Gözyaşlarıyla okuyacaksınız

Geçtiğimiz günlerde evladını sonsuzluğa uğurlayan bir hizmet erinin duygu yüklü paylaşımı...

Gözyaşlarıyla okuyacaksınız

AĞLAMA ANNEM Yeryüzüne yayılmış binlerce hizmet gönüllüsü anne, baba ve onların yanında niye gittiklerini bile bilmeyen onbinlerce küçük muhacir çocukları var bu nurlu yolda. Ben de onlardan biriyim. Ama bu yolculuğu kısa sürmüş olan bir yolcu. Dedemle geçirmiş olduğum talihsiz bir kaza ayırdı sevdiklerimden. On yıllık çok kısa hayatımın altı yılı hüzünlü gurbette geçti. Küçük bir muhacirin yaşadıklarını anlatacağım sizlere. Çocuk gözüyle annem, babam, kardeşlerim ve yaşadıklarım, ani ve hicranlı bir şekilde fani dünyadan ayrılışım. Acı ve tatlı, hatıralar, ayrılıklar, sıkıntılar ve dökülen gözyaşları. Ocak ayının soğuk bir pazartesi günü dünyaya gelmişim. Doğduğumda hemşireler beni elden ele gezdirmişler. Nedeni ise tam 5 kilo 250 gr ağırlığında bir çocuk olarak dünyaya gelmem olmuş. Ekrem ismi hüzünlü bir gurbette bulunan kutlu bir zat tarafından muştulanmış. İlk bebeklik günlerim babamın işinden dolayı Samsun'da geçmiş. Annem bebeklik dönemlerimde çok yaramaz olduğumu anlatırdı. Hiç sürünmeden yürümeye başlamışım. Apartmanın yanında yapılan inşaaatta çalışan iş makinalarını 8. katta bulunan evimizin kalorifer petekleri üzerinden camlara çıkarak saatlerce seyredermişim. Babama defter aldırarak iş makinaları ve arabaların resimlerini çizme hevesim daha iki yaşındayken o zamanlardan başlamıştı. Hele bir pazar günü annem ve babam kahvaltı yaparken çaktırmadan çıktığım fırının kapağı ağırlığıma dayanamayınca devrilmiş, üzerindeki çaydanlıktan kaynar sular üzerime boşalmış. Verilmiş bir sadakam varmış ki yanmadan atlatmışım bu kazayı. Korkudan dolayı ağlayan annemin halini hayal meyal hatırlıyorum. Samsun'dan dört yaşında ayrılıp Ereğli'ye dedemin yanına gelmiştik. Babam ise vatani görevini yapmak üzere askere gitmişti. Altı ay kaldığımız Ereğli'de dedemle istediğim gibi vakit geçirmiştik. Dedemin ilk erkek torunu olmam benim için en büyük şanstı. İstediğim herşeyi dedemle yapabiliyorduk. Burada kaldığımız zaman dilimi dedemle beni ayrılmaz bir ikili haline getirdi. Babamın askerden gelmesi ile Ereğli'den ayrılarak Trabzon'a taşındık. Babam yeni araba almıştı, hem de en sevdiğim marka olan Toyota'ydı. Trabzon günleri annem ve babam için biraz sıkıntılı olmuştu. Yeni bir erkek kardeşim dünyaya gelmişti. Zaten bir ablam ve bir de kız kardeşim vardı. Annem üç çocuk yeter diye düşünüyordu. Bunu kabullenmekte biraz zorlandı. Zaman zaman benim ve diğer kardeşlerimin yaramazlıkları ile yeni doğmuş bir bebeğe bakmanın zorluğu karşında sabrı tükenen çaresiz annemin ağlamalarına şahit oluyordum. Babam askerdeyken şok sevdiği bir abisini kaybetmişti. Bir iş gezisi için İstanbul'da bulunan babam için ikinci bir ayrılık haberi ulaşmıştı. Sivas'ta bulunan Kadir dedemi ebediyete ugurlamıştık. Babam İstanbul'dan cenazeye yetişmek için direk Sivas'a gittigi için biz cenazeye gelememiştik. Annem ise evde yine ağlıyordu. Ölüm neydi sonrasında ne oluyordu bilmiyordum. Bunları öğrenecek ve anlayacak yaşta da değildim daha dört yaşındaydım. Cenazeden dönen babam çok hüzünlüydü, annemin boynuna sarıldı ve bu defa beraber ağlaştılar. İlk defa babamı ağlarken görüyordum. Bu hüznün daha haftası geçmemişti ki süpriz bir haber gelmişti babamdan. Sri Lanka diye bir yere gidecekmişiz. Annem duyunca şok olmuştu. Burası neresiydi ve kimler yaşıyordu bilmiyorduk. Hemen bir atlas bulunup haritadaki yerini babam, anneme gösterdi. Annemi aldı bir düşünce. Dört tane küçük çocukla daha yeni alışmaya çalıştığımız buradan yurtdışına nasıl gidebilirdik. Hem de hiç bilmediğimiz, tanımadığımız yerlere. Ailelerimize nasıl anlatırdık bunları. Benim içinse eğlence başlıyor diye düşündüm. Babama oraya otobüsle mi gidecez diye sordum. Babam ise oranın çok uzaklarda olduğunu ve ancak uçakla gidilebildiğini söyledi. Dünyalar benim olmuştu. Ilk defa uçağa binecek ve havaalanı görecektim. Hep merak ediyordum uçağın içini ve nasıl uçabildiğini. Aklıma gelen soruları arkası arkasına sıralıyordum babama… Derken Trabzon'dan ayrıldık. Önce Sivas'a uğrayıp babaannnemle vedalaştık. Annem babaanneme sarıldı beraber ağladılar. Ayrılık neden ağlamaya sebep oluyordu anlamıyordum. Daha küçüktüm galiba bunları anlamak için, ama annemin ağlamaları karşısında içim burkuluyor ben de hüzünleniyordum. Arabamızın arkasından dökülen bir kova suyla uğurlandık Sivas ellerinden, Ereğli'ye doğru. Annem ve babam Sri Lanka'ya gideceğimizi Ereğli'de bulunan dedemlere söylememişlerdi. Onları üzmeden nasıl söyleyeceklerdi, yol boyunca konuşup düşündüler. Nihayet yol bitmiş ve Ereğli'ye gelmiştik. Bizi karşılarında gören dedem ani süprizimiz karşısında çok şaşırdı, bir anlam veremedi. Sabah olunca babam meseleyi açtı. Sri Lanka'ya gideceğimizi söyledi. Bunu duyan dedem ve anneannem büyük bir şok geçirdiler. Bizi bırakıp dört tane küçücük çocukla nereye gidiyorsunuz? Dilini bile bilmediğiniz oralarda ne yapacaksınız? Gidecek başka kimse kalmadı mı? Söyleseniz de başkalarını gönderseler diye ardı arkası kesilmeyen sorular sorular…. Babam susuyordu dedemin kalbini kırmamak için. Sadece biletini aldığını ve üç gün sonra yola çıkacağını söyledi. İlk gidişinde yalnız gidecekti. Biz ise 3-4 ay dedemlerde kalacaktık. Babam günü geldiğinde sessizce vedalaşip Sri Lanka yoluna koyuldu. Babamın gidişiyle dedemle yine başbaşa kalmıştık. Iki eski dost, dolu dolu üç ay geçirdik. Dedemle camiye, pazara veya pikniğe hep beraber gidiyorduk. Zaman zaman anneannemle beraber annemi ağlarken görüyordum. Derken babam bizi almaya gelmişti. Benim için büyük ve heyecanlı an gelmiş ve macera başlıyordu. Sabahın erken bir saatinde vedalaşarak ayrıldık. Otobüse bindiğimizde geride gözü yaşlı iki ihtiyar insan bırakmıştık. İstanbul havaalanına geldiğimizde bir sürü uçak görünce çok heyecanlandım. Yük getirip götüren o kadar çok değişik araçlar vardı ki seyretmeye doyum olmuyordu. Uçaga binme vaktimiz geldiğinde, heyecanım zirveye çıkmıştı. Artık uçağın içindeydim, heryerini inceliyor resimlerdekine benzeyip benzemediğine kontrol ediyordum. Uçak havalandı ve uzun bir uçuştan sonra Sri Lanka'ya geldik. Böylece başladı Sri Lanka günlerimiz. Türkiye'ye hiç benzemiyordu, yollar çok dar arabalar çok eskiydi. 40-50 yıl eskilerin hayatı vardı sanki. Büyük tırlar yoktu, otobüsler ise tarihi eser gibiydi. Havası çok sıcaktı ve çabuk terletiyordu. Anlamadığım başka bir dil konuşuyorlardı. Renkleri de farklıydı bizden. Hele bir gün babama ben de onlarla arkadaş olur ve onların terliklerini giyersem rengim onlar gibi siyah olur mu diye sormuştum da babam çok gülmüştü. Babam kendi okulumuz olmadığı için bizim gidebileceğimiz okul arıyordu. İngilizce bilmediğimiz için okullar bizi kabul etmiyorlardı. Bundan dolayı annem ve babam çok sıkıntı çekiyorlardı. Onlar da İngilizce bilmiyordu, biz de. Bir yerlere gittiğimizde anlaşmak halimizi anlatmak çok zor oluyordu. Yaklaşık 3,5 ay evde hapis kalmıştık. Sıkıntıdan ve stresten kardeşlerimle birbirimizi yiyorduk. En büyük eğlencemiz ise Türkiye'den gelirken getirmiş olduğumuz CD'lerden çizgi film seyretmek oluyordu. Burada Türk TV kanalları çalışmıyordu. Artık seyredecek film de kalmamıştı. Yine en büyük sıkıntıyı annem çekiyordu bizlerle. Babamın bir arkadaşı vesilesiyle kaydolabileceğimiz bir müslüman okulu bulunmuştu. Kaydımız hemen yapılıp, kıyafet ve kitaplarımız alındı. Servis içinde bir tane treeweel (üç tekerlekli motosiklet) ayarlandı. Okula başlamıştık ablamla beraber. Okulda kimsenin konuşmasını anlamıyorduk. Verilen ödevleri yapamıyor kitapları anlamıyorduk. Annem ve babam da yardımcı olamıyorlardı İngilizce bilmedikleri için. Bir ay geçmemişti ablamla beraber isyan ettik. Babamdan bizi Türkçe konuşulan bir okula göndermesini, Türkçe konuşan arkadaşlar bulmasını istiyorduk, Sri Lanka'da. Çaresiz kalan anne ve babam bizi ikna etmeye çalışıyor yakında kendi okulumuzun açılacağını sıkıntılarımızın biteceğini söylüyorlardı. Bir yıl geçmişti, Hizmetin yeni bir okulu Sri Lanka'da da açılmıştı. Açılış töreninde belki de en heyecanlı ve sevinçli olan bizlerdik. Artık bizimle Türkçe konuşacak öğretmenlerimiz olacaktı. Zaman su gibi akıyordu, biz buraya geleli altı yıl olmuştu. Kardeşlerim de büyümüşlerdi. Beşinci kardeşim burada doğmuş bende on yaşında bir abi olmuştum. Sinem adını verdiğimiz en küçük kardeşimin pasaportu olmadığı için bu yıl yaz tatiline Türkiye'ye gidememiştik. Elçiliçimiz olmadığı için pasaport çıkarma işlemleri uzun sürmüş tatil dönemine yetişmemişti. Bunun için kardeşlerimle 2011 yılı temmuz ayını sabırsızlıkla beklemiştik. Tatil için Türkiye'ye gidince yapacağımız işlerin listesini şimdiden yapmaya başlamıştık, döner yiyerek başlayacaktık Türkiye gezimize. Uçağımız Istanbul'a geldiğinde, taa Ereğli'den havaalanına bizi ilk defa karşılamaya iki yıl görmediğim anneannem ve dedem gelmişti. Onları görünce çok sevinmiştim. Babamın kiraladığı araçla yola koyulduk. Yol boyunca döner yiyebileceğimiz bir yer bulamadan Ereğli'ye gece vakti geldik. Dedemle yol boyunca hasret giderdik, tatil programı yapmaya başladık. Ama yalnız değildik. Artık programlarımızda diğer erkek kardeşim Hasan da vardı. Yakında teyzemin düğünü vardı. Kına gecesi yapılmış düğün günü gelmişti. Teyzem için dedemlerden ayrılık vakti gelmişti. Beyaz gelinlik içinde evden çıkan teyzem hem ağlıyor hem gidiyordu. İnsan kendi düğününde neden ağlardı bilmem ki. Annem ve anneannem de ona eşlik ediyordu. Dedem ise ağlamalarını çaktırmamaya çalışırken göz yaşları onu ele veriyordu. Ben ise bu hüzünlü vedaları artık yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. İçimden onları teselli edip ‘ağlamayın silin gözyaşlarınızı artık‘ demek geliyordu. Sanki hayatta bir acelem varmış gibi geliyordu bana. Herşeyi birden öğrenmek istiyor, bütün yemeklerin lezzetinden hemen tatmak istiyordum. Yemek yemekten büyük lezzet alıyordum. Bunun şahidi de almış olduğum kilolarım. On yaşında olmama rağmen tam 49 kiloya ulaşmıştım. Babam benim için çocuk reyonlarında giyecek bulamıyor yetişkin bölümünden alıyordu. Sanki bu yaz tatili benim için son yaz tatiliydi, içimde kıpırdayan bu sese bir anlam veremiyor, zaman zaman mahzunlaşıyordum. Bu yaz ilk defa dedemleri de alarak Bursa'daki amcamları ziyarete gittik, Çok güzel bir şehir olan Yeşil Bursa'yı çok sevdik. Kardeşlerim ve akrabamız olan akranlarımızla doya doya eğlendik. Yıldırım ilçesindeki çocuk parkındaki su fiskiyesi altında çocukluğumuzun tadını çıkardık doyasıya. Burada bulunan mübarek zatların türbelerini ziyaret ettik. İlk defa böyle türbeler görüyordum, insanlar akın akın gelip ziyarete geliyor, namaz kılıyor, dualar ediyorlardı. Emir Sultan türbesinin çok farklı bir atmosferi vardı. Biz de ziyarette bulunup dua ederek ayrıldık oradan. Hele Bursa Ulucami çok güzeldi. Dedem bana camiyi gezdiriyor ve hatıra fotoğrafları çektiriyorduk. Kaç gündür yiyemediğimiz Türk dönerini ise nihayet şehzadeler şehri Bursa'da yiyebilmiştik. Bursa'dan da ayrılık vakti gelmişti. Dedemleri otobüsle Ereğli'ye yolcu ettikten sonra bizde Sivas'a doğru yola çıktık. Benim için Sivas'ın ayrı bir yeri vardı. Çünkü Halil amcam ve köy hayatı oradaydı. Traktörü ile akşama kadar tarlalarda iş yapıyor çok yoruluyordum. Buna rağmen köy hayatını çok seviyordum. Bir kaç defa bana tarlada traktörünü sürdürmüştü. Halil amcamla bu köy hayatımıza kardeşim Hasan da katılmıştı. Köyde iki hafta kaldıktan sonra ayrılacaktık. Ben hiç ayrılmak istemiyordum. Babamla konuşup burada kalmak için izin istedim. Babam bu sene olamayacağını ama seneye tatilimin tamamını burada geçirebileceğimi söyledi. İçimden belki bir daha gelemiyeceğim düşüncesi hasıl oldu. Ayrılırken bu sefer ben de ağlıyordum arabanın arka koltuğunda annemle beraber. Tatilimizin kalan kısmını geçirmek üzere tekrar Ereğli'ye döndük, buradan da Sri Lanka'ya dönecektik. Yıllar sonra ilk defa bu yıl ramazan ayını Türkiye'de geçirecektik. Ramazan'da iftarlar nasıl açılıyor, teravihler nasıl kılınıyor ve ramazan pidesi neymiş ilk defa şahid olacaktık. Hepsinden önemlisi dedemlerle beraber ilk defa Türkiye'de bir Ramazan bayramı geçirecektik. Babam bizi Ramazan'ın ikinci günü burada bırakarak tekrar Sri Lanka'ya döndü. Ramazan ayında orada yapılacak işler, sevindirilecek fakir insanlar vardı. Biz de dedemlerle beraber canımız sıkılmasın diye Cemaller Köyü'ne gitmiştik. Bir hafta geçmişti. Köyden annem ablamla beraber Ereğli'ye gitmişti. Kardeşim Hasan ile ben de şehre gitmek istedik. Dedem öğle namazından sonra bizi de Ereğli'ye götürmek için yola çıktı. Dedemle yolculuk çok eğlenceli geçiyordu, bizi parka götürecek çarpışan otolara bindirecekti. Daha çok binmek için onunla pazarlık yapıyordum. Bu arada kardeşim Hasan arka koltukta uyuyakalmıştı. Tam Ereğli'ye girmek üzereyken bir kamyonun üzerimize geldiğini hatırlıyorum. Korkunç bir gürültüyle bir çarpışma oldu… Beni ve kardeşimi hemen hastaneye kaldırmışlar. Dedem ise bulunduğu yerde Hakka yürümüştü, mübarek ramazan ayında. Kardeşimle benim durumum ağır olduğu için ambulansla Ereğli'den Zonguldak Tıp Fakültesi'ne sevketmişler. Durumu haber alan annem hemen hastaneye gelmiş. Çaresiz ve bitkin bir şekilde hemen Sri Lanka'daki hayat yoldaşı babamı aramış, durumu haber verirken dayanamayıp olduğu yerde bayılmış. Kardeşimle beni çocuk yoğun bakım odasına almışlar. Annemizi solunum cihazına bağlı bir şekilde karşıladık. Bu kritik saatler için doktorlar anneme çokça dua etmenin gerektiğini söylemiş önümüzdeki saatlerde her an herşey olabileceğini ifade etmişler. Hüzünlü gurbette iftarını arkaşlarıyla açan babam akşam namazı için hazırlık yaparken gelen bu elim haber karşısında çaresizlerin çaresi Yüce Rahman'a sığınıyor, geçmek bilmeyen zamanın çıldırtıcılığına karşı teselli arıyordu. Gece yarısında binmiş olduğu uçakta gözyaşlarını kimseye göstermemeye çalışıyor, için için ağlıyor. Buğulu gözlerle her şeyin Mülk Sahibine dua dua yalvarıyordu. Musibetin tosladığı bir zamandı şimdi sabır gerekliydi. Verilen evlatlar bir emanet değil miydi. Bunu anlamak zordu. Nefse söz geçirmek ise zorlardan da zordu. Her babayiğidin harcı değildi şu fani alemde. Babam ertesi gün Türkiye'ye gelmiş, ikindi vakti defnedilen dedemin cenazesinin son anına ancak yetişebilmişti. Kabri başında kendini tutamamış bu ani ayrılık karşısında doyasıya ağlamıştı. Babam akşam üzeri hastaneye, yanımıza gelebilmişti. Odaya girişini kokusundan ve sesinden duyuyordum. Annem bir Osmanlı kadını gibi dimdik ayakta durmaya çalışıyor, ağlamıyor ve hayat arkadaşına doktorlardan aldığı son durumu anlatıyordu. Gece boyu annem bizimle konuştu, kardeşimin de yanımda olduğunu, babamın Sri Lanka'dan gelmek üzere olduğunu anlattı. Ben onu duyabiliyor, ama cevap veremiyordum. Babam da gelince bizimle konuşmaya başladı, kalkıp boynuna sarılmak istiyor kendimde o dermanı bulamayıp, parmaklarımı hareket ettirerek cevap vermeye çalışıyordum. İkinci geceyi de böyle geçirdik yoğun bakım odasında. Üçüncü gün kardeşim Hasan uyandı ve kendine geldi. O'nun beyin kanaması durmuştu. Konuşmasını duyabiliyordum: Titrek bir sesle anne abim ne zaman uyanacak ve evimize ne zaman gideceğiz diyordu. Canım kardeşim ben olmadan hiç bir şey yapamazdı, herşeyini bana sorar, alacağı oyuncağa varıncaya kadar benim fikrimi sorar öyle karar verirdi. Sri Lanka'daki o yalnızlık günlerimizde birbirimizle çok iyi iki arkadaş gibi olmuştuk. Galiba şimdi ayrılık vakti gelmişti ötelere doğru. Kardeşimin odasını değiştirip yan odaya aldılar. Doktorlar sürekli gelip gidiyordu. Annem ve babam ise nöbetleşe kardeşimle benim başımda Cevşen okuyor, Sonsuz Rahmet Sahibi'nden dua dua şifa talebinde bulunuyorlardı. Babam tanıdığı dost ve arkadaşlarını da haberdar etmiş bizim için dünyanın dört bir yanından dua seferberliği başlamıştı. Dördüncü gece benim için çok ızdıraplı geçti. Doktorlar o gece beni uyandırmaya karar vererek, verilen ilaçları kestiler. Sabaha kadar acılar içinde terleyerek kıvrandım. Babamın ve amcamın ellerinden tutuyor olabildiğince kuvvetimle sıkıyor ‘ne olur kurtarın beni bu ızdıraptan' diye feryat ediyordum. O gece babam, annemin benim bu halimi görmemesi için elinden geleni yaptı. Sabah olmuştu ve doktorlar beni tekrar uyutmaya karar verdiler. Beni yetişkinler için ayrılan yoğun bakım odalarından birisine naklettiler. Odaya götürülürken anne ve babamın ellerini son tutuşum olduğununun farkında değillerdi. Odada tek başımaydım. Anne ve babamın teselli veren sesleri ve kokuları artık yoktu. Bugün ablamın doğum günüydü, acaba ne yapmıştı. Bu mutlu gününe katılamadığımız için eminim çok üzülmüştü. Canım ablam ne çok severdi doğum günü partisini ve bir yaş daha büyümeyi. Beşinci gece yarısı ötelerden ilk ciddi davet gelmiş ve kalbim durmuştu. Doktorların yoğun uğraşları sonucu tekrar hayata tutundum. Babam durumumdan ancak sabah olunca haberdar olmuş ama anneme hiçbir şey söylememişti. Zaten annem kardeşimin yanından ayrılamıyordu. Ağlamaktan gözlerinde yaş kalmamıştı garip anamın. Tek tesellisi asıl Mülk Sahibine sığınarak ‘Sen bilirsin ey çaresizlerin çaresi' demekti. Babam ise yoğun bakımın önünde dolaşıyor ızdırapla iki büklüm bir vaziyette büyüklerinden öğrendiği hakikatlerle ayakta durmaya gayret ediyordu. İyi ki o hakikatler ve onları öğreten sonsuz nur sahipleri vardı. Yoksa böyle musibetlere karşı çaresiz insanoğlu nasıl dayanırdı. Öğle ezanı okunmaya başlamış ve Sonsuz Nur Sahibi'ne gitmek için uzaklardan son çağrı gelmişti. Mübarek Ramazan günü Ruh Emanetim alındı vazifeli melek tarafından. Yukarılara tayeran ederken anne ve babamın çaresiz hallerini görüp ayrılık hüznü çöktü üzerime. Gidiyordum ve bir daha can kardeşlerimle oynayamayacaktım. Küçük kardeşim Sinem'i doya doya sevemeyecektim. Küçük bir muhacir olarak niye gittiğimi bilmediğim Sri Lanka'ya bir daha dönemeyecektim. Çok sevdiğim uçaklara binemeyecek, resimlerini çizmekten büyük zevk aldığım tırları bir daha seyredemeyecektim. Babama haber vermek için dört doktor odadan çıktılar. Dışarda bekleyen dertli babam doktorları karşısında görünce anladı ötelere ayrılığın acı haberini. Tek başına yalnız bir adamın canından çok sevdiği evladını kaybetmenin bütün çaresizliği üzerine çöktü. Yutkundu, çömeldi ve Sonsuzluk Sahibi'nin takdiri karşısında, kahrın da hoş lütfun da diye düşünüp, dudaklarından titrek bir sesle ‘Ya Rabbi Sen bilirsin' sözü döküldü, sessizce. Ekrem'e Sri Lankalılar ikram diyorlardı, Mülk Sahibi bir ikramda bulunmuş ve ikramını ebedi bir alemde vermek için tekrar almıştı. Bu muvakkat ve ani ayrılık karşısında artık sükut etme zamanıydı. Hak karşısında tevekkül edip Allah'ın Sadık Kulu gibi davranarak babayiğitlik sergileme zamanıydı. Ama sabır otu gibi acı ve zordu. Annemin henüz haberi olmamıştı bu ayrılıktan. Babam şefkat kahramanı olan bir anneye nasıl söylerdi. Annem daha bir kaç gün önce babasını kaybetmiş cenazesine dahi gidememişti. Babam ızdırap içinde kıvranıyor ne yapacağını düşünüyordu. Doktorlarla istaşare ederek beraberce haber vermeye karar verdiler. Yarın ameliyat olacak olan kardeşimin yanındaki annemin yanına çıktılar. Sanki üzerine bir sekine inmişçesine babam tahammüllü olmaya çalışıyordu. Doktorların geldiğini gören annem anladı acı bir haberin geldiğini. Şefkatli anam hastane odasındaki yatağın üzerinde kalakaldı. Günlerce içine akıttığı gözyaşları sel oldu taştı. Artık durdurulacak gibi değildi. Çaresizce hastanenin bir köşesinde ağlıyor, ağlıyor, ağlıyordu. İşte o an Rabbim'den müsade isteyip anneme doya doya sarılıp ‘Ağlama artık annem, bu ayrılık geçici, ben baki aleme Sonsuz Nur Sahibi'ne gidiyorum, ebedi olan alemin kapısında sizi bekleyeceğim, sizi bulup almadan cennete gitmeyeceğim' diyerek teselli etmek geliyordu içimden. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Ebedi yolculuk için hazırlıklar başladı. Gerekli işlemler yapıldıktan sonra hastanenin gasılhanesine alındım. Yıkanma esnasında son defa hissettim babamın sıcacık ellerini bedenimde. Daha iki yıl öncesinde beyaz elbise içinde sünnet düğünüm yapılmıştı. Şimdi ise diğer düğünüm yapılacakmış gibi babam hazırlık yapıyordu. Büyüklerimiz ölüm için şeb-i aruz dememişlermiydi. İmam efendiyle beraber beyaz kefenimi bir damatlık elbise gibi giydirdiler. Güzel kokular sürerek beni bir yarene hazırladılar. Teyzem gibi babam da bu düğün hazırlığı için sessizce ağlıyordu, dilindeki dualar eşliğinde. Ertesi gün olmuştu, hastaneden beni alan kalabalık bir grup eşliğinde salanın verildiği köy camisine doğru yola çıktık. Cemaller Köyü'ndeki dedemin evinin önüne gelmiştik. Annem ayakta karşıladı beyaz damatlıklar içindeki küçük muhacir oğlunu. Son defa göremeden cenaze arabası camiye doğru hareket etti. Dört bir yandan gelen hizmet gönüllüleri cami avlusunda onu karşıladı. Babam tabutun başında bekliyor ve taziyeleri kabul ediyordu. Öğle namazını müteakip cenaze namazımı kutlu bir zatın rahleyi tedrisinde ders almış bir abi kıldırdı. Başlar üzerinde beni bir hafta önce defnedilen dedemin yanına taşıyorlardı. Ebedi istirahat mekanına gelince bedenim başlar üzerinden indirildi. Babamı imam efendi sesledi. Babam yardımlar eşliğinde beni öbür aleme açılan kabrime koydu. Yavaş yavaş sesler duyulmaz oldu. Kısa süren fani hayattaki sevenlerimle arama kara toprak girmeye başladı. Elveda anam babam kardeşlerim ve sevenlerim. Elveda Sri Lanka, elveda dünya. Annemin ayrılıklar ve hüzünlü gurbete gidişleri karşısında ağlamaları gözümün önüne geliyor, Rabbi Rahimime onun gibi ayrılık hasretiyle yanıp yaşatma ideali taşıyan bütün acılı anneleri için niyazda bulunmak istiyorum. Ağlama annem, ağlamayın analar biz masum şehitler sizler için ebedi alemde en büyük şefaatçiniz olacağız Allah'in izniyle. Ne olur; hüzünlü gurbetin sahibi ve asrın çilekeşinin teşvikleriyle çıktığınız bu kutlu ve nurlu yoldan dönmeyin. Efendimiz'in (SAV) yolundan giden gönüllüler hareketinde yaşatma idealinden ayrılmayın. Bu hizmet yolunda bizden acı ve hicran dolu ayrılıklar hicretinizden sizi geri koymasın. Tekrar gidin muhacir yurdunuza yaşatmak için. *** Merak etme küçük şehidim sabırla ve ümitle gidiyoruz ve dönmeyeceğiz. Yollardayız canım OĞLUM.... M.EKREM ÜNALAN 05 ŞUBAT 2012 - SRİ LANKA
<< Önceki Haber Gözyaşlarıyla okuyacaksınız Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER