. Üniversiteler (Fakülte ve bölümler) kendilerinin koyacağı ek standart ve ölçütler içinde (ya da bir sınavla) öğrencilerini kendileri seçsinler. Bu durum öğrencinin aynı zamanda lise döneminde kendi yeteneklerine uygun bölümlere ve branşlara yönelmelerini (o alanda güçlenmesini) sağlayan bir fayda sağlayacaktır. Tekrarlarsak, önemli olan sınavları beceri odaklı ve mesleki bilgileri ve kişisel yetenekleri değerlendiren ve entelektüel birikime önem veren yapıya kavuşturabilmektir. ÖSS sınavını ezber bilgiyi ölçen tek boyutlu yapıdan öğrenci yetenek ve becerilerini bilgi gücünü çok boyutlu olarak ortaya koyar niteliğe dönüştürmektir. Öğrenci böylece pazarlanabilir becerilere sahip olacaktır. ABD de lise mezunlarının yaklaşık üçte birisi pazarlanabilir becerilere sahip olduğundan kolayca iş bulmakta ve böylece kısa yoldan hayata atılmaktadır. Mesleki becerileri test sınavları ile belirleyemeceğimize göre nasıl bir yol izleyebiliriz? Eğitim ve insan çok boyutlu birbirine bağlı. Hali hazırada tek boyutlu ölçme –değerlendirmeler yüzünden hiçbir mesleki yeterlilik ve beceri sahip olmadan liseden mezun olanların halini hep birlikte görüyoruz. Mesleki yeterlilikler ve tecrübeler sertrifikalarla belgelenebilir. Örneğin bilgisayar yada muhasebe-işletme kursu alan bir öğrencinin bu mesleki yeterliliğe dair sunacağı sertrifika, ÖSS sisteminde belirli bir puana tekabül etmelidir. Önemli olan sistemi yozlaştıracak etkenleri asgariye indirecek şekilde denetim mekanizmaları geliştirebilmektir. Bu yapılanma liselerin kendi gerçek eğitimlerine dönmesini sağlayacaktır. Eğitimde doğruluk ve etik değerler üzerine yapacağımız vurgu; kalite ve liyakatı esas haline getirmiş olmamız, etkisini gösterecek; sistem yozlaşma tehlikesinden kurtulacaktır. Böyle bir yapılanma durumunda, dershaneler okulların boşluklarını dolduran, onları destekleyen ve tamamlayan, yani mesleki kurslarla beceriler kazandıran, yada okullardaki uygulama eksikliğinden dolayı laboratuar atölye kütüphane imkanları sağlayan kurumlar haline dönüşecektir. Dershanelerin bir kısmının bu süreçte yapılan teşvik ve desteklerle özel liseler, ilköğretim okulları yahut meslek liseleri haline dönüşmeleri de sağlanabilir. Değerli fikirleriniz ve çalışmalarınızdan ötürü çok teşekkürler. Bu keyifli ve keyfiyetli söyleşide bizimle birlikte olduğunuzdan dolayıda ayrıca teşekkür ederim. Savaş Göğebakan Fizik Müh., Eğitim ve Bilim Politikaları Bu söyleşi, Burç Fm radyosunda cumartesi günleri saat 21’de yayınlanan “Eğitim ve Bilim Dünyamız” programından alınmıştır.
<< Önceki Haber Şu sınavlar da olmasa ! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER