Geri itme kabusunu yaşadı: “Çocuklar nehrin içinde bağırıp çırpınıyorlardı"

Özgürlüğü uğruna Meriç'ten geçen 5 çocuk annesi Yeliz Akbabaöz, Yunanistan tarafında maskeli kişilerce Türkiye'ye geri itilirken yaşadığı dehşet anlarını anlattı.

SHABER3.COM

Eşine açılan dava nedeniyle pasaportu iptal edilen Akbabaöz, Türkiye'yi Meriç üzerinden terk etmek zorunda kaldı. Yunanistan'a geçtikten demir sopalı maskeli kişiler tarafından geri itilen Akbabaöz, "Nehre ittiler, yüzme bilmiyorum, boğulmaktan son anda kurtuldum." dedi.

Bold'un haberine göre eşi hakkındaki ‘suç’lamalardan dolayı yurt dışına çıkışı yasaklanan ev hanımı Yeliz Akbabaöz, iki yıl önce Meriç üzerinden Yunanistan’a geçmek isterken geri itildi (pusch back). 6-7 siyah maskeli bere takmış, ellerinde demir sopalar olan askerler, Yeliz Akbababöz ve bir grup mülteciye önce diz çöktürdü, üzerlerindeki paraları aldı. Etraflarında dönüp canlarının istediklerine vurdu. Daha sonra da nehrin kenarına getirip suya attı.

Yüzme bilmeyen Akbabaöz, boğulmaktan son anda kurtuldu. “Siz Müslüman değil misiniz, burada ölüyorum” haykırışlarına genç bir Suriyeli yardım eli uzatarak cevap verdi. Yoksa gecenin bir yarısı nehrin sularına kapılacaktı.

Akbabaöz boğulmaktan kurtuldu ama tehlike henüz geçmemişti. Islak elbiselerle 1,5 gün mısır tarlalarının içinde yürüdü. Yanında, iki çocukları olan bir karı-koca daha vardı. Çocuklar soğuktan tir tir titriyordu. Bitkin düştüklerinde bir köy camiine sığınmak istediler ama imam tarafından ihbar edilme riski olabileceği için vazgeçtiler.



Daha sonra evine gitmeyi başaran 5 çocuk annesi Yeliz Akbabaöz, bu olaydan kısa bir süre sonra tekrar aynı yola çıktı. Mecburdu, hakkında herhangi bir soruşturma olmadığı halde pasaport verilmiyordu. İkinci geçişinde başardı. Önce Selanik, sonra Atina üzerinden Finlandiya’ya kadar gitti.

KHK’lılar tarafından Almanya’da kurulan insan hakları derneği Human Rights Defenders’ın (HRD) uluslararası insan hakları kurumlarına sunmak üzere hazırladığı “Yunanistan-Türkiye Sınırında yaşanan göçmen krizi ve Türk Politik Sığınmacıların Hukuki Statüsü” başlıklı pusch back raporunda yaşadıklarını anlatan Yeliz Akbabaöz, “Bizi nehre itmelerinden dolayı ıslanmış, o gece ve ertesin gün akşama kadar ıslak elbiseler ile yürümek zorunda kaldığım için ellerimde, kollarımda, ayaklarımda, bacaklarımda ve sırtımda sürekli bir ağrı var, bu ağrı beni geceleri uyutmuyor. Burada fizik tedaviye gittim fakat fayda etmedi. Bu ağrılar her gece bana ‘Nehre atıldığımız ve büyük sıkıntılar yaşadığımız o iki günü hatırlatıyor.” dedi.

HRD Genel Sekreteri Oğuzhan Albayrak, avukat Mustafa Yaşar Demircioğlu’nun hazırladığı rapor, tüm geri itme mağdurlarının yaşadıklarını dünyaya duyurmak açısından önemli. İşte kendi anlatımıyla Yeliz Akbabaöz’ün yaşadıkları:

“BAŞKA ÇAREMİZ KALMAMIŞTI”
“Ben ev hanımıydım, eşim de devlet memuru olarak çalışıyordu. Ankara Sincan’da yasıyorduk. 15 Temmuz sonrasında kocama yapılan suçlamalar nedeniyle eşim Kasım 2018’de kaçak yollarla Yunanistan’a geçmek zorunda kaldı. Ardından da Finlandiya’ya gitti. Oturum aldıktan sonra bizlerin de oraya gidebilmemiz için gerekli başvurularda bulunmuştu. Çocuklarımızın pasaportlarını aldım. Fakat eşimin hakkındaki suçlamalardan dolayı bana da yurt dışına çıkma yasağı konuldu ve pasaport verilmedi.

Aile birleşimi onaylanmıştı fakat karar bizi çok da sevindirmedi. Çünkü Finlandiya devleti 18 yaş üzerindeki çocukları aile birleşimi kapsamının dışında değerlendirip büyük çocuklarımıza oturum hakki vermemişlerdi. Bu nedenle küçük çocuklarımı çok zor şartlar altında Finlandiya’ya değil de Norveç’e gönderebilmiştim. Çünkü Finlandiya’ya direk uçuşu olan THY küçük kızımızın yaşı çok küçük olduğu için yalnız başına seyahat edemeyeceğini söyleyerek uçak bileti vermediler. Ben de Sun Expres’ten bilet alıp, Konya Havaalanı’ndan Norveç’in başkenti Oslo’ya gönderdim. 3 küçük çocuğumuzu babaları Norveç’e giderek oradan alıp Finlandiya’ya dönmüşlerdi.

Ben de pasaport alabilmek için CİMER başta olmak üzere birçok yere başvuruda bulundum. Ama bunlardan hep ret aldık ve hiçbir kurum da neden yasak konulduğu hakkında herhangi bir açıklamada bulunmadı. Ailece bir araya gelebilmek için son çare olan kaçak yollara başvurduk.

“TEKNEYE 23 KİŞİ BİNDİK”
" Kaçakçılar bizi alıp sınırda bir yere götürdüler. Burada küçük bir kulübede sabaha kadar bekledik. Kaçakçılar bizi nehir kenarına getirdiler ve küçük bir tekneye binmemizi istediler. Biz can yeleği istedik, kaçakçılar bize “can yeleklerini vereceğiz” dediler ama vermediler.

Bir tekneye tam 23 kişi bindik, yaklaşık 15 dakikalık nehir yolculuğundan sonra sabah 7 buçukta karşı tarafa geçtik. Bizi tekneden indirdiler. Daha sonra telleri keserek karşı tarafa geçtik. İki gruba ayrıldık. İlk grup Yunanistan içlerine doğru ilerledi. Biz orada saklandık daha önceki grubun Yunanistan görevlilerine teslim olduğunu öğrendik, biz de saklandığımız yerden çıktık, sınırdan daha iç kısımlara ilerlemek ve Yunan görevlilere teslim olarak bir an evvel mültecilik işlemlerini başlatabilmek için orman içerisinde yürüyorduk.

“ASKERLER TESLİM OLMAMIZI İSTİYORLARDI”
Arkamızdan askerlerin seslerini duyduk. Silahlarını bize doğrultan 3 asker gördük. Askerler bizim teslim olmamızı istiyorlardı. Grubumuzda bulunan bir arkadaş askerler ile İngilizce konuşarak “Biz Tayyip Erdoğan’ın zulmünden kaçıyoruz” dedik. Ondan sonra askerler bizi aldılar, ellerimizdeki poşet ve çantaları yere koymamızı ve beklememizi söylediler.

Daha sonra bir asker yanımıza geldi, karşımızda durdu ve elindeki tüfeğin namlusundaki mermiyi çıkararak gözlerimizin önünde yere düşürdü. Orada biraz daha bekledik, sonra beyaz renkli kapalı kasa bir minibüs geldi. Kimliklerimizi, telefonlarımızı topladılar. Bizi o araca bindirdiler. Aracın içi çok kirli ve pisti. Süresini tam olarak hatırlayamadığım bir yolculuktan sonra, bizi bir yere götürdüler.

“BİZİ GÖTÜRÜP TREN GARINA BIRAKTILAR AMA SONRA…”
Aracı durdurarak daha sonra aracın kapısını açıp bize “Burada çok fazla pandemi var, sizi tren garına bırakıyoruz, trene binin Selanik’e veya Atina’ya gidin” dediler. Telefonlarımızı ve kimliklerimizi de geri verdiler. Terminale gittiğimizde zaten tren gitmişti. Otobüs ise aksam saat 7’de Atina’ya hareket edecekti.

Biz orada beklemeye ve aksam otobüsüne binmeye karar verdik. Gün boyunca terminal civarında bekledik. Bir kafeteryada bir şeyler yedik. Daha sonra biletlerimizi almak üzere aramızdan iki arkadaşı bilet almaya gönderdik. Bilet alıp geldikten sonra artık gitmek için son hazırlıklarımızı yaptık, ben ve gruptaki diğer hanımefendi lavaboya gittik.

Çıktığımızda karşı tarafa beyaz bir araç geldi, içinde polisler vardı. Aracı bilet aldığımız otobüsün arkasına çekerek yanımıza doğru geldiler. Bağırarak kimlik ve pasaport istediler. Pasaportumuzun olmadığını söyledik, bağırmaya başladılar, yanımızdaki bir abi hemen telefonundan direkt avukatı görüntülü aradı ama askerler hiçbir şekilde avukat ile konuşmadan direkt telefonlarımızı topladılar ve bir poşete koydular.

Yeliz Akbabaöz’ün küçük oğlu Muhammed, Finlandiya’da Avrupa taekwondo şampiyonu oldu. Eşi Oğuz Akbabaöz, Ankara Sosyal Politikalar İl Müdür Yardımcısı iken ihraç edildi.

“ELLERİNE SİYAH VE MAVİ ELDİVEN TAKMIŞLARDI”
Bizi alan polislere Yunanistan sınırları içerisinde yaşadıklarımızı anlattık. Bizi ilk alan asker ve polislerin bize söylediklerini onlara ilettik, fakat hiçbir şekilde bizi dinlemediler. Bu polisler bizi kapalı kasa bir kamyonete bindirdiler, dağlık gibi bir yere getirdiler, kapıyı açtıklarında karşımızda aynı araçtan bir tane daha vardı, biz iki aracın ortasında durduk orada 6-7 polis vardı. Ellerine siyah ve mavi eldiven takmışlardı. Ben “Bu insanlar herhalde bizi öldürüp organlarımızı alacaklar” diye düşündüm.

Polisler Yunanistan’dan aldığımız ve yanımızda bulunan; su olsun, yiyecekler olsun, biletlerimiz olsun, hepsini topladılar, hatta sakız ambalajlarını da aldılar. Bizlere önce kaba arama yaptılar, sonra dedektör ile de aradılar. Abilerin ceplerine baktılar, üstlerini aradılar. Bizi başka bir polis aracına bindirdiler. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk, indiğimizde karşımızda kocaman askeri siyah bir araç vardı ve 6-7 siyah maskeli bere takmış, ellerinde demir sopalar olan polis veya askerlere teslim ettiler ve onlar da bizi araca bindirerek götürdüler.

“KORKUDAN ALTIMA İŞEMİŞTİM”
Belli bir süre gittikten sonra araç tekrardan durdu. Kapıyı açtılar, ellerinde küçük bir fener vardı. O feneri tutarak 3 abiyi aşağı çağırdılar, onlar aşağıda dövdüklerini düşünüyorum çünkü bir takım sesler geliyordu. Sonra kapı açıldı, onlardan biri çok hızlı bir şekilde içeri girdi ve yanıma oturarak (Bu gencin adi Abdullah olarak biliyorum) “Yeliz abla beni dövdüler ve paramızı aldılar” dedi. Çocuğun psikolojisinin bozulduğunu düşündü, diğer abiler de çocuğa sakin olması gerektiğini söylüyorlardı.

Daha sonra yanımızdaki abilerden biri bana dedi ki “Yeliz abla yanında para varsa bana ver, aşağıda paraları alıyorlar.” Ben de bütün parayı abiye verdim. Araba kısa bir süre gittikten sonra durdu, bu sefer tekrar kapı açıldı ve bana doğru ışığı tuttular, aşağı çağırdılar. Ben de kalktım “Allah’ım dedim eğer namusuna bir şey gelecekse sen benim burada canımı al” diye dua ettim ve aşağı indim indikten sonra kapıyı kapattılar. O kadar çok korkmuştum ki korkudan altıma işemiştim ve yol boyunca idrarımı tutamamıştım.

“BİNANIN ÖNÜNDE SİYAH ARAÇLAR DURUYORDU”
Askerler arama sırasında dedektör öttüğü için ellerindeki demir çubuklarla göğsüme dokundular. Bir şeyler diyorlardı ve etrafımda dönüyorlardı. Ben de onları anlamadığımı söylemeye çalıştım. Boynumda para kesesi gibi bir şey vardı, onu sordular ve gösterdim. Bir şeyler soruyorlardı, anlamıyorum diyordum, daha sonra kapıyı açtılar, ‘Gidebilirsin’ dediler. Arabaya bindim, araba bir süre gittikten sonra yine aynı şekilde yanımızdaki ablayı da aşağı indirdiler, ona da aynı şekilde yapmışlar.

Ablanın yanında 2 çocuk vardı. Ona da bu çocukların kimin çocuğu olduğunu sormuşlar. Daha sonra abla da arabaya geri geldi. Araç uzun bir süre gittikten sonra artık bizi kampa götürmeyeceklerini, bizi nehre atacaklarını düşündük. Biraz gittikten sonra başka bir yerde durduk, orada kapıyı açtılar, karşımızda üzerinde “polis” yazısı olan karakola benzeyen bir bina vardı. Ayrıca binanın önünde siyah araçlar da duruyordu. İçeride resmi kıyafetli bir bayan polis de çalışıyordu. Dışarıda ve içeride de birçok insan vardı.

“KARŞIMIZDA SURİYE, AFGANİSTAN KÖKENLİ 30 GENÇ VARDI”
Bizi sonunda kampa getirdiler diye düşünerek sevindik. Bizi burada araçtan hiç indirmediler. Dışarıdan bağırma sesleri geliyordu. Ama biz dışarıda neler olduğunu bilmiyorduk. Merak ediyorduk. Kapıyı açtılar, karşımızda yaklaşık Suriye, Afganistan, belki Irak kökenli 30 genç vardı. Bu çocukları döverek getiriyorlardı. Gençleri araçlara bindiler. Gençler aracı tekmeleyip bağırıyorlardı. Biz bir kenarda oturuyorduk. Daha sonra o gençlerden de birkaçını aynı şekilde aşağı indirip döverek paralarını aldılar.

Gece karanlığında uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra bir yere geldik araç durdu. Hepimizi aşağı indirdiler. Bizleri diz çöktürterek ellerimizi başımızın üstünde birleştirmemizi istediler. Etrafımızda dönüyorlardı canlarının istediklerine vuruyorlardı. 4-5 kere aynı şekilde aracı durdurup bizleri aşağıya indirdiler. Daha sonra araç giderken bir yerde, yol kenarında durdular. Arabanın durduğu yerin yol üzerinde olduğunu görebiliyorduk. Sonra genç bir kızı arabaya getirdiler.

“GENÇ KIZ KRİZ GEÇİRDİ”
Bu kız Kürt siyasi hareketinin üyesi olduğunu ve bu nedenle ülkeden kaçtığını söyledi. Arabaya binen genç kız dedi ki “Biliyor musunuz kampa gidiyoruz.” Bizde ona “Ne kampı” dedik. Genç kız “Ya hayır beni karakola götürdüler, benim resimlerimi çektiler, işlemlerimi yaptılar, bana dediler ki seni kampa götürüyoruz” dedi. Bizde hayır dedik, birden kız arabada sinir krizi geçirmeye başladı, gençler arabayı tekmelemeye başlayarak bağırıp, ıslık çalarak aracın durmasını sağladılar.

Araç durdu askerler de gelip kapılara vurarak kapıyı açıp kızgın bir şekilde ‘Ne oldu, niye bağırıyorsunuz?’ diye bize bağırıyorlardı. Biz de kızı göstererek kızın krize girdiğini, yardımcı olmaları gerektiğini söyledik. Onlar da kıza içirmemiz için su verdiler. Kapıyı biraz açık tutup beklediler. Kız biraz kendine geldikten sonra kapıyı kapattılar ve tekrar yola devam ettik.

“ÇOCUKLAR NEHRİN İÇİNDE BAĞIRIP ÇIRPINIYORLARDI”
Yine aynı şekil bizi aşağı indirdiler, bizi yine dizlerimizin üstünde ellerimiz başımızın üstünde bekletiyorlardı. Genç kız askerin yanına gitti ve onla konuşmaya çalıştı ve ağlıyordu. Askerler onu başka bir tarafa götürdüler, diğer araca bindirdiler. Bizleri yeniden arabaya bindirerek yola koyulduk. Araç en son bir yere geldi, dışarıdan su sesi duyuluyordu. Artık deport edildiğimizden emin olmuştuk. Aracın kapısı son kez açıldı, hepimizi aşağı indirdiler. İndiğimiz yer Meriç Nehri’nin kenarı Yunanistan sınırıydı. Bizi sınıra getiren maskeli kişilerden biri siyah bir bot getirdi.

Siyah botu getirdiler, etrafta ellerinde tüfek olan askerler bekliyorlardı. Bot ile sığınmacıları nehirden karşı tarafa taşıyan kişiler Suriye kökenliydiler ve bunlar Türkçe de konuşabiliyorlardı. Bu iki Suriyeli bizden önce 10-15 genci bindirdiler, o çocukları götürüyordu, yukarıda da ay olunca suyun içi de gözüküyordu. O gençleri götürüp nehrin içine attılar, çocuklar suyun içerisinde bağırıp çırpınıyorlardı.

O Suriyeliler botu geri getirdiler, bizim gruptaki 7 kişiyi bindirdiler ve gittiler. Bizim gruptan 2 kişi geride kaldık. Benimle birlikte bir genç vardı (Abdullah), daha önce dövülüp parası elinden alınan gençti. Biz 6-7 kişi bota bindik, kriz geçiren kız da aynı botun içerisindeydi. Fakat bot yarıya kadar su doluydu, yanımdaki genç psikolojisi bozulduğu için hala onlara ‘Ne olur bizi göndermeyin Tayyip bize zulüm, işkence ediyor” diyordu. Ben de ona ‘Zaten yolun sonuna gelmişiz, bizi Türkiye sınırına getirdiler’ dedim.

“MÜSLÜMAN DEĞİL MİSİNİZ, KURTARIN BURADA ÖLÜYORUZ”
Nehirde biraz ilerledikten sonra bize “İnin!! Çabuk inin” diye bağırıyorlardı. Biz de onlara inecek hiçbir yer yok, hatta tutunacak bir dal bile olmadığını söyledik fakat bizi dirsekleri ile ittirip suya atıyorlardı. Ben de botun içerisinde ayağa kalktığım zaman direkt suya düştüm. Ben yüzme bilmiyorum. Suda boğuluyordum, beni kurtarın diye bağırıyordum. Can korkusu ve boğulma tehlikesiyle ‘Siz ne biçim insanlarsınız, Müslüman değil misiniz, kurtarın burada ölüyoruz’ diye bağırıyordum.

Genç bir Suriyeli bana elini uzattı, genç beni çekmeye çalışıyordu ama gücü yetmiyordu. Daha sonra ona da başka bir Suriyeli genç yardımcı olarak beni kıyıya çekerek kurtardılar. Çıktığımız yerde dikenler vardı. Dikenler vücudumuzun birçok yerini yaralamıştı. Kıyıya çıktıktan sonra o Suriyeli genç bana ‘Abla sen nerelisin?’ dedi Bende korku ve heyecan nedeniyle ‘Karslıyım’ dedim. Sonra ‘Yok yok ben Türk’üm’ dedim.

Burada bizim gruptaki abilerden ve daha önce bot ile geçenlerden biri kolumdan tuttu ‘Yeliz abla gel, bizim arkadaşlar bu taraftalar’ diyerek direkt Abdullah ile birlikte o abilerin olduğu yere gittik. Bizden önce geçen abiler karar almışlar ‘Birimiz burada bekleyeyim gelen abla ile Abdullah abiyi bulalım’ diye. Artık Suriyeli ve Afganistanlılar ile birlikte kalabalık bir grup olarak Türkiye tarafına itilmiştik.

“ÇOCUKLAR SOĞUKTAN TİTREMEYE BAŞLADI”
Türk askerleri ‘Teslim olun” diye bağırıyorlardı. Hemen oradan ayrılmaya karar verdik, yola çıktık ama nereye gideceğimizi bilemiyorduk. Her taraf çamurdu, sanırım pirinç tarlalarıydı, batıyorduk. Çamurların içinde yürümeye başladık, ne kadar ya da kaç saat yürüdük bilemiyorum ama artık o kadar yorulduk ki ayrıca nehre düştüğüm için ıslanmıştım ve hepimiz üşüyorduk. Yanımızdaki 2 çocuk ile birlikte soğuktan titremeye başladık. Hava karanlık olduğundan nereye gittiğimizi de bilmiyorduk, bir yerde oturduk, orada biraz dinlendik. Çünkü çok yorulmuştuk.

Biraz dinlendikten sonra yürümeye başladık fakat bir yere geldik, abilerden biri önümüzün bataklık olduğunu kadınların ve çocukların oradan geçemeyeceğini, onları tehlikeye atmamak gerektiğini söyledi. Biz de başka bir yoldan yürümeye devam ettik. Fakat grubumuzdaki arkadaşlardan biri bizden ayrılmıştı. Diğer iki kişi de onun peşinden gittiler, böylece grubumuz ikiye bölündü.

Ben ve biri 9 diğeri, 4 yaşında iki çocuğu olan bir aile toplam 5 kişi birlikte hareket ettik. Fakat hepimiz yorgunduk ve üşüyorduk. Ailenin babası 9 yaşındaki çocuklarını uzun süre sırtında taşımış ve yorulmuştu. Bir yerde durduk, abi dizleri üzerine çökerek artık teslim olmak istiyordu. Eşine dönerek “O feneri bana ver, feneri yakayım da askerler gelip bizi bulsunlar” dedi.

“CAMİYE SIĞINMAKTAN VAZGEÇTİK”
Ben hemen itiraz ettim abiye, engel oldum. ‘Abi ne yapıyorsunuz? Yunan askerleri bize neler yaptı gördünüz. Türk askeri daha fazlasını yapar. Burada biraz dinlenelim, sonra yeniden hareket ederiz, eğer yolda yakalanırsak artık yapacağımız bir şey yok demektir. Ama ben asla teslim olmam’ dedim.

Kısa bir süre dinlendikten sonra, tekrar yürümeye başladık, sonra bir köye geldik, köyde camiyi gördük, abi dedi ki ‘Gidelim durumu imama anlatalım, biraz camide ısınalım.” Ben yine itiraz ettim. Dedim ki “Abi sen ne yapıyorsun? İmamların tamamı zaten Tayyip’in adamı, direkt bizi ihbar edip yakalatır.’ Bu itirazım üzerine abi camiye gitmekten vazgeçti.

Biz bir mısır tarlasında saklandık, yanımızdaki abi ‘Ben yola bakayım, araç falan durdurabilirsem gideriz’ dedi. Gidip bakıp geldi, dedi ki ‘Orada askerler var.’ Mısır tarlasının içinde bir süre daha saklandık. Hava çok soğuktu ve üşüyorduk. Sabaha yakın askerlerin nöbet değişiminde askerler gelip yanımızdan geçiyorlardı. Sabah ezanı okundu, cami de dağıldıktan sonra biz oradan çıktık, biraz yürüdük, sonra yola doğru geldik hiçbir araç durmadı.

“HALA ÇOK KORKUYORDUK, BİZİ İHBAR EDECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORDUK”
Daha sonra birazda tren raylarının üzerinde yürüdük, sonra karşıda bir otel yazısı gördük, abi oraya doğru gitti, bir taksiyle anlaştı, taksici geldi, bizi aldı, bize ‘Yoksa siz kaçakçı mısınız ya da Yunanistan’a mı kaçıyorsunuz” diye sorular sordu. Biz de hayır dedik, biz burada çalışmaya geldik dediysek de inanmamıştı. Allah’a şükür adam iyi biriymiş ki ‘Aramanız falan varsa yollarda birçok yerde uygulama var ben sizi başka yoldan götüreyim’ dedi.

Biz işçi olduğumuzu söyledik ama adam bizim durumumuzu anlamıştı ve bizi başka bir yoldan Tekirdağ’a götürdü. Artık bizim eve gelmiştik. Evden uzak bir yerde taksiden indik. Çünkü hala çok korkuyorduk, taksicinin bizi ihbar edebileceğini düşünüyorduk. Ben yanımdaki aileye ‘Ben bir evi kontrol edeyim, çocuklarım evde mi bilmiyorum, ben gittikten sonra çocuklar evden ayrılmış olabilirler” dedim ve onlardan ayrıldım.

“ABİ ANNEM ANNEM…”
Eve geldiğimde ailemin deport edildiğimizden haberi yoktu. Bizi Yunanistan’da kamptayız sanıyorlardı. Beni kapının önünde bitkin bir şekilde görünce çok şaşırmışlardı. Kızım korkudan abisini arayıp sadece ‘Abi annem annem’ diyebiliyormuş. Oğlum da ‘Ya annemin başına bir iş geldi ya da kardeşim delirdi’ diye düşünmüş.

Ben durumu kısaca onlara anlattım ve benimle birlikte gelen bir aile olduğunu onların henüz gidecek bir yerleri olmadığı için bizde misafir olacaklarını söyleyip, hemen üzerimi bile değiştirmeden sokağa çıktım ve aileyi aradım. Abiyle sokakta karşılaşınca abi cok sevinmişti ve bana ‘Yeliz abla seni gördüğüme çok sevindim, bir ara acaba Yeliz abla da bizi bırakıp gitti mi diye düşündüm’ dedi.

Ben de ‘Yok abi öyle bir şey olur mu. Aynı yolun yolcularıyız’ dedim. Ailenin diğer fertleriyle birlikte bizim eve gittik, aile bizim evde bir hafta kadar misafir oldu. Elimizden telefonlarımız Yunan asker ve/veya polisleri tarafından alındığı için abinin akrabalarına ulaşma imkanı yoktu. Abi oradan yeni bir telefon ve hat alarak akrabalarına ulaştı. Ailenin kimliği yanlarında olmadığı için akrabaları gerekli hazırlığı yaparak 1 hafta sonra aileyi özel bir araba ile memleketlerine götürdüler.

Aile ile birlikte kaldığımız süre boyunca ailenin reisi her gün hatta günde birkaç kez ‘Yeliz abla eğer tekrar gitmeye karar verirsen birlikte gidelim’ diyordu, fakat eşi tekrar aynı sıkıntıları yaşarız korkusuyla çıkmayı pek düşünmüyordu. Açıkçası ben de istemiyordum ve çok korkuyordum. Eve geldikten sonra hem misafirlerimizin hem de benim vücudumda ve yüzümüzde kızarıklıklar, şişkinlikler ve kaşıntı meydana geldi. Bu sorunlar bende yaklaşık 1 ay kadar devam etti.

“YİNE BAŞARAMAZSAM KESİN DELİRİRDİM”
Eşim Finlandiya’dan arayıp tekrar nehri geçmem gerektiğini; benim çocukların yanlarında olmaya ve desteğime ihtiyaçları olduğunu özellikle küçük kızımın çok özlediğini ve üzüldüğünü söyleyerek beni ikna etmeye çalışıyorlardı. Fakat ben aynı sorunları tekrar yaşamak istemediğimi, eğer aynı sorunlar ile karşılaşırsak bu sefer kesinlikle delireceğimi söyleyerek tekrar denemeyi istemediğimi söylüyordum. Ancak Yunanistan’dan geri geldikten sonra tekrar birkaç kuruma başvuruda bulunarak pasaport almayı denedim, fakat yine aynı sonuç ile karşılaştım.

Artık pasaport alamayacağıma ikna olmuştum ve istemeyerek de olsa eşimin teklifini kabul ettim. Eşim de beni cesaretlendirmek için ‘Sen Türkiye’den çıkmadan önce ben Yunanistan’a gideceğim ve seni orada bekleyip sınırdan alacağım’ dedi. Ben de tekrar çıkmaya karar verdim. Kaçakçılar ile gerekli irtibatı kurduk, çıkış tarihimiz belirlendi.

Bu sırada eşim Yunanistan’a geçip beni Türkiye-Yunanistan sınırına yakın Dedeağaç’ta bekliyordu. Biz tekrar Tekirdağ’dan sabah saat 7 gibi yola çıkıp Edirne’de kaçakçılar ile buluştuk. Kaçakçılar beni bir arabaya bindirdiler, araçta bir aile vardı. Ailenin çocukları çok korkmuşlardı. Ben tecrübeli olduğum için onlara yardımcı olmaya çalışıyordum. Gündüz saat 12 gibi nehrin kenarına geldik, çok kısa surede Yunan  kıyılarına ulaşmıştık.

“EŞİM BENİ ALMAYA GELDİ”
Birlikte çıktığımız aile Yunan askeri kulelerini görünce hemen oraya doğru yönelerek ‘Gidip teslim olalım’ dedi. Ben kabul etmedim, başımdan geçenleri anlattım. Abi ve eşi bir telaşla çocuklarını alarak hızla oradan uzaklaşmaya başladılar. Yaklaşık 2 saat kadar sınırdan içeriye doğru yürüdük. Yol boyunca 4-5 tel örgüsünün altından veya üstünden geçtik. Telefonlarımız çekmiyordu, kimse ile irtibat kuramadık.

Sonra eşim ile irtibat kurabildik ve eşim araç sesi duyduğumuz yöne doğru ilerlememizi söyledi. Kısa bir süre sonra tarlaların arasından çıktık. Eşim tarlaların arasındaki yol üzerinde bizi bekliyordu. Benim çantamı arabaya koydu, yanında getirdiği su ve yiyecekleri o aileye verdi, onlara da kasabanın yerini göstererek ailenin yanından ayrıldık.

Eşim ile birlikte önce Dedeağaç’a gittik. Eşim Finlandiya’nin Atina Konsolosluğu’nu arayıp durumumuzu anlattı. Oradaki görevli kaçak yollarla sınırı geçtiğim için bir polis karakoluna gidip teslim olmamı, oradan bir polis kağıdı almam gerektiğini söylemiş. Daha önce yaşadığım sorunları tekrar yaşamamak için sınırdan bir an evvel uzaklaşmak istiyorduk. Bu nedenle hemen Selanik’e gidip polise teslim olmayı düşündük.

Eşim kiraladığı aracı Selanik’e gitmek için yeniden kiralamak istedi fakat firma Selanik’e araç kiralamadıklarını söylemeleri üzerine aracı teslim etti ve havaalanına gittik. Maalesef uçağa binmeye cesaret edemedik, polislerin yakalayabileceğinden korkuyorduk. Eşim havaalanından bir araç kiralayarak gece Selanik’e gittik.

“MÜLTECİLERİN DEPORT EDİLMESİ BÜYÜK BİR SUÇ”
Selanik’te Yunanlı bir avukat ile görüştük. Avukata yaşadıklarımızı anlattığımızda ‘Deport edildiğinizi burada polislere anlatamayız, eğer anlattıklarınızı kayda geçerlerse gerekli işlemleri yapmak zorunda kalırlar, bu da pek mümkün değildir. Çünkü mültecilerin deport edilmesi büyük bir suçtur’ dedi.

Avukat ile birlikte polis karakolunun bulunduğu bölgeye gittik. O gün simdi ne olduğunu hatırlamıyorum ama miting, protesto gibi bir eylem vardı. Biz aşağıda kafeteryada bekledik, avukat polislerle görüştükten sonra yanımıza geldi ‘Bugün bütün polisler görevliymiş, bizim işlemi yapacak polisler de büroda yokmuş, yarın gelin demişler.’ Ertesi gün yine aynı yere gittik, avukat polisler ile görüştü, polisler oturum kartı olduğu için kendilerinin yapabileceği herhangi bir şey olmadığını Avrupa Birliği içerisinde her yere rahatlıkla seyahat edebileceğimizi, bunun için herhangi bir belge veremeyeceklerini” söylemişler.

“TEK TARAFLI SEYAHAT BELGESİ ALABİLDİK”
Bu durumu avukat Finlandiya Elçiliği’ne de bildirdi, ayrıca bir de e mail yazdı. Artık biraz olsun rahatlamıştık. Selanik’te 4 gün kadar kalmıştık. Ertesi gün Atina’ya otobüs bileti aldık ve gece Atina’ya ulaştık. Orada da Finlandiya Konsolosluğu’ndaki işlemlerimiz yaklaşık bir hafta sürdü. Bir haftanın sonunda konsolosluk belgelerimizi düzenleyerek Finlandiya’ya gelebilmem için “tek taraflı seyahat belgesi” verdiler. 16 Ekim 2020’de Finlandiya’ya geldik.

Eşim beni almaya geldiğinde yaklaşık 15 gün Yunanistan’da yaşamak zorunda kalmış, bu süre içerisinde çocuklarımızı Finlandiya’da bulunan daha önce Ankara’da ayni iş yerinde çalıştığı bir aileye teslim etmiş, bu 3 küçük çocuk orada 1 hafta kalmışlar. Eşim Yunanistan’a ilk geçtiğinde çocuklarımız bir hafta da bizim gibi mülteci olan başka bir ailenin yanında kaldı.

“BU AĞRILAR BANA HEP O İKİ GÜNÜ HATIRLATIYOR”
Deport edilirken bizi nehre itmelerinden dolayı ıslanmış, o gece ve ertesin gün akşama kadar ıslak elbiseler ile yürümek zorunda kaldığım için bana göre bu nedenden dolayı; ellerimde, kollarımda, ayaklarımda, bacaklarımda ve sırtımda sürekli bir ağrı var, bu ağrı beni geceleri uyutmuyor. Burada fizik tedaviye gittim fakat fayda etmedi. Bu ağrılar her gece bana ‘Nehre atıldığımız ve büyük sıkıntılar yaşadığımız o iki günü hatırlatıyor.

OĞLU FİNLANDİYA’DA TAEKWONDO ŞAMPİYONU OLDU
Bu süreçte herkes gibi biz de birçok zorluklar çektik, birçok sıkıntıya maruz kaldık ama Elhamdülillah bugün ailemizin büyük bir bölümü bir arada yaşıyoruz. Küçük oğlumuz Muhammed Buğrahan Akbabaöz Finlandiya’da Avrupa şampiyonu oldu. Finlandiya’da yılın taekwondocusu seçildi.
<< Önceki Haber Geri itme kabusunu yaşadı: “Çocuklar nehrin içinde... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER