Ortadoğu'daki IŞİD gerçeğine dikkat çekti ve ekledi

Yrd. Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek’e göre NATO’nun üstlendiği yeni misyon Türkiye’nin Ortadoğu paradigmalarını değiştirebilir.

Ortadoğu'daki IŞİD gerçeğine dikkat çekti ve ekledi

Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi (IMPR) uzmanlarından, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi (TOBB-ETÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, ABD’nin IŞİD’e karşı koalisyon çağrısını ve son NATO toplantısından çıkan kararların Türk dış politikasına olası etkilerini anlattı.

İşte Özpek'in Bugün Gazetesi'ne verdiği o röportaj:

ABD’nin çekirdek koalisyon oluşturulması çağrısı ne anlama geliyor?

NATO’nun askeri bir ittifak olarak yeni bir misyon üstlenmesi ve bu misyonun uygulanması için somut adımlar atılması anlamına geliyor. NATO Zirvesi’nde Ukrayna Krizi ve IŞİD tehdidi öne çıktı. NATO, iki olaydan çok rahatsız. Birincisi devletlerin, klasik döneme ait stratejik tutkularıyla hareket etmesi ve işgal, toprak kazanımı, savaş gibi kavramların uluslararası ilişkiler gündemini belirlemesi. İkinci rahatsızlığı ise, terörist gruplar gibi devlet dışı aktörlerin mevcut devlet egemenliğini tehdit etmesi.

NATO’nun yeni misyonunu nasıl tanımlıyorsunuz?

Silahlı kökten dinci gruplarla mücadele NATO’nun bir sonraki misyonu olacak. NATO üyeleri ile beraber bölgesel aktörlerin de destek vereceği, hedefleri somut ve sınırlı, ülkelerin bencil ve kısa vadeli çıkar hesaplarına göre şekillenmeyen bir ajanda ortaya koyulması gerekecek.

Şimdi ne olacak?

NATO’nun bir koalisyon ve müdahale çağrısı, Türkiye’nin dar kimlikler üzerinden tanımladığı Ortadoğu politikasını, paradigmalarını değiştirmeye zorlayabilir. Mesela, IŞİD ile mücadele bölgedeki ülkeler arasındaki işbirliğini zorunlu kılabilir. Dolayısıyla Türkiye, kendisine İran, İsrail, Esed, Bağdat, Körfez ülkeleri ve hatta Sisi ile yani Mısır ile aynı ittifak düzleminde bulabilir.

Bu aynı zamanda dış politikanın yeniden dizaynı için bir fırsat olabilir mi?

Tabii ki olabilir ama fırsatların hayata geçmesi için onu değerlendirecek istekliliğe sahip olmak gerekir. Bu, Türkiye’nin tekrar Ortadoğu’daki aktörlerle olan ilişkilerini dar söylemler ve dar kimlikler dışında ortak çıkarlar düzleminde tanımlaması, yeniden diplomatik ilişkilere girmesi, onların çıkarlarını ve beklentilerini ahlaki olarak yargılamaktan vazgeçmesi demek. Öte taraftan, Türkiye’nin Suriye iç savaşı sırasında aldığı pozisyonu revize etmesi ve Bağdat’ta yeni kurulacak hükümet ile daha yakın ilişkilere girmesi demek. Dış politikanın iç politikada bir meşrulaştırma, bir seferberlik aracı olarak kullanıldığını düşünürsek, bu aynı zamanda AKP’nin iç politikadaki tarzını da değiştirmesini gündeme getirir.

MALİYETLER GETİREBİLİR

Türk dış politikası, bugüne kadar izlediği yolda da devam edebilir. 

Ortadoğu’daki gelişmeler Türkiye’yi  hem iç politikada hem de dış politikada yepyeni bir restorasyon sürecine girmek zorunda bırakıyor. Ortadoğu’da yeni bir ittifak düzlemi oluşmak zorunda. Bu ittifak düzleminin karşısında, IŞİD gibi kökten dinci silahlı gruplar var. Yani bu ittifakın içinde yer almamak Türkiye’ye uluslararası arenada maliyetler getirebilir.

Bu ittifak düzleminde yer alması ise Türkiye’nin bir süredir zarar görmüş uluslararası ilişkilerini restore etmesi için de bir fırsat sunabilir. Türkiye bu fırsatı yakalamak isterse, dış politika alanını muğlak bir ahlaki zeminden somut bir ilişki zeminine çekebilir. Diğer yandan,  kutuplaşma ve kimlik siyaseti Erdoğan’ı ve partisini girdiği bütün sınavlardan başarıyla çıkarttı. Dolayısıyla, AKP iç ve dış politikada bu restorasyonu yapmaktan kaçınmayı tercih edebilir, sürpriz olmaz.

TÜRKİYE İÇİN MAKAS DARALIYOR

Türkiye IŞİD’e müdahaleye katılabilir mi?

Rehinelerin durumu Türkiye’nin IŞİD’e karşı bir adım atmasını ve inisayitif almasını önleyen bir durum yaratıyor. 49 rehine var. Herhangi bir müdahale durumunda IŞİD’in Türkiye’nin sınırında olduğunu ve Türkiye’yi de istikrarsızlaştırabileceğini söyleyebiliriz. IŞİD’e yönelik bir operasyonun taşıdığı riskler bakımından Türkiye’yi diğer ittifak üyelerinden daha fazla etkilemesi kaçınılmaz. Açıkçası benzer koalisyon ve müdahale talepleri arttıkça Türkiye için makas daralıyor.

Türkiye’nin pek gönüllü olmadığı, sessiz bir rol oynayacağı ifade ediliyor.

Türkiye’nin Batı ittifakı içindeki yerini devam ettirmesi için böyle bir ittifak çağrısına sessiz kalması mümkün değil. IŞİD’e yönelik herhangi bir operasyon durumunda en yakın koalisyon üyesi Türkiye’nin hedef seçilmesi uzak bir ihtimal değil. Türkiye toprakları içerisinde güvensizlik ortamı ortaya çıkabilir. Türkiye’nin elini kolunu bağlayan Avrupa’nın ve ABD’nin IŞİD’e çok uzak Türkiye’nin ise tehdide çok yakın olması.

2003’te yaşanan tezkere olayına benzer bir durum yaşanabilir mi?

2003’te Türkiye’nin operasyona katılmaması ABD ile ilişkilerini bozmuştu fakat Batı karşıtı bir tavır olarak algılanmamıştı. O dönem Türkiye gibi düşünen Fransa, Almanya, İran, Rusya, Çin gibi ülkeler vardı. Türkiye’nin tavrı, savaş karşıtlığı ya da tek taraflı müdahaleye karşı olma gibi kavramlarla meşru hale gelebilmişti. Ancak şu anda NATO üyelerinin destek verdiği bir koalisyondan Türkiye’nin kendisini dışarıda tutmasına, 49 rehinenin can güvenliği ve IŞİD saldırısına uğramama gibi gerekçelerle meşruluk sağlayıp sağlamayacağı belirsiz.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Türkiye’yi ateş çemberinin dışında tutuyoruz” diyor.

Bu çok statik bir değerlendirme, asıl bundan sonraki gelişmelere bakmak lazım. Bu ateş başka evleri yakıyor, başka mahallelere sıçramış ve etraftaki insanlar bu ateşi söndürmek için tedbir almaya çalışıyor. Son NATO toplantısı bize gösteriyor ki bu sadece evi yananların sorunu değil, o şehirde yaşayan herkesin sorunu.

Dolayısıyla, Türkiye için eylemsizlik bir savunma stratejisi olmaktan çıkabilir. Şimdi, artık Türkiye’den eylemin bir parçası olması bekleniyor, bunun da ötesinde etkilerini Türkiye’nin hissedilebileceği politikalar geliştirmeye başladılar. Mesela Almanya’nın Irak’ta yaşayan ve IŞİD’e karşı savaşan grupları silahlandırma politikası. Bu gruplar arasında PKK olabilir mi veya Irak Kürt Bölgesi’nin silahlanması bu bölgenin Türkiye ve merkezi hükümetle olan ilişkilerini değiştirebilir mi? Bu sorulara eylemsizlikle cevap verilemez.

TÜRKİYE EN ÇOK ETKİLENEN ÜLKE OLACAK

Türkiye’nin pozisyonu ne olacak?

Türkiye bu süreçten en fazla etkilenen ülke olacak. Arap Baharı’na kadar Türkiye Ortadoğu politikasını aynı zamanda Batı ile olan ilişkilerini düzenlemek için bir araç olarak kullanma eğilimindeydi. Yine aynı şekilde Türkiye’nin Batı ile olan ilişkileri, onun Ortadoğu politikasının kabul görmesini beraberinde getiriyordu. Türkiye, 2002-2010 arasında ticaret yapan devlet, Ortadoğu’nun sorunlarını uluslararası platformlarda diplomasi ile çözmeye çalışan devlet, herkesle konuşabilen aktör, uzun vadeli istikrar üreten devlet gibi sıfatlarla anılıyordu.

Sonra ne oldu?

Arap Baharı ile bu tablo değişime uğradı. Demokratikleşme ve şeffaflaşma talebi ile sokağa dökülen insanlar kadim Arap diktatörlüklerini devirmeyi başardılar ancak kısa zaman sonra demokrasi okumasının eksiklikleri ortaya çıktı. Siyasal İslamcı partilerin iktidarı için bir sıçrama tahtası olarak görüldü. AKP’nin Ortadoğu politikası da, Batı ile olan ilişkilerinden bağımsız ve özerk bir hal aldı. Türkiye için o zamana kadar araçsallaştırdığı Ortadoğu politikası başlı başına bir amaca dönüştü.

BARIŞ SÜRECİNİN İSMİNİ KOYMAK İCAP EDER

Selahattin Demirtaş, Türkiye’nin PKK’yı silahlandırmasını öneriyor.

İronik bir durum ve çözüm sürecinin yeni bir anlamla tanışmasına yol açabilir. PKK’nın silahlandırılması, çözüm sürecinde PKK’lıların silahsızlandırılması hedefinin ortadan kalkması demek. Bunu Türkiye’nin veya Almanya’nın yapması, durumu değiştirmez. Sonuç olarak PKK militanları yeni ve teknolojik silahlarla teçhiz edilmiş olacaklar. Türkiye’nin silah yardımında bulunması, resmi metinlerde terör örgütü olarak geçen PKK gibi bir yapılanmayla işbirliği yapması anlamına gelir ki bunun politik sonuçları muhakkak olur. Örgütü meşru bir yapı olarak tanımak anlamına gelir. Bu noktada, barış sürecinin ismini koymak icap eder.

ÇATIŞMASIZLIK SÜRECİ

Barış sürecinin ismi yok mu?

Barış süreci, PKK ve Ankara hükümeti arasında bir çatışmasızlık anlaşması mıdır yoksa uzun vadeli barış üretebilecek bir beraber yaşama projesi midir? Hükümet ile PKK arasında yürütülen görüşmeler, tarafların mevcut bağlamda, çıkarlarına hizmet eden geçici ve kırılgan bir süreç gibi gözüküyor. Bu sürecin başarıya ulaşması için Ankara’nın da kendi gücünden bazı tavizler vermesi gerekecek fakat AKP’nin politikası devletin otoritesini muhafaza ederek hatta artırarak Kürt sorununu çözme noktasında duruyor. Diğer bir ifadeyle, AB’nin öngördüğü yerel özerklik şartı gibi merkezileşmeyi azaltan ve otoriterleşmeyi önleyen programlar yerine, Öcalan ile Erdoğan arasında dönemsel çıkarların gerektirdiği şekilde bir çatışmaya son verme süreci bizi bekliyor.
<< Önceki Haber Ortadoğu'daki IŞİD gerçeğine dikkat çekti ve ekledi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER