[Fikret Kaplan yazdı] "İtaat et kurtul!" mu, gaye-i hayal mi?

‘Hizmet gönüllülerinin kayıtsız şartsız “üstlerine” biat ettiğini iddia eden kimseler meselenin mahiyetinden habersizdirler.

SHABER3.COM

İtaat et kurtul!" mu, gaye-i hayal mi?
FİKRET KAPLAN

‘Hizmet gönüllülerinin kayıtsız şartsız “üstlerine” biat ettiğini iddia eden kimseler meselenin mahiyetinden habersizdirler. Bu tür iddialar, iddia sahiplerinin Hizmet’i bilmediklerini gösterir. 

Zira Hizmet gönüllülerini bir araya getiren ve bir arada tutan bağ ne hiyerarşik bir sistemdir ne emir-komuta zinciridir ne de birilerine verilen biat sözüdür. Bilâkis inanç, mefkûre ve gaye birliği onları bir arada tutmakta ve ortak hedeflere yönlendirmektedir.’ ***

İnsanüstü gayret ve fevkalade performans isteyen zor günlerden geçiyoruz… Yolların yürünmez hale getirildiği ve tarihte benzerine az rastlanan türden değişik imtihanlarla sarsıldığımız bu fırtınalı zamanda, kollektif şuurdan uzak, bencillik formundaki tasarılarla, yapıcı değil de olumsuz eleştiriyi öne çıkarmakla bütün bu olumsuzlukların üstesinden gelemeyeceğimiz açıktır. 

Daha kapsamlı planlarımızla, projelerimizle, stratejilerimizle ve bunları üretecek dimağlarımızla, yaşama yerine yaşatmayı yeniden kendisine hedef edinmiş kahramanlarımızla bu zor süreci atlatabilir ve insanlığa ihtiyaç duyduğu Hizmet’i sunabiliriz, Allah’ın izni ve inayetiyle…  
 
Hal böyleyken, hadiseleri doğru okuyup ileriye matuf ümit vaad edici fikirler ortaya koymak zaruri iken, ‘Rehberlikte itaat et kurtul! dönemi bitti!’, ‘Şakirdin aklı yok, abisi/ablası var!’ devri artık geride kaldı!’, ‘Demokratik değerlerle Hizmet edeceğiz bundan sonra!’… vs..vs.. denilerek sanki geçmiş Hizmetler baskı ile.. akıl, muhakeme ve iradeyi yok sayan bir anlayışla yapıldı gibi düşünceler vurgulanıyor. 

Böyle bir şeyin olması hiç mümkün mü? Ülkelerinin en güzel üniversitelerini derecelerle bitiren binlerce Hizmet sevdalısının aklını, muhakemesini tamamen teslim edip baskıyla bir yere gitmesi düşünülebilir mi? 

Kim imkanları tepip, Afrika’nın yokluklarına, Asya’nın steplerine, Yakutistan’ın buzullarına gider… Onlar yüreklerine koydukları sevdalarıyla anadan da yardan da geçip gittiler Hizmet diyarlarına… Onları götüren ‘İtaat et kurtul değil, sahabenin de yüreğini yakan aynı sevdalarıydı… Belki ‘Hizmet et, rızaya er, kurtul!’du.

Bu sinesi aydın, fikri aydın, sevgi ve hoşgörü abidesi gençler, bir günde ortaya çıkmadı. Gaye-i hayallerine bağlı abiler, ablalar ideal nesillerin yetiştirilmesi zaruretine gönülden inandılar ve ortaya koydukları samimi rehberlikle dantelalarını ördüler. 

Nakış nakış gözyaşlarıyla işlenen örnekleri kendinden bu samimi yiğitler, tıpkı sahabe gibi, yurdunu yuvasını terk edip dünyanın dört bir yanına hicret ettiler, her tarafa ruh fidelerini dikmeye çalıştılar. Gittikleri her yerde kendi ruh ve mânâ dünyalarını sergilediler, tarihin derinliklerinden gelen itibarlarını yeniden ortaya çıkarıp onu hakikî yerine oturtmaya gayret ettiler… 

Bütün bunlarda belli ölçüde muvaffak oldular. Akıl ve muhakemesini teslim etmiş, iradenin hakkını veremeyen insanların yapacağı işler değildi bunlar. Ancak yüksek bir mefkûreye dilbeste olmuş ideal nesillerin yapabilecekleri hizmetlerdi bunlar…

Dünyanın en güçlü devletlerinin değişik lobi faaliyetlerinden kendilerini tanıtmaya kadar milyarlar harcayarak halledemedikleri pek çok problemleri bu hasbiler kadrosunun, bazen aç, bazen susuz; ama her zaman imanlı, ümitli, azimli ve Allah'a dayanıp, sa'ye sarılıp, hikmete de ram olmalarıyla bir hamlede, bir nefhada hallettiğini, sürekli şükran hisleriyle dile getiriyor Hocaefendi.   

Bu harika hareket, ne küçümsenmeli, ne tesadüflere verilmeli ne de gidilen ülkelerin azizliğinde aranmalı. Bu fevkalade hareketteki sır, samimî gönüllerin Allah'a yönelmesinde ve azizliği tarihin derinliklerinden gelen bir millete, Cenâb-ı Hakk'ın ekstradan ihsanlarında aranmalı.. 

Evet her başarıda olduğu gibi bunda da gayret, samimiyetle çarpan sinelerden; vefa, milletten; tevfik de Allah'tandı. Tarihin en güç dönemlerinde, çaresizliklere meydan okuyor gibi birdenbire fışkırıp ortaya çıkan ve onca yokluğa rağmen hep varlık cilveleriyle serpilip gelişen harika hamleler gibi, günümüzde de pek çok tazyik, iftira, isnad ve insafsızca karalamalara rağmen, Efendimiz’in (sav) ona yakışır fedakâr ‘Kardeşleri’, ellerinde ilim, irfan meş'aleleri, gayeleri adına sürekli gurbete, hasrete, mahrumiyete yürüdüler ve yürüyorlar.

İnsanlığın geleceği adına çok önemli bir misyon eda eden bu insanların, hiç bitmeyen güç kaynakları imanları, hiç sönmeyen aşk u heyecan kaynakları da gaye-i hayalleriydi. Hizmet içerisindeki işler ortak akla ve istişareye bağlı olarak yürüdüğü için “aklın ipotek edilmesi” gibi bir durum söz konusu değildi, olamazdı ve olmamalıydı.  

İşte bu ruhtan mahrum olan insanlar, harem dairesinde, işin en merkezinde dahi olsalar bunu anlayamadılar ve ‘İtaat et, kurtul!’ gibi bir bahanenin arkasına sığınıp çakılıp kaldılar yerlerinde. 

Gelen onlara çarptı, giden onlara çarptı. Ve bunlar, Hizmetin cübbesini giymiş diye insanlar onların şahsında bu güzelim hareketi yanlış okudular, yanlış yorumladılar. Bunlara sebep olanlar, Hizmette samimi olarak hareket eden gönüllerin de vebalini üstlenmiş olarak Allah’a hesap versinler…  

O yüzden, inanç ve mefkurenin insana neler yaptırabileceğine bir türlü aklı yatmayanlar ferdiyetçiliğin baskın olduğu bir kuşkuyla, zaman zaman da hezeyanlaşan bir hazımsızlıkla; "Acaba bütün bunlar nasıl oluyor? Bu gençler nasıl gidiyor oralara? Hacı Kemal Erimez gibi cömert insanlar nasıl oluyor da hem canını hem de bütün malını mülkünü bu yola feda ediyor?" diyorlardı. 

Bir zamanlar, İlahiyattaki akademisyenlerin, cemaatlerin, ‘Biz o kadar talebe yetiştirdik, burs verdik, bir ikisi hariç, Ankara’nın ötesine gönderemedik.’ demeleri de bu yüzdendi. 

1997 yılında Yüksek Öğretim Kurulu eski Başkanı Profesör İhsan Doğramacı Hocaefendi’yi ziyaret ettiğinde şunları söylüyordu:

“Her türlü maddi imkânıma rağmen ben yıllardır uğraşıyorum Kuzey Irak’ta, Erbil şehrinde bir ilkokul açamıyorum. Sizin arkadaşlarınız Erbil’de lise açtı.  Ben iki bin dolara öğretmen bulamıyorum. Para sorunum da yok. Koca adamlarla bir okul açamıyorum. Sizin arkadaşlarınız 500 dolara öğretmen buluyor. Bunu nasıl başarıyorsunuz?”

Doğramacızade Ali Sami Paşa’nın oğlu olan Doğramacı, Kuzey Irak’taki Erbil şehrinde doğmuştu ve sadrazam torunuydu. Ailesi bu bölgendi. Eşi Gülser Hanım da soylu bir aileden geliyordu ve Kerküklü’ydü. O yüzden Doğramacı, Kuzey Irak’ın bu bölgesinde yıllardan beri okul açmak istiyordu, ama açamıyordu. 

Hocaefendi, o gün yemek sofrasında Doğramacı’ya yurtdışında açılan okulların gerisindeki gücün “fedakârlık” olduğunu anlattı. O okullara maddi yardım yapan iş adamları ve esnaflar ile oralarda az bir ücretle öğretmenlik yapan öğretmenler fedakârlık yapıyordu. 

Gittikleri mahrumiyet bölgelerinde aylarca maaş almamaları, üç aile aynı evi paylaşmaları ayrı birer fedakârlıktı. Yurtdışındaki ilk Türk okulu Bakü’deki Kuba bölgesinde açıldığında tahta kulübeler dershane olarak kullanılmıştı. Kışın öğretmenler ve öğrenciler üst üste ikişer palto giymek zorundaydı. Bunun adı, fedakârlıktı ve ancak Allah rızası için yapılabilirdi. Yoksa ‘İtaat et kurtul!’ ile bunu kimseye yaptırmanız mümkün değildi. 

İddia edildiği gibi ‘sadece manevi bir motivasyonla’ da bunu yapmak mümkün değildi. Hizmet evvela akıllı insanların işiydi. Bu olmadan asla yürümezdi. 

Hizmet ferdi gayretleri ya da bireyi yok sayıp dayatmayı mı öngörüyor?

Hizmet’in rehberlik anlayışında bireyi kesinlikle dayatmayla edilgen hale getirmek söz konusu değildir. Hocaefendi, Peygamberlerin, Allah tarafından vahiy ve ilhamla beslendikleri halde, yine istişâre etme zorunluluğu bulunduğunu, bugüne kadar onu görmemezlikten gelen veya göz ardı eden hiçbir toplumun iflah olmadığını ve insanlığın kurtuluş ve geleceğe yürümesinin meşverete bağlı olduğunu ifade etmektedir:
“Ortaya konulan işlerin ekmeliyet ve etemmiyet içinde yapılmasını sağlayan ve insanı hata ve yanlışlardan koruyan önemli bir disiplin de ortak akla müracaat edilmesidir. Günümüzde hem fert, hem toplum olarak pek çok problem sarmalıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Eğer bugün siz en muğlak problemleri bile çözebilecek istişare mekanizmasını işletmez, ortak akla başvurmazsanız ortaya çıkan zincirleme yanlışlar karşısında ezilir kalır, daha sonra da suçluluk psikolojisine girer, etrafınızda suçlular arar ve neticede çevrenizde yıkmadık gönül, küstürmedik insan bırakmazsınız. Suç da, kabahat de sizde olduğu hâlde, sürekli etrafınızdakileri suçlayarak kendinize olan güveni sarsar, onları kendinizden uzaklaştırır ve kaçırırsınız.” (Ortak Akla Müracaat, Kırık Testi)

Üstad Hazretleri, Hutbe-i Şamiye’de: “Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir.” 

Dolayısıyla, Hizmet, en başından beri, etkin, insiyatif alan, üreten, düşüncesini söyleyen hizmet erlerini daima hedeflemiş ve yetiştirmeye de gayret etmiştir. Tabii, insanın olduğu her yerde mutlaka arıza çıkmış ve istenilen ölçüde kimi zaman rehberlik yapılamamıştır. Bu oradaki herkesin suçudur. Ama genel manada Hizmet’in yürüyüşü budur. 

Aslında hizmet gibi, demokratik kültürün gelişmesine yardımcı olacak başka bir hareketi bulmak çok zordur. Ferdi gayretler, Hizmet içerisinde gaye-i hayal sayesinde, müşterek harekete dönüşüp, katlanarak, ayrı bir derinliğe, ayrı bir debiye ve tabii ayrı bir ritme ulaşarak, tepeleri aşma pahasına da olsa kendine mutlaka bir mecra bularak yoluna devam edebilir.

Zira, inşa edilecek bir âbideden evvel onu teşkil edecek unsurların sağlamlığı, her parçanın bir diğeriyle uyumu ve hedeflenen estetiğe müşterek katkıları çok önemlidir. Bütünü meydana getiren parçalarda elverişlilik, uyum düşünülmeden, ortaya konan eserde mükemmelliğe ulaşılamaz… evet, ferdî gayret ve hamleler, müşterek harekete göre disipline edilemez ve iyi bir motivasyon sağlanamazsa, fertler arası çatışmalar kaçınılmaz olur. 

Dolayısıyla da nizam bozulur, her hamle bir başka harekete rağmen cereyan etmeye başlar ve kesirli sayıların çarpımında olduğu gibi her işlem, gider değerlerin düşmesini ve keyfiyetin sıfırlanmasını netice verir. 

Hizmet’e göre, zarar veriyor düşüncesiyle ferdi enerjiler kat'iyen söndürülmemeli, aksine, mümkün olduğunca zerresi dahi zayi edilmeden, daha önceden belirlenmiş bulunan gâye-i hayali gerçekleştirme yönüne kanalize edilmeli ve ruhlardaki çatışma ahlâkı giderilerek onun yerine mutâbakat anlayışı yerleştirilmeli, hatta mümkünse her fert bu konuda şartlandırılmalıdır.

Bütün dinler, o geniş kapsamlı misyonları içinde, bilhassa bu anlayışı tespit etmek için gelmişlerdir. Evet her din, ferdî enerjileri zabt u rabt altına alıp bütün mevcut bloke gücü yeni bir medeniyet ve yeni bir umran çağına yürümenin önemli bir dinamiği hâline getirmiştir. 

Din rehberliğinde her fert, hürriyet ve şahsî faaliyetlerini, toplumun hareket ve faaliyetleriyle dengeleyerek, bir yandan kendi iradesinin hakkını verip özgürce davranırken, diğer yandan da başkalarıyla olan hareket bütünlüğünü koruyup iki hamleyi birden gerçekleştirebilmiştir. 

Zaten, bütünlük ve denge, daha sağlam bir organizasyona bağlanmamışsa, parça parça hareketler ne kadar canlı ve çalımlı da olsa, umumî maksat istikametinde birbirlerini desteklemeleri mümkün değildir. 

İnsanlarda münferit hareket etme duygusunun, biraz bencillikten, biraz herkesin kendine güvenmesinden ve iktidarının sınırlarını bilememesinden, biraz da birlik ve beraberlik ruhunun, kolektif faaliyetlerin, vifak ve ittifakın, nasıl ses getiren bir inayet çağrısı olduğunun sezilememesinden kaynaklandığını ifade eder, Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı’nda…

Hocaefendi de eserlerinde;
Şöhret, şan, şahsî çıkar gibi hususların ferdî mülâhazaları öne çıkaracağını.. hatta bu düşüncelerle, bir dönemde "reh-i sevdâ" deyip Allah rızası için soluk soluğa koşup durduğu hizmet saflarından ayrılarak, kendini yeme-içme-yatma-ıtrahta bulunma insiyaklarına salan ve çevrelerini, hedeflerini bütün bütün unutan talihsizlerin de çıkabileceğini vurgular. 

Hedef unutulup ortada gâye-i hayal kalmayınca, kim olursa olsun artık egoizmanın ağına düşülmesi, hizmet aşk u şevkinin yerini cismanî arzuların alması ve başkaları için yaşama duygusunun sönmesi kaçınılmaz olur. 

Bu açıdan bugün bizim en büyük meselemiz; hizmet fertlerinin ruhunda yeniden bir kere daha yaşatma arzusunu tutuşturarak, onunla idealleri arasına girmiş bulunan bütün yabancı mülâhazaları ayıkladıktan sonra onun durgunlaşmış gibi görünen enerjisini harekete geçirip, iyi bir motivasyon ve disiplinli bir faaliyetle onu bir kere daha tarihî mefkûresine doğru yürütmektir. 

Böyle bir yaklaşım sayesinde, bu ideali paylaşan fertlerin sürekli canlı kalacakları, kolektif faaliyetlerin âhenk içinde yürütüleceği, hızlı motivasyonlarla zaman ve imkânların en rantabl şekilde değerlendirileceği ve düşünceye genişleme fırsatı verildiği için her an yenilenmeye de açık kalınacağı açıktır.

Bunun için daha çok sancıya, ızdıraba ve zamanın çıldırtıcılığına karşı sabırlı olmaya mecburuz. Hâdiselerin kendi tabiatları içinde gelişme süresine saygılı kalmak bu tabiatı çok iyi tanımaya bağlıdır. Kur'ân Efendimiz'e: "Eğer varılacak yer ve hedef yakın olsaydı, onlar Seni takip edeceklerdi. Ne var ki, mesafeler onlara insaflı gelmedi." diyerek O'nu teselli, takılıp yollarda kalanları da tevbih etmektedir. (Tevbe Suresi, 9/42-45)

Bunların yanında, Hizmet edecek insanların kemiyet ve keyfiyeti hâlâ üniversitede okudukları günkü durumdaysa, o zaman mevcut durumun yeniden gözden geçirilip gönüllerde yeni bir seferberlik aşk u iştiyakı tutuşturulması gerekeceği de muhakkaktır. Bu konuyu bir sonraki yazıda ele almayı daha uygun buluyoruz…

Hasılı, en başından beri, Hizmet’le ilgili meselelerde farklı düşüncelerin ortaya konulması, bunlar üzerinde i’mal-i fikirde bulunulması ve problemin çözümü adına çareler aranması isabetli karar verme adına çok önemli olarak görülmüştür. 

İşlerin istişareyle yürütüldüğü her gayrette hiçbir akıl başkası tarafından ipotek altına alınmamış, kararların alınmasında herkesin fikrine müracaat edilmiştir. 

Varsa bunun dışında bir uygulama onun Hizmet’le ve sevenleriyle kesinlikle bir ilgisi yoktur. O yüzden Hizmet’te ‘İtaat et kurtul’ gibi anlayışlardan dolayısıyla “kayıtsız şartsız itaat”ten bahsedilemez. 

Kesinlikle, Hizmet’te fikir ve düşünce özgürlüğü vardır. Bireyin hiçbir yerde olamayacağı kadar değeri söz konusudur.  

<< Önceki Haber [Fikret Kaplan yazdı] "İtaat et kurtul!" mu, gaye-i hayal mi? Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER