Susurluk'taki Radikal'i geri getireceğiz

Sevgili arkadaşım Eyüp Can'ın yönetimindeki yeni Radikal okurlarıyla buluştu. Ben yıllar önce Zaman'a geldiğimde, Eyüp Can'ı gazetenin yeni formatının provalarıyla haşır neşir bulmuş ve heyecanına tanık olmuştum.

Susurluk'taki Radikal'i geri getireceğiz

Daha sonra adından başlayarak yepyeni bir gazete yapma sürecini ve Referans'ı yaşatma çabalarını izledim. Can, genç yaşında üçüncü kez bir dönüşüm projesinin içinde. Radikal'i sadece boyutuyla değil, içeriğiyle de iddialı bir gazete olarak tasarlamış. Mesleğimizin hem teknolojik açından geleceğini düşünerek atmış adımlarını, hem de medyada güvenlik-özgürlük dengesini bozan uygulamalara karşı yoğun bir mücadeleye hazırlanmış. Burada çok küçük bir bölümünü okuyacağınız söyleşimizin tamamını internet sayfamızda bulabilirsiniz. Arkadaşımın başarılı olmasını gönülden diliyorum. Biz gazeteciler bileşik kaplar gibiyiz. Ya hep beraber yükselteceğiz bu mesleği, ya da hep beraber kaybolup gideceğiz. - Bu tabloid boyut senin tercihin mi yoksa patronaj makamının arzusu mu? -Aydın Doğan Radikal ile Referans'ın birleşmesinden iyi bir sinerji doğacağına inandı. Ve bunun başında benim olmam konusunda çok ısrarcı oldu. Başlangıçta ben bunun bir tasarruf projesi olacağını düşündüğüm için açıkçası çok sıcak bakmadım. Yani iki yapıyı birleştirince önce maliyetleri düşürürsünüz. Ve ben hani bu projeyi ancak heyecanlı bir proje yaparsam, heyecanlı bir projeye dönüştürürsem yapmak isteyeceğimi söyledim. Ve kafamdakileri anlattım. Hem Vuslat Hanım'a, hem de Aydın Bey'e. Onlar da heyecanlandılar ve destek verdiler. Ve hem grup için, hem de Türk medyası için böyle bir yeniliğe ihtiyaç var. -İlk izlenimimi söyleyeyim; çok sempatik. Gazete gibi değil de dergi gibi geldi bana bu tabloid boy. -Biz radikal boy diyoruz. Tabloidin Türk toplumunda çok fazla karşılığı yok. Bu hakikaten de Türk basınında çok radikal bir adım. Geçmişte bu tarz düşünceler, denemeler olmuş. Ama ya iyi yapılamadığı için, ya başka sebeplerden dolayı sonuç alınamamış ve şu anki büyük boy gazete dışındaki bir boyun gazete olarak tutmayacağı düşüncesi hâkim olmuş. Oysa adı Radikal olan bir gazete yapıyoruz. Biz dedik ki Türk medyasına bu yeni boyutu getiren gazete biz olalım. Ve bu sadece bize özgü bir durum değil. Dünyanın her yerinde gazeteler daha kompakt boyutlara gidiyorlar. Mesela İngiltere'de tabloid sadece biçimin adı değildir. Tabloid diye bir de gazetecilik var biliyorsun. İkisini birbirinden ayırt etmek gerekiyor. İngiltere gibi tabloid gazeteciliğin çok yaygın olduğu bir medya ortamında Sun diye kendine özgü bir anlayışı olan bir gazete var. -O daha bulvar gazetesi... -Evet ucuz gazetecilik, bulvar gazeteciliği, sansasyonel gazetecilik. İndependent gibi solda ve İngiltere'nin en prestijli gazetelerinden biri, büyük boydan küçük boya geçmeye karar verdiğinde tabloid algısı Sun ile sınırlı olduğu için onlar kendilerine kompakt gazete dediler ayrım yapmak için. Ve İndependent yeni formata geçtikten sonra tirajını yüzde elli arttırdı. İndependent'tan sonra Times Gazetesi, arkasından Guardian Berliner ve Observer o kompakt formata geçti. İngiltere'de şu anda büyük boy gazete çok az. Daily Telegraf da yakında geçecek. -Amerika'da durum ne? -Amerika'da zaten gazeteler uzun yıllardır giderek inceliyordu. Bu şekilde açmanın metroda, otobüste, trende, yollarda okuma zorlukları var. İnsanlar rahat gazeteyi kıvırıp okuyamıyorlar. O yüzden de şu anda Newyork Times ince uzun bir gazete haline geliyor. Wall Street Journal tabloide döndü. -Bunun çevreci mantıkla da bir alakası var mı? Kağıt tasarrufu yapmak gibi. -Çevreci bir mantık var. Ama teknolojideki gelişmelerin burada önemi daha büyük. En önemlisi burada hayatın kompaktlaşması. -Gazetenin boyutu küçülünce, yapılan gazetecilik büyüyecek mi? -Fizikte füzyon diye bir kuram var. Aslında bu boyutla ilgili değil, sizin o boyutun içine sıkıştırdığınız enerji ile ilgili. Radikal'in 15. yılını kutluyoruz. Boyutunu küçültüp, enerjisini yoğunlaştıran bir gazete dönüşmesini hedefliyoruz. Burada biçimsel değişikliğin kullanım kolaylığının yanı sıra bir de gazetecilik diliyle ilgili boyutu var. Şimdi dünyada artık yazılı basın dijital tabletlerin, bu Ipad' lerin de devreye girmesiyle ilk defa gazetecilik kâğıda alternatif, ama kâğıttaki ruhu öldürmeyen bir gazeteciliğin yaşama şansına kavuştu. -Ama daha erken aşamasındayız bunun. -Ama önümüzdeki üç dört yılda bu dijital tabletler artık cep telefonları gibi hızla yayılacak. İnsanlar büyük ölçüde, şimdi işte İphon'larından Ipad'lerinden gazetelerini, dergilerini okumaya başlayacaklar. Bizim açıkçası yaptığımız bu değişiklik o değişimi de öngören bir değişiklik. Yani biz insanların dijital medyada yaşanan değişim sonucunda onlara gazeteciliğin sunacağı imkânları sonuna kadar vermek istiyoruz. Radikal sadece ertesi gün sunduğu gazeteyi yapmayacak. Radikal aynı zamanda online ile offline'ı evlendiren Türkiye'de ilk gazete olacak. Peki ama bunları geçmişinde böyle bir alışkanlığı olmayan insanlarla nasıl yapacaksın? Biraz akıntıya kürek çekmek olmayacak mı? -Bu yeni bir durum. Sadece Radikal için, Türk medyası için değil, dünyada yeni durum. Ve bu yeni duruma uygun davranan yayınlar var. Mesela İngiltere'de Daily Telegraf baştan aşağı binasını bile, oturma düzenini bile bu dediğim yapıya göre değiştirdi. Tamamen ortaya terminal gibi bir alan koydu. Biz de benzer bir modeli yapıyoruz şu anda. Ve bütün yapıyı o yuvarlak masanın etrafındaki terminalle yönetiyor. Muhabirlerini çok boyutlu iş üretme kapasitesini arttıracak bir biçimde eğitmeye başladı. Newyork Times ve Guardian da yine böyle yapıyor. -Online ile offline nasıl evleniyor? -Bir muhabir işini yaparken sadece yarının gazetesini düşünmüyor. Aynı anda sesi, müziği, görüntüyü kullanarak çok boyutlu üretim yapabilecek halde davranıyor. Yaptığı iş farklı versiyonlarla, farklı şekillerde online'a da yansıyor. -Ana gazete ile ekrandaki gazetede farklı bilgiler olacak. -Farklı olacak. Ama aynı içerikten, aynı işten biz çoklu üretimler yapmış olacağız. Ama sonuçta çikolatanın hammaddesi aynı ama siz bir tane fındıklı üreteceksiniz, bir tane karamelli üreteceksiniz. Bütün dünya şu anda yazılı basının geleceği var mı diye tartışıyor. Bu soruya kendi içimizde cevaplar bulmamız gerekiyor. O da konvansiyonel olana yapışmakta değil, çağın gerektirdiği dijital değişimi yapmaktan geçiyor. Burada zor olan zihniyetteki değişim. Zihniyet değişirse pratik uygulamalarda aslında o kadar zor değil bunu yapmak. -Bunun denemelerini yaptınız mı? -Yaptık. Biz insanları sahaya sürüyoruz. Sokak yazarlığı diye bir kavramla hareket ediyoruz. Bu bir süreç. Aynı gün herkes aynı kapasitede çok boyutlu iş yapıyor olamaz. Ama adım adım siz bunu inşa edersiniz. Ve vizyonunuzda bu olur. Bu ne demek? Mesela sen buraya geldin benimle bir söyleşi yapıyorsun. Normalde nasıl yapıyorsun? Açıyorsun teybi. Kaydediyorsun. Sonra gidiyorsun bunlar deşifre oluyor. Sonra edit ediliyor. Ve gazetenin sana sunduğu imkânlar çerçevesinde şu kadar bin vuruşluk bir yazı hazırlıyorsun. Onun başlığı, spotu oluyor. Birde fotoğraf çekiliyor iki tane, üç tane en fazla. İşin bitiyor. Oysa sen şu yaptığın işi şu söylediğim yeni mantıkla yapıyor olsan, yaptığın işe çokta fazla ekstra bir şey katmadan buradan bambaşka versiyonlarla çıkabilirdin. -Nasıl? -Kayıt cihazına kaydettiğin, çözdüğün her şeyi birebir basıyor musun? Hayır. Onu edit ediyorsun. Aynı edisyonu seste yapsan ve bunu sesli olarak buraya koysan, gazeteye koyduğun fotoğraf iki tane, üç tane. Oysa biz biliyoruz ki onlarca, bazen yüzlerce fotoğraf çekiliyor. Fotoğrafı online'ın imkânlarıyla bir albüm gibi hazırlasan, foto galeri gibi. Şu yaptığın söyleşinin versiyonu orada hazır. Ve gazeteden hem aynı, hem de çok farklı bir duygu ile okuyucuyla buluşabiliyor. Bu kadar basit de yapılabilir bu. Çok daha ileri noktalara da götürülebilir. Şu anda teknolojiler o kadar gelişmiş durumda ki. İnsanlar cep telefonlarıyla kayıtlar yapıyorlar, video çekiyorlar, fotoğraf çekiyorlar, böyle bir dünyaya gidiyoruz. -Hayalindeki gazeteyi tam olarak ne zaman oturtabileceğini düşünüyorsun? -Biz yaklaşık üç aydır, bir yandan Radikal'i ve Referans'ı çıkarırken, bir de oturup üçüncü bir gazeteyi tasarladık. Yeniden kurguladık yapımızı. İlk çıktığımız günden itibaren tabii ki bizim okuyucuya bu duyguyu veriyor olmamız lazım. Ondan sonrası benim için bir seneyi bulmaz. Ama yılbaşına kadar biz epey bir yol almış olacağız. -Radikal ilk günlerde, adına layık bir radikallik sergileyebildi. Ama daha sonra aynı çizgiyi sürdüremedi. Sen şimdi içeriğinde ne kadar radikal ve cesur olabileceksin? -Amaç zaten o Radikal'in 90'ların ortasında Susurluk kazası sonrası yaptığı cesur gazeteciliği burada yeniden diriltmek. Buna hem Radikal'in ihtiyacı var, hem de Türk medyasının ihtiyacı var. Kategorik olarak bir şeye karşı olan bir gazete olmayacak Radikal. Onun yerine ezber bozan, her türlü özgürlük karşıtı yaklaşımı eleştiren, ama bu eleştiriyi bir misyoner gazetecilikle değil, gazeteciliğin hakkını vererek yapacak. -Kutuplaşmada taraf olmayacak yani? -Evet. Türkiye çok fazla kutuplaştı. Herkes sizden taraf olmanızı istiyor. Eğer bu tarafa aitseniz diğer taraf sizi eleştiriyor. Bu tarafa aitseniz öbür taraf. Radikal'in o başlangıçta olan gücü kaybetmesi de biraz bundan. Ben on beş yıllık tiraj rakamlarını da inceledim. 2001 krizinde fiyattan dolayı bir darbe yemiş. Ondan sonra 2006, 2007'de bu cumhuriyet mitingleriyle başlayan süreçte okurunun bir kısmını yeterince militan bir cumhuriyetçilik yapmadığı için kaybetmiş. Daha sonra Taraf Gazetesi çıkmış. Bu kez de özgürlükçü olan, eleştirel olan, askerle sorunu olan, askeri eleştiren o hassasiyetlere sahip okurunu da Taraf'a kaptırmış. Ve adeta Radikal Taraf ile Cumhuriyet arasında sıkışmış bir gazeteydi ben ele aldığımda. Bu sıkışmayı sadece Radikal mi yaşıyor? -Hayır. Bütün Türkiye yaşıyor. Bir tarafta Ergenekon, öbür tarafta antiergenekon. Ve ben kişisel anlamda bu sıkışmaya inanmayan, Türkiye'nin bu sıkışmayı aşarak demokrasiye ve özgürlüklere gidebileceğini düşünüyorum. -Bunlar çok güzel de soyut sözler. Sana gelen bir takım istihbaratları nasıl değerlendireceksin? Biliyoruz ki belli gazeteler ancak yayınlayabiliyor bazı haberleri. -İşte siz tavrınızı eğer, gazeteciliği daha kredibilitesi yüksek bir iş hale getirerek koyarsanız o zaman bu kanallar açılıyor. Mesela Hanefi Avcı'nın ofisinde bulunduğu iddia edilen bir takım kasetler var. Bu kasetlerle ilgili tek tek gazeteciler, eski emekli komutanlar, işadamları, belli ki dinlenmiş. Bunu kim dinlemiş tam olarak bilmiyoruz. Ama ortada somut, 28 Şubat dönemine ait olduğu anlaşılan, 95 ile 97 arasında dinlendiği anlaşılan bir takım kasetler var. Şimdi bu kasetlerle ilgili haber bize geldiğinde biz aldık. Gazeteciliğin etik kurallarına uygun biçimde bunu verdik. Mesela Hanefi Avcı'nın ofisinde bulunduğu iddia edilen dedik. Şimdi belki bunlar çok basit gibi görünebilir. Ama burada insanları biz gazeteciler olarak uzun bir zamandır mesleğimizin inceliklerini kaybetmiş durumdayız. Hemen suçlayan, hemen mahkûm eden, henüz ortada bir şey yokken o insanlar hakkında ciddi kanaatler oluşturan bir yayıncılığa doğru Türk basını kaymış durumda. Şimdi siz o haberi alıp, bir o haber Radikal'e geldi. O gün Türk basınında iki gazetede vardı. Demek ki gelebiliyor. İki, siz o haberi nasıl veriyorsunuz? Hemen bir takım insanları mahkûm ederek mi, yoksa o haberleri gazeteciliğin titizliğine, özenine uygun bir biçimde mi veriyorsunuz. Kendimize yapılmasını istemediğimiz hiçbir şeyi başkasına da yapmıyoruz. -Yine de Taraf Türkiye'nin şu dönüşüm, değişim sürecinde çok büyük bir rol oynadı. Oynamakta hala. Birçok şeyi eğer Taraf olmasaydı belki de bu kadar şey hızlıca öğrenilemeyecekti. Radikal'in iddiası ne olacak? Taraf'ı aşan bir yanı olacak mı? -Radikal'in iddiası olaylara taraf olmadan bakmak olacak. Taraftan kastım sadece Taraf Gazetesi değil. Her gazetenin elbette kendine yüklediği bir misyon olabilir. Hiçbir itirazım yok. Ama biz burada Radikal'i bütün bu ezberleri bozan, haber sağlam olduktan sonra iktidar odağa askerse askere de çakarım, iktidar odağı hükümetse, orada bir sorun varsa ona da çakarım. -Biraz zor çakarsın hükümete. Gurubunun özel durumu var. Mahkemeleri var. -Elbette. Burada bütün mesele şu. Türkiye'de muhalif gazetecilik gibi bir palavra var. Gazeteciler kategorik olarak bir takım şeylere muhalif olmak zorundaymış gibi bize yutturulan zoka bu. Elbette gazeteci eleştirel olmalı. Ve hayata eleştirel bir gözle bakmalı. Ama ben muhalif olacağım diye diyelim ki askere mi muhalif olacaksın, askerin yaptığı her şey yanlıştır. Ak Parti'ye mi muhalif olacaksın, yaptığı her şey yanlıştır. Böyle bir dünya yok, böyle bir hayat yok. Biz kendi fantezi dünyamızda böyle bir şey yaratmış durumdayız. Askerin içinde doğru dürüst iş yapan da var, yanlış yapan da var. -Zaten yanlış yapanları yayınlıyorlar. -Ama eğer siz asker düşmanlığını, Ak Parti düşmanlığını, CHP düşmanlığını, devlet düşmanlığına ya da emniyet düşmanlığına dönüştürüyorsanız ki şu anda görmüş olduğumuz düşmanlıklarla ve kutuplaşma üzerinden gidiyor, o zaman artık iş gazetecilikten çıkıyor. Başka türlü bir kavga alanına giriyor. Patronların bugün yaşadığı sıkışmada bence bu tarz gazeteciliğin onlar üzerinde yarattığı baskıdan kaynaklanıyor. -Grubun diğer gazetelerinde yapılamayan şeyi sen nasıl başaracaksın? -Bu Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi kutuplaşmanın bir sonucu. Bunun bir sürü sebebi var. Oturup bunu ayrı bir başlık olarak tartışabiliriz. Nerelerde hata yapıldı? Burada hemen bir günah keçisi bulmak kolay. İşte o hatalı diyelim. Bütün günahı onun üzerine yıkalım, kellesini alalım, iş bitsin. Oysa adil olan, sağlıklı olan yaklaşım bu değil. Hepimiz dönüp bu özeleştiriyi yapmalıyız. Dürüstlükle bu hataları göğüsleyebilmeliyiz. Bu grup da olabilir, bir gazete de olabilir, bir gazeteci de. -Sonuçta bir grubun içindesin. Yüzde yüz özgür değilsin. -Yüzde yüz özgürlük diye bir şey yok. Dünyada yüzde yüz özgür gazetecilik yapan bana bir tane gazeteci ya da bir tane gazete göster. Bunlarda bir şeyi fazla idealize edince realite ile irtibatını koparıyor. -İşte ben de realite ile irtibatın ne kadar sağlam diye soruyorum. Ben yerinde durduğum zeminin çok farkındayım. Türkiye'de yaşıyoruz. Siyasi kutuplaşmayı, iktidar odaklarının nasıl bir dönüşümden geçtiğini anlatıyoruz. Elbette bütün bunların işimizi yaparken bize dönük tarafları olacak. Burada bizim mesleğimizi düzgün yapmak dışında hiçbir sığınağımız olamaz. Türkiye'nin bu dönemde cesur olduğu kadar belki de ondan daha çok vicdanlı gazetecilere ihtiyacı var. Biz eğer yaptığımız işi vicdansız bir düzlemde yaparsak cesaret beş para etmez. Çünkü cesur diye ortaya çıkıp vicdansız işler yapan çok gazeteci gördük. -Öte yandan gazetecilere davalar açılıyor. Çok ciddi bir tehdit altında mesleğimiz. Güvenlik-özgürlük dengesi fena halde bozuldu. -Elliye yakın gazeteci bugün Türkiye'de cezaevinde. Yedi yüzün üzerinde gazeteci ile ilgili açılmış dava var. Soruşturma aşamasında beş bine doğru gidiyor. Neredeyse haber yapma imkânlarımız elimizden alınacak. Burada da kilit kavramlar var. Soruşturmanın gizliliğini ihlal, devletin gizli belgelerini ifşa, kamu güvenliğini tehdit, hakaret. Güvenlik ve özgürlük ilişkisi belli bir dengede kurulmak zorunda. Ama bu Türkiye'de son dönemde o kadar gazeteciler aleyhine işlemeye başladı ki burada da temel sebep, bir tarafta ceza yasası var. Öbür tarafta basın kanunu. Basın kanununda soruşturmanın gizliliği meselesi daha düzgün tanımlanmışken, bu hükümet döneminde TCK'da yapılan bir değişiklikle üç yıla varan cezalar getirildi. Yani basın kanununun düzenlediği bir şeyin üzerine ekstra bir hüküm bina edildi. Evrensel hukukta tercih mesleki, özel bir düzenleme varsa ondan yanadır. Onu dikkate almayıp, TCK'daki düzenlemeyi dikkate alıp neredeyse her yaptığınız habere soruşturmanın gizliliği diye dava açılıyor. Peki sen bu meselenin Türk basınında, ne oluyoruz diye hükümete bir başkaldırıya dönüştüğünü gördün mü? -Taraf, Star, Milliyet, Radikal, Zaman, Yeni Şafak, Akit'ten gazeteciler var yargılanan. -Hepsinden var. Bu hepimizi yakan bir şey. Ama biz birbirimizi boğazlamaktan, bu kutuplaşmanın şehvetiyle birbirimize saldırmaktan mesleki özgürlük alanımızın neredeyse elimizden alındığını fark edemez hale geldik. Artık birbirimizi boğazlamaktan vazgeçelim. Ve kendi mesleğimize sahip çıkalım. Ama bunu söylerken aynı zamanda bunu özeleştiri yaparak da masaya getirmemiz gerekiyor. Çünkü yaptığımız işin bir kamusal boyutu var. Biz özgürlük alanımızın daralmasını istemiyorsak insanların mahrem alanına saygı konusunda da ortak bir konsensüse ulaşmak durumundayız. Yani süren bir soruşturma ile ilgili bir haber nerede başlar, nerede biter, nerede girilir, nerede girilmez konusunda önce her gazetenin kendine ait etik bir kodunun olması gerekiyor. -Güya var. Ama uygulanmıyor. -Bunlar son dönemde hakikaten çok ciddi biçimde ihlal edildi. İnsanların özel hayatıyla ilgili hiç dava konusu olmayacak şeylerin iddianamelere eklendiğini, basında çarşaf çarşaf yayınlandığını gördük. Bu bir süre sonra insanları, gazetecilerin haklı haberlerini bile onlar bizim hayatımızı ihlal ediyor, cezasını çeksinler demesi gibi bir sonuca getirdi. Şimdi bizim kendi mesleki özeleştirimizi yapıp, sonra da yasalar nezdinde bizi sınırlayan, mesleğimizi yapılamaz kılan düzenlemelere isyan etmemiz gerekiyor. Ben burada ayrım yapmaksızın gazeteciliğin alanını daraltan her şeyin üzerine gideceğim. -Ama soruşturmanın gizliliği ilkesi öyle bir şey ki, dava ile ilgili hemen hemen hiçbir şey yazamaz hale geliyorsun. Buna yazarak mı karşı çıkacaksın, yazmadan mı? -Bu bizim etik olarak tartışmamız gereken bir konu. Bu çok kolay cevabı olan bir soru değil. Basın yasası bunu zaten düzenlemiş. Bunu yaptığınız durumda belli miktar para cezası öngörüyor. Uzun bir süre böyleydi. Şimdi TCK'ya eklenen bir maddeyle burada hazır bir düzenlemesi olan bir konuya üç yıla kadar hapis isteniyor şu anda. Şu anda gazetecilerin hapiste olmasının, yedi yüzün üstünde gazeteci hakkında dava olmasının sebebi TCK. -Bunu nasıl kıracağız? -Maddi bir yaptırımdır o. Her gazete bakar. Ya arkadaşlar ne oluyoruz. Burada yasaların düzenlediği şeye dikkat edelim denilebilir. Orada yasalar bizi ne kadar sınırlıyor? Biz ne kadar sorumlu ya da sorumsuz davranıyoruzu masaya yatıralım. Yani bu hemen beş dakikada cevabı verilecek bir konu değil. Onu dünyadaki uluslararası standartlarda düzenledikten sonra oturup kendi sınavımızı kendimiz vereceğiz. Ben bugün bu hatayı yaptım. Hatamdan dolayı özür dilerim. Tekzip mekanizmasını ne kadar işletiyorum. İnsanları mahkûm ilan edip etmeme konusunda ne kadar titiz davranıyorum. İddianame yazılmadan bir konu henüz daha emniyet aşamasındayken insanları suçlayan bir dille gazetecilik ne kadar yapıyorum diye kendisinin bu sınavdan geçmesi gerekiyor. Radikal bu konuyu sürekli gündemde tutmak için neler yapacak? -Bu konu ile ilgili yapacağımız proje şu. Bizde de bu konuda onuncu davası açılan İsmail Sayman var. İnsan hakları konusunda Türk basınındaki en iyi gazetecilerden biri. Radikal'de. 80 küsur yıl hakkında savcı ceza talep ediliyor on ayrı davadan. Ve bunların bir kısmı hakikaten komik. Bir de öyle davalar var ki, başka bir gazetede çıkan bir haber nedeniyle sizin hakkınızda dava açılıyor. Yani iş artık orada da iş rayından çıkmış durumda. Ama yüzlerce yıllık ceza ile karşı karşıya bu insanlar. Ben de İsmail'e şöyle bir görev verdim. Dedim ki, kendinde bu sıkıntıyı yaşıyorsun bir gazeteci olarak. O zaman bir dosya hazırlayalım. Bütün bu gazetecilerin, hiçbir ayrım yapmadan hepsini bir dosya ile güzelce anlatalım. Bir haber yaptım, hayatım değişti diye bir başlıkla herkesin hikâyesini koyacağız. -Ne zaman yayınlayacaksınız bu dosyayı? -Önümüzdeki haftalarda, bu dosya hazırlanıyor. Sonra bu dosyayı bir defa ortaya bütün çıplaklığı ile koyalım. İnsanlar hangi haberleri yapmışlar ve başlarına ne gelmiş? Ve görelim neyle karşı karşıya olduğumuzu. Sonrasında o dosyanın bitiminde ha bunu ben Adalet Bakanı ile de konuştum. Bülent Arınç ile de konuştum kamudaki medya ona bağlı olduğu için. Onlarda şikâyetçi. Bu dosyanın sonunda hedefin Gazeteciler Cemiyeti, Sivil Toplum Kuruluşları, hukukçular, bu konuda duyarlı uluslararası gazetecilik örgütleri hepsini davet edip bu konuyu birkaç günlük masaya yatırmayı düşünüyorum. Burada bizim artık ideolojik olarak, dünya görüşü olarak çıkıp birbirimizle atışabiliriz. Gazetecilik konusunda rekabet edebiliriz. Ama söz konusu olan bu geminin batmasıysa aynı masanın etrafına gelmemiz gerekiyor. -Fakat öyle bir iklim yaratılmış durumda ki yani iki gazeteci neredeyse aynı masanın etrafına gelemiyor. -Eskiden köşe yazarlarında böyleydi durum. Şimdi muhabirler bile yan yana gelemiyorlar. Muhabirler bile birbirlerini damgalayarak konuşuyorlar. Ben o yazıyı yazdıktan sonra bir tarafta Şamil Tayyar, bir tarafta Nedim Şener demiştim. İkisi de bu davalardan mustaripler. Nedim bana e-mail atmış. İşte hassasiyetin için teşekkür ediyorum. Ama işte niye beni Şamil ile kıyaslıyorsun diyor. Herkes ötekileştiriyor diğer meslektaşını. Kendi bulunduğu pozisyondan çok emin. Öbürünün pozisyonunun yanlış olduğundan da çok emin. Çünkü hayata bu kadar siyah beyaz bakarsan bir defa biz mesleğimizden ciddi biçimde uzaklaşmaya başlarız. Nedim de gazeteciliği kendi inançları doğrultusunda, kendi birikimi doğrultusunda yapıyor, Şamil de yapıyor. Birinin yaptığı gazeteciliğin şu tarafını beğenip, öbür tarafını beğenmeyebiliriz. Aynı şeyi kendimi de katarak söylüyorum. Ama ortada hepimizi ilgilendiren bir sorun varsa şu masanın etrafına gelebiliyor olmamız gerekir. -Köşe yazarı yerine sokak yazarı diye bir kavram ortaya attın. Biraz bunu tartışalım. -Sokak yazarından kastım şu: Türkiye'de büyük ölçüde ucuz polemik, masa başı ahkam kesmeye dayalı bir köşe yazarlığı oluştu. Ben bundan fena halde sıkılmış vaziyetteyim. Elbette analiz de olacak. Masa başında oturup çalışacağız. Ama bizim gazeteciliği sahadan kopuk, hayattan kopuk, insandan kopuk ve tek boyut, hep bir yerden bakan bir hale getirme tehlikesini artık görüyor olmamız lazım. -Ama öbür türlü de sen yazarları muhabirleştirmiş olmuyor musun? -Sorun şurada. Türk basınında üç kuruş paraya muhabir çalıştırıp, büyük rakamlarla köşe yazarlarına para verip, muhabirin açığını köşe yazarı ile kapatmaya çalışan çarpık bir düzene düştü. Ve bir süre sonra o yazarlar muhabirlerle rekabet ediyorlar bu dönemde. Sonra o rekabetten de çıktılar. Sırça köşklerinden ahkâm kesmeye başladılar. Ben diyorum ki, rutin haberleri takip etmek artık bugünün dünyasında anlamlı değil. Neden? Televizyon, internet, cep telefonu, her yerden haber akıyor. Gazete ertesi gün bir şey veriyorsa online'da bir şey yapacaksa okuyucuya perspektif vermeli, duygu vermeli. O haberin duygusunu insanlara yansıtmalı. Duyguyu yansıtmanın bin tane yolu var. Ama duyguyu yansıtabilmeniz için bir defa oraya dokunabiliyor olmanız, onu sizin hissediyor olmanız gerekiyor. Yazarlarla muhabirler arasında büyük bir uçurum var. Hem maddi açıdan, hem de yaptıkları iş açısından. O uçurumu kaldırıp muhabiri uzmanlaşma ile bir saygınlığa kavuşturmazsak ve yazarları da şu sırça köşklerinden çıkartıp hayatın içine indirmezsek, sağlıklı bir gazetecilik yapılabileceğine inanmıyorum. -Ama muhabirden yazarlık nosyonu bekliyorsun. Yazardan da muhabirlik nosyonu bekliyorsun. Bu olacak iş mi? İki reflekse de ihtiyacımız var. Bu bir hedef. Bu hedef doğrultusunda bizim gazeteciliği yapıyor olmamız lazım. Neden? 24 saat televizyondan, internetten haberleri duyduk. Ertesi gün o haberi ben bir daha niye okuyayım? Eğer bana üç kuruşa çalıştırdığın, kıymet vermediğin, kıymet veremediğin için de zihin dünyası gelişmemiş, imkânları olmadığı için ya da zekâsı olmadığı için, böyle rutinin peşinde koşan, rutinden özel çıkartma kapasitesi artmamış, duyguyu çok keyifli bir dille anlatmayı bilmeyen, olayları sorgulamayan bir dille bana veriyorsun o zaman ertesi gün gazeteyi niye alayım ben. -Peki, gelelim yeni yazarlarına. Neden Binnaz Toprak, Cüneyt Özdemir, Dilek Kurban, Koray Çalışkan, Özgür Mumcu, Sırrı Süreyya Önder? -Şimdi Binnaz Toprak. Türkiye'nin en önemli siyaset bilimcilerinden biri. Teorik, akademik bilgisini saha araştırmalarıyla destekleyen bir isim. Hatırlarsan geçen yıl bir çalışma yaptı. Çok tartışma çıktı. O çalışmayı kimse doğru dürüst okumadı. Yine bir takım sırça köşkten fantezilerle saldırılar yapıldı. Ha katılırız, katılmayız yazdıklarına. Ama önce bir doğru dürüst okuyalım. Binnaz Toprak ne yaptı? Bir grup akademisyenle, bir gazeteciyi de alarak yanına çıktı, Anadolu'da birçok şehri dolaştı. O günlerde tartışma konusu neydi? Bir mahalle baskısı var mı? Türkiye işte muhafazakârlaşıyor. Ak Parti iktidarı uzun bir zamandır iktidarda. Bunun yarattığı bir ötekileştirme var mı? Bir akademisyenin bu çalışmayı yapması kadar anlamlı ve saygıdeğer bir şey olamaz. -Evet. Ama daha çok mütedeyyin kitlenin laiklere yaptığı baskı ortaya çıktı. Laiklerin yaptığı baskı ortaya çıkmadı. -Güzel. Bir başkası da çıksın, laiklerin mütedeyyin kitleye yaptığı baskıyı, ama masa başında ahkâm keserek değil, sahaya inerek, araştırarak yazsın. Biz birbirimizi aman o araştırmayı niye yaptı diye suçlayacağımıza bırakalım da insanlar daha fazla sahaya insin. Bence Cüneyt Özdemir özellikle son dönemde dijital medya yazarlığının en önemli kalemlerinden biri. Hem yıllardır gazeteci, hem televizyoncu. Sosyal medyayı bugün en iyi kullanan gazetecilerden. Ve benim yapmak istediğim gazetede bu online ile offline, dijitali birleştiren ve sahanın içinden, hayatın içinden, haberin içinden yazıya, habere önem verdiğim için Cüneyt bu projede tereddütsüz benim olmasını istediğim isim oldu. Dilek Kurban hukuk konusunda çok uzman. Colombia hukuk mezunu. Uluslararası hukuk literatürüne makale sokmuş ender kişilerdendir. Ama hukuku da sadece bir teorik bir mesele olarak görmeyip, azınlıklar, yerlerinden sürülenler gidip bu insanların hayatını yerinden araştırıp bunlarla ilgili raporlar, akademik makaleler üreten bir hukukçu. Koray Çalışkan benim son dönemde gördüğüm solun en renkli, en ilginç entelektüel kapasitesi ve kapsama alanı geniş isimlerinden biri. Hem sinema yapıyor, hem küreselleşme ile tarım arasındaki ilişkiyi gidip çiftçiler üzerinden analiz ediyor. Buna dair kitabı Princteon'dan çıkan bir akademisyenden bahsediyoruz. Hayata hikâyeler üzerinden, böyle bir küresel ve lokal ilişkisinden de bakabiliyor. -Özgür Mumcu, Uğur Mumcu'nun oğlu değil mi? -Evet. Devletler hukuku okumuş Sorbonne'da. Bugün Galatasaray'da öğretim görevlisi. Ve Radikal'e yeni dönemde çok katkı yapacağına inanıyorum. Sırrı Süreyya Önder sinemacı. Hikaye anlatıcısı. Ve bizim duyguya, hikâyeye her şeyden daha çok ihtiyacımız var. Ben bu yazarlarla konuşurken hep klasik köşe yazarı formatında düşünmeyin. Hayatın içinden bana malzemeler verin, hikâyeler anlatın, somut hikâyeler. Biz bunlar üzerinden gidelim dedim. Sırrı çok güzel işler hazırladı. Bir de mizah bu gazetede çok ciddi yer alacak. Metin Üstündağ en usta mizahçılardan, günlük çizecek. Şuna bir bakar mısın? -İzmir'e bir bilet. Laik yanı olsun lütfen. Çok güzel. -Mizah hem Türkiye'nin bu kutuplaşmasını aşmak için, hem de kendimizle biraz dalga geçebilmemiz için. Onun dışında hafta sonu da pazar günü biz bambaşka bir gazete yapacağız. Pazar gazetesinin yayın yönetmeni ben olmayacağım. Bizim her gün günlük hayat diye sanat, moda, edebiyat, televizyon, müzik ilavemiz var. Onların da başında olan Çınar Oskay Pazar'ın da genel yayın yönetmeni olacak. Bizim hafta sonu gazetelerini gerçekten çok daha farklı kimliklerle yapmamız gerekiyor. Radikal bu anlamda da bir ilk olacak. Pazar gazetesinde çok geniş mizah olacak. -Eski yazarların bir bölümüne yol verdin. Onlar çok mutsuz oldular. Değişik biçimlerde seni eleştirdiler. Ama bir bölümü de kaldı. Kalanlar hangi özellikleriyle kaldı? Gidenler hangi özellikleriyle gitti? Bu Referans Radikal birleşme projesiydi. Doğal olarak aynı işi yapan üç kişi var. Aynı şekilde yazan üç kişi var. Ve bir azaltmaya gitmeniz gerekiyor. İşin en sancılı kısmı benim için buydu. Bir tercih yapmak durumundaydım. Yeni yapacağım gazetenin öncelikleri benim için belirleyici oldu. Elbette o tercihi başkası başka türlü yapabilir. Ama ben yollarımızı ayırdığımız yazarlarımıza Radikal'e verdikleri emekten dolayı teşekkür ediyorum. Yeni yazarlarında bu süreçte bu gazeteye ciddi katkı yapacağına inandığım için onlarla yola çıkıyorum. Mesela Altan Öymen duruyor. Daha öncede Radikal'deydi. Mesela bu yıl altmışıncı yılı Altan Bey'in mesela. Ona hafta sonları için şöyle bir öneri yaptık. Altmış yıl önce, altmış yıl sonra diye size bir köşe açalım. Kitaplarında da var bunun örnekleri. Birkaç tane seçtim. İzlediğiniz bir haberi gidin bugün bir daha izleyin. Ve biz o değişimi ya da değişmeyen şeyleri görelim. Altan Öymen 78 yaşında, acayip heyecanlandı. -Akıl yaşta değil başta diyorsun yani. -Mesele yaş değil. Mesele gazetecilik refleksiyle çıkıp hayatın içine girebilmek. Altan Öymen altmış yıl önce bir siyasi davayı çıkardı. Bugünün siyasi davalarını gidip yerinde izleyip oradan buraya Türkiye nasıl bir değişim geçirmiş bize onu anlatacak. Bir tanesinde mesela ben geçen meclise gittim. CHP'liler, Kemal Kılıçdaroğlu ayağa kalktı cumhurbaşkanı girdiğinde açılışta, saygı ile alkışladı. Baykal oturdu. Çünkü önceden Baykal kalkmıyordu, yine kalkmadı. Bu değişimi anlatan bir şey yazmıştım. Bana hemen 1946'da ilk o seçim sonucunda Demokrat Partililer küçük grup, CHP var, İnönü geliyor, o zaman Demokrat Partililerin yerlerinde oturup kalkmadıklarına dair kitabında da anlatıyor, o olayı hatırlattı. Dönüp baktım. Hakikaten de kitaptan sonrasında 50'de bu kez Celal Bayar, demokratlar kazanıyor. Bu kez kalkmayanlar ne yapacak diye başka türlü bir tartışma. Hani bazı şeyler Türkiye'de baktığında altmış yıldır değişmiyor. Bazı şeyler de değişiyor. Değişimi bizim doğru okumak için hem tecrübeli, birikimli gazetecilere ihtiyacımız var. Hem de her şey pırıl pırıl diyen ve bunu somut olaylarla anlatan genç parlak gazetecilere de ihtiyacımız var. -Hakkı Devrim'i sokağa nasıl sürmeyi düşünüyorsun? -82 yaşında aramızdaki en genç gazeteci. Ruh olarak hepimizden daha genç. Her gün geliyor bana burada kök söktürüyor. Çok da mutlu oluyorum çünkü gazeteleri didik didik okuyor. Televizyon mesela onun kadar iyi bir televizyon izleyicisi yok. Şu anda gazetelerin ıskaladıkları konulardan bir tanesi de o. Televizyon bu kadar insanların hayatındayken dizileriyle, tartışma programlarıyla biz gazetelerin bunu doğru biçimde yansıtamıyor oluşumuz en büyük eksiklik. Ve Hakkı Bey bana gelip bunlarla ilgili çok ciddi projeler sunuyor. Biz de şimdi onunla bunu nasıl formatlayacağımızı konuştuk. -Akif Beki'yi es geçmeyelim... -Akif Beki gazetecilikten gelen, bir dönem başbakanla birlikte çalışan, sonra mesleğine yeniden dönen bir arkadaşımız. Ben insanların dünya görüşü olarak şu partiye ya da bu partiye yakın hissetmesinde bir sorun görmüyorum. Bütün mesele bizim gazetecilik refleksi ile o bağlantılarımızı, farklılıkları da görerek sütunlarımıza aktarabilmek. Akif Beki bir konu olduğunda klasik, sabit yazarlığı değiştiriyor. Biz yazarlarımızla daha interaktif ilişki kuruyoruz. İşte Akif yeni gazete çıkana kadar ben bir izin yapayım dedi. Olur, hiç mesele değil. Çünkü artık izin diye bir şey yok dedim ben. Şimdi eski düzende daha rahattım. Her gün arayıp benden iş istiyorsun diyor. Mesela bir konu oldu, içişleri bakanını ona aratıyoruz. Ara, bize bu konuyla ilgili bir analiz yapsın. -Bu arada Cengiz Çandar, Oral Çalışlar, Yıldırım Türker, Ahmet İnsel kalan gazeteciler...Peki ezberleri nasıl bozacaksınız? -Bir; her hafta oradaydım diye bir şey yapacağız. Özellikle yazarları oraya göndereceğiz. Bu ister bir plaj olsun, ister bir maden göçüğü olsun, ister miting olsun. İki, yaşayan anlar diye bir şey hazırlıyoruz. Orada hem muhabirlerimizi, uzman muhabirlerimizi, hem de yazarlarımızı deneyim gazeteciliğine zorlayacağız. Üç, Türkiye'de bu kutuplaşmanın sonucunda hep bir tarafı dinliyoruz, öbür tarafı dinlemiyoruz. Biz şimdi yeni bir şey başlatıyoruz. Herkes bir tarafa bakarken biz öbür tarafa bakalım diyoruz. Bu gazeteciliğin gereği. Ama bunun aynı zamanda adını da koyarak yapacağız. Onun içinde bir şeyimiz var. Bir de benden dinle. Yıldırım Türker bunun ilk örneğini hazırlıyor. Önümüzdeki hafta onun ilk örneğini göreceğiz.
<< Önceki Haber Susurluk'taki Radikal'i geri getireceğiz Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER