Avrupalı golcüden şampiyonluk hedefi

Kongo'da doğdu ama tam 10 yıldır İsviçre, Fransa, İtalya ve İngiltere liglerinde attığı gollerle Avrupalı bir golcü oldu. Öyle ki, her iki maçta bir ağları sarsacak kadar müthiş bir ortalama yakaladı.

Avrupalı golcüden şampiyonluk hedefi

Geçirdiği ağır sakatlığın ardından önce Roma'da, sonra da Blackburn'de rehabilitasyon dönemini tamamladı. Şimdi gollerini Galatasaray için sıralıyor. Sarı-kırmızı takımı, bugüne kadar Avrupa'da yaşamadığı şampiyonluğa en yakın ekip olduğu için seçtiğini söyleyen Nonda, Futbol Federasyonu'nun dergisi TamSaha'ya konuştu. İşte Shabani Nonda'nın TamSaha'da Mazlum Uluç'un sorularına verdiği cevaplar; - Avrupa'daki ya da Güney Amerika'daki gibi altyapıların Afrika'da bulunduğunu pek düşünmüyoruz. Bu konuda yanılıyor muyuz? Afrika'da nasıl futbolcu olunur? Mesela sen futbola nasıl başlamıştın? Aslında bu hangi ülkede bulunduğunuza bağlı bir şey. Fildişi Sahilleri, Kamerun, Güney Afrika ve tüm Kuzey Afrika ülkelerinin futbol altyapıları gerçekten Avrupa'yla baş edebilecek düzeyde. Fakat birçok ülke de var ki, oralarda bir futbol altyapısından söz etmek ancak hayal olabilir. Benim ülkeme bakıldığında ise Kongo'daki tüm erkek çocuklar için sokak aralarında futbol oynamak dışında oyalanacak bir şey yoktur. Biz de bulduğumuz bir topun peşinden koşardık. Oturduğumuz semtin küçük bir takımının yöneticileri beni görmüş. Orada oynamaya başladım. Daha sonra tesadüfî bir şekilde Brundi Ligi'ndeki bir kulübün A takımına geçtim. - Avrupa'da seni ilk keşfeden kulüp İsviçre'den FC Zürih oldu. Bu keşfedilme hikâyesini ve Avrupa'ya ilk gelişini anlatır mısın? Brundi'de oynarken, Tanzanya'dan başka bir oyuncuyu izlemek için gelen menajer beni beğendi ve ülkesindeki Young Africans takımına götürdü. Daha sonra da Güney Afrikalı bir menajer başka oyuncuları izlemek üzere geldi ve beni beğenip Vaal Professionals'a transferimi sağladı. Sonrasında bir tesadüf daha yaşandı ve Güney Afrika'ya futbolcu izlemeye gelen bir menajer yine beni beğenip FC Zürih'e götürdü. Bunların tümünü tesadüf olarak adlandırıyorum. Eğer bu tesadüfler yaşanmasaydı bugün burada olmayacaktım. - Tıpkı Güney Amerikalı oyuncularda olduğu gibi Afrikalılarda da başlangıçta Avrupa futboluna uyum konusunda zorluklar yaşandığını gözlemliyoruz. Senin için bu süreç nasıl gelişti? Ülkeler arasında büyük farklar olduğu için ciddi adaptasyon sorunları yaşanıyor. Ben de İsviçre'ye gittiğim ilk sezonda bunları yaşadım. Ailemden uzaktım, bildiğim her şeyin yerini başka bir şey almıştı ve ancak ikinci sezonumda kendime gelebildim. Afrika'dan direkt Türkiye'ye gelen bir oyuncunun da aynı sorunları yaşayacağını düşünüyorum. Ancak ben 10 yıllık bir Avrupa tecrübesinden sonra Türkiye'ye geldiğim için uyum sağlamakta hiç de zorluk çekmedim. Kendimi zihniyet olarak çok bildiğim bir çevrenin içinde hissediyorum. - Zürih'in ardından Rennes, Monaco, Roma ve Blackburn'de oynadın. Kendini en fazla hangi kulübe ait hissettin? Kendimi Fransız kulüplerinde çok rahat hissetmiştim. Her şeyden önce onların dilini konuşuyordum ve kendimi sorunsuz bir şekilde ifade edebiliyordum. Bu da zaten birçok şeyin başıdır. - Maç başına attığın gollere bakıldığında ortalamanın 0.50'nin üzerinde olduğunu görüyoruz. Yani her iki maçta en az bir golün var. Fakat oynadığın maç sayısı düşük. Mesela Monaco'da sezon başına ortalama 23 maça çıkışsın. Diğer kulüplerde de aşağı yukarı aynı rakam var. Bu kadar yüksek yüzdeli bir golcünün maç sayısındaki düşüklük neyle açıklanabilir? Aslında 2003'ten sonra böyle bariz bir görüntü var. İstatistikler az maç oynadığımı söylüyor. Fakat Blackburn'den itibaren ciddi bir toparlanma sürecine girdiğim de bir gerçek. Üstelik Blackburn'e sezon başladıktan sonra gitmiştim. Ne yazık ki Galatasaray'a da geç geldim ve bunu da göz önünde bulundurmak zorundayız. Birçok farklı etken bazen yan yana geliyor. Bazen bir sakatlık, bazen de takıma geç dâhil olmak gibi... Ama 2003'ten önce, yani ağır sakatlığımdan önceki istatistiklerime bakarsanız durumun hiç de böyle olmadığını görebilirsiniz. - Kongo Milli Takımı'nda 15 maçta 11 gol atan ve ülke rekoruna sahip bir oyuncusun ama burada da maç sayısında bir düşüklük göze çarpıyor. Bu da 2003'teki sakatlığımdan kaynaklanan bir şey. 15 maçın büyük bölümünü 2003'ten önce oynadım. 2003'te geçirdiğim ağır sakatlık ister istemez milli takımdan 3 yıl kadar ayrı kalmama yol açtı. Ondan sonra da dünyanın her yerinde yaşanan yönetim değişikliği gibi sorunlar nedeniyle kadroya az çağırıldım. Ancak bunun böyle devam etmeyeceğini düşünüyorum. Kongo Futbol Federasyonu artık yapılanmasını tamamlamış durumda ve kendileriyle gayet iyi ilişkiler sürdürüyorum. Galatasaray'da gösterdiğim çabayla yeniden milli takımın devamlı oyuncusu olacağımı sanıyorum. Yeni hedefimiz Güney Afrika'daki Dünya Kupası. Kongo Milli Takımı önümüzdeki iki yıl içinde bunun için mücadele edecek ve ben de o takımın bir parçası olacağımı düşünüyorum. - "GALATASARAY'I BÜYÜK OLDUĞU İÇİN SEÇTİM" - - Galatasaray'a transferine gelirsek, ilk teklifi aldığında neler düşündün? Neydi seni Galatasaray'a getiren? Benim için gerçekten çok iyi bir seçenek oldu. Çünkü Blackburn'den ayrıldıktan sonra artık oraya dönmek istemiyordum. Diğer İngiliz kulüplerinden teklifler almıştım ve Ada'ya dönme şansım son derece yüksekti. Fakat Galatasaray'ın teklifi geldiğinde "Hah, şimdi tamam" dedim. Çünkü büyük bir kulüp beni istiyordu. Yöneticilerin gösterdiği ilgi ve tekliflerindeki ısrar diğer teklifleri bir kenara koyup Galatasaray'a gelmemi sağladı. - İnsan Premier Lig gibi dünyanın en iyi liginden vazgeçip neden Türkiye'ye geldiğini merak ediyor yine de... Mesela Blackburn'e dönmek istemediğini söyledin, orada kötü hatıraların mı vardı? Geçtiğimiz yıl Blackburn iyi bir sezon geçirmişti. Kişisel olarak benim açımdan da kötü bir sezon değildi. Fakat sezon bittiğinde teknik direktörle yaptığımız toplantıda, Blackburn'de asla birinci veya ikinci forvet olamayacağımı hissettim. Üçüncü veya dördüncü forvet olmaktansa daha fazla oynama şansına sahip olabileceğim bir takıma gitmeyi tercih ettim. Bu nedenle Blackburn'e dönmeyi asla düşünmedim. Diğer İngiliz takımlarının tekliflerini kabul etmemeye gelince... Galatasaray'da her sezon şampiyon olmak için oynuyorsunuz. Diğer hedefiniz her yıl Şampiyonlar Ligi'ne katılabilmek. O da olmazsa UEFA Kupası'nda oynamak. Biliyorsunuz ki Galatasaray'da iki sezon oynarsanız birinde şampiyon olacaksınız, diğerinde Şampiyonlar Ligi'ne gideceksiniz. Bu, Blackburn'e dönmekle ya da İngiltere'deki bir sıra takımına gitmekle kıyaslanabilecek bir şey değil. E, ne yapacağım, şampiyon olmak için 2. Lig'e mi gideceğim? (Gülüyor) Ben büyük hedefler peşinde koşmayı tercih ettim. Yoksa gidip İngiltere'de örneğin Blackburn'de oynayabilirdim ama bu Galatasaray'da oynamakla mukayese edilemez bir şey. - Blackburn'da üçüncü santrfor olmak istemediğini söyledin. Ancak Galatasaray'a gelirken de böyle bir risk vardı. Sonuçta burada da Hakan Şükür ve Ümit Karan gibi çok önemli iki golcüyle rekabet etmek zorundaydın. İki durum arasında önemli bir fark var. Blackburn'deki anlayış, bu birinci, bu ikinci, bu üçüncü santrfor şeklindeydi. Orada kalsaydım hep üçüncü santrfor olacaktım. Oysa Galatasaray'da ilk günden itibaren hocamız bana şunu anlattı: "Sen bizim santrforlarımızdan birisin. Buradaki rekabet herkesin içine katılabileceği bir yarış. Bugün, üçüncü veya beşinci olabilirsin ama çalışırsan ve hedeflerini bize kabul ettirebilirsen birinci olabilirsin." Blackburn'deki ortam ise buna müsait değildi. Galatasaray'a geldiğimde gerçekten iyi olanın formayı giyeceğini biliyordum. Bu çok önemli bir fark. - Galatasaray'a gelmeden önce Tugay'la görüştün mü? Hayır. Çünkü İngiltere Ligi bitmişti ve ben önce Fransa'ya, oradan da İtalya'ya geçmiştim. Galatasaray'ın teklifi daha sonra ortaya çıktı. - Türk futbolu ve Galatasaray hakkında buraya gelmeden önce neler biliyordun? Kimleri tanıyordun? Song'la ve kısa bir süre Konyaspor'da oynayan Siril Domoro ile konuştum. Bana anlattıkları çok ümit vericiydi. Bu nedenle gelirken hiçbir endişe duymadım. Bu arada tabii ki Türk Milli Takımı'nın dünya üçüncüsü olduğunu biliyordum. Galatasaray ve Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi'nde izlemiştim. Beşiktaş ve Trabzonspor'u da tanıyordum. - "ÇOK FARKLI BİR TÜRKİYE BULDUM" - - Kafandaki Türkiye imajıyla buraya geldikten sonra gördüklerin arasında farklar var mıydı? Daha önce bildiklerimden ya da bilmediklerimden çok farklı bir Türkiye ile karşılaştım. Avrupa'da ne yazık ki Türkiye Ligi'nden görüntüler dahi izleyemiyorsunuz. Buradaki bir maç nasıl oynanır, nasıl bir sahada geçer, bunu bile görme şansınız yok. Türkiye'yi ister istemez Avrupalı bakışıyla algılamaya çalıştığınız zaman size hazır olarak sunulan şablonlara bağlı kalmak zorunda kalıyorsunuz. Tüm bunlar üst üste geldiği zaman doğru bir fikir edinme şansınız olmuyor. Ya turist olarak gelip bir hafta kalmış birisinin aklında kalanlardan ya da telefonla edinmeye çalıştığınız bilgilerden bir şeylere ulaşmaya çalışıyorsunuz. Ama ben bana anlatılanlardan çok farklı bir Türkiye buldum. Özellikle beklentilerimin çok üstünde bir Türkiye ile karşılaştım. 4.5 aydır burada yaşıyoruz ve daha önce ümit ettiklerimden çok daha fazlasını buldum. - İlk karşılaşmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Daha önce birçok kez transfer yapmış ve yeni arkadaşlarla tanışmış bir oyuncu olarak Galatasaray'da nasıl karşılandığını düşünüyorsun? İlk anda edinilen izlenimlere pek güvenmem. İnsanlar bir gün içerisinde pek çok şey gösterebilir ama bir bakarsınız ki bunlar sahteymiş. Ben değerlendirmelerimi daha uzun vadede yapmayı severim. Kendimi ilk intibaa teslim etmem. Ama 4.5 ay sonra şunu söyleyebilirim, büyük kulüplerde ortam aşağı yukarı aynı. Ha Galatasaray'da ha Roma'da oynamışsınız. İşler rayına girdikten sonra büyük kulüplerin belli bir çizgileri ve seviyeleri var. Çalışanlarını da bu seviyede tatmin ediyorlar. Benim için önemli olan da budur. Galatasaray kulübünün kapısından ilk girdiğim andaki intibadan çok, sezon sonunda ligi nasıl bitireceğimize önem veriyorum. - "TÜRKİYE'DE KARMA FUTBOL OYNANIYOR" - - İsviçre, Fransa, İtalya ve İngiltere liglerini yakından tanıyan bir oyuncu olarak Türkiye'de oynanan futbolu nasıl değerlendirebilirsin? Sence Türk futbolunu o ülkelerin futbolundan ayıran en karakteristik özellik hangisi? Beni etkileyen üç ülkenin liglerinde çok farklı oyun tarzları olduğunu gördüm. İtalya'da tamamen taktik üzerine oturtulmuş, müthiş çalışmayı ve tekrarı gerektiren, olağanüstü bir şekilde uyulması şart kurallarla oynanan bir futbol var. İngiltere'ye gittiğimde ise bambaşka bir şey gördüm. Orada bize, "Alın çocuklar size top, saldırın, aynen kalenin içine gireceksiniz" diyorlardı. En azından Blackburn'de futbol böyle oynanıyordu. Ne taktik vardı ne de başka bir şey. Fransa'da ise durum daha farklıydı. Orada daha çok oyun oynamak üzerine kurulu bir anlayış hâkimdi. Daha çok kanatları kullanmak, biraz daha fazla top çevirmek ve pas yapmak üzerine kurulu bir sistem vardı. Türkiye'de ise bu üç büyük ligden farklı bir biçimde, üçünü karıştırmaya gayret eden bir futbol oynanıyor. Bir yandan taktik çalışmalar var, bir yandan güzel top oynamaya çalışıldığını hissediyorsunuz, diğer taraftan gerçekten oyuncular topu aldıklarında hep beraber hücuma geçmeyi düşünüyor. Tüm bunların yanında Türkiye'de takımların içerisinde futbola güzellik katan büyük aktörler olduğu kadar, onları arkadan destekleyen askerlerin olduğunu görüyorsunuz. Takımların içerisinde böyle bir paylaşım da var. "Bizim takımdaki baş aktör budur, arkadaki arkadaşlar buna destek verir. Biz hep beraber böyle bir oyun ortaya koyarız" şeklinde güzel bir karışım sergilenmeye çalışılıyor ve ben bunu çok seviyorum. - Bu yapı için Türkiye'de zaman zaman "generaller ve erler" gibi bir benzetme yapılır. Söylemek istediğin bunun gibi bir şey mi? Benim söylediğim tam olarak bu değildi ama siz de haksız sayılmazsınız. Şöyle söylemek belki konuyu daha iyi açabilir. Türkiye'de takımların içerisinde bir veya iki stratejist olmasına gayret ediliyor. Bu oyuncular çevrelerindeki oyunu yönlendiriyor. Örneğin bizim takımda Lincoln, Arda veya Hasan bu görevi üstleniyor. Diğer oyuncular onların yönlendirdiği oyunu en iyi şekilde oynayıp amaca ulaşmaya gayret ediyor. İtalya'da çok uzun zamandır böyle bir şey yok. Sahada bir stratejist bulunmuyor. Tüm oyuncular şef stratejist olan teknik direktörün verdiği taktiği uygulamak zorunda. İngiltere'de saha içinde bir stratejist yok, ama işin garibi, saha kenarında da yok. Saha içindekilere "Saldırın arkadaşlar" deniliyor. Onlar da gerçekten olağanüstü bir efor sarf ederek rakip kaleye gidiyor. Fransa'ya gelince bambaşka bir durumla karşı karşıyasınız. Sahada 11 tane stratejist var. Hepsi müthiş teknik, hepsi futbol oynamasını biliyor, hepsi birbirinden üstün. - Fransa Ligi'nde mutlu olduğunu söylemiştin. Galiba bu sevgi, sözünü ettiğin güzel oyun anlayışından kaynaklanıyor. Böyle düşünmemiştim ama belki de böyledir. Çünkü sevgiyi veya niye rahat hissettiğinizi anlatamazsınız ki... - "İSVİÇRE SİZİN AYARINIZDA DEĞİL" - - Türkiye'nin Çek Cumhuriyeti, İsviçre ve Portekiz'le mücadele edeceği Avrupa Şampiyonası finallerindeki şansını nasıl değerlendiriyorsun? Özellikle İsviçre futbolunu yakından tanıyan bir oyuncu olarak... Her ne kadar İsviçreliler 10 sene öncesine göre iyi bir takım da olsalar gerçek bir rakip olmaktan veya Türkiye'nin ayarında bir ekip olmaktan çok uzaklar. Türkiye'nin öncelikli rakibi Çek Cumhuriyeti, ardından da Portekiz. Doğrusunu isterseniz, Türkiye'nin eleme maçlarında oynadığı oyun ve sahaya sürdüğü takımla finallerde oynayacağı oyun ve sahaya süreceği takımı kesinlikle karşılaştırmamak lazım. Çünkü Türkiye çok iyi bir turnuva takımı olabileceğini 2002 Dünya Kupası'nda gösterdi. Takımda oynayan arkadaşlarımın buna benzer düşüncelere sahip olduğunu biliyorum. Türkiye'nin turnuva atmosferine girdikten sonra, eleme maçlarında üzerine biriken baskıyı tamamen atacağını ve gerçek oyununu oynayabileceğini tahmin ediyorum. Özellikle Bosna-Hersek maçında izlediğim Türk Milli Takımı beni çok etkiledi. Maçtan döndüklerinde de Servet'i sarılıp kutladım. O turnuvada çok iyi bir hava yakalanacağını düşünüyorum. - Dünya futbolunda giderek tek santrforlu bir sistem oturmaya başladı. Ancak siz Galatasaray'da genellikle çift santrforla oynuyorsunuz. Bir santrfor açısından hangi sistemi daha olumlu buluyorsun? İki sistem birbirinden çok farklı. Tek santrforlu oynadığınızda, önde tuttuğunuz oyuncuyu kurban ettiğinizi bilirsiniz. Aslında o maçta gol atacak oyuncu genellikle o tek santrfor değildir. İki santrforla oynadığınız zaman da bilirsiniz ki o iki oyuncu birbirlerine yardım edecektir ve bir tanesinden mutlaka gol bekliyorsunuzdur. - Galatasaray bazı maçlarda santrforsuz oynadı... Hakan, Ümit ve senin kenarda oturduğunuz maçlar oldu. Siz o maçlarda sahanın içinde santrfor görememiş olabilirsiniz ama biz görüyorduk. - "YEDEK OYUNCU GÜVENİLEN OYUNCUDUR" - - Aslında ben yedek kalmanın bir oyuncuya neler hissettirdiğini soracaktım. Yedek kalmak dünyanın sonu değil. Yedek olarak kenarda oturduğunuz zaman bilirsiniz ki, sahadaki onbir oyuncu, takım için gereken işler kendilerine verildiği için oradadır. Kenarda oturan yedi oyuncu da oyuna herhangi bir noktada müdahale etmek gerektiğinde üzerlerine düşeni yapmak için hazırdır. Bu sıralama her hafta değişebilir. Bir hafta ilk onbire çıkan, diğer hafta yedek bekleyebilir. Bu durumu moral bozucu ya da sinirleri yıpratıcı bir şey olarak görmemek gerekir. Her oyuncunun takıma maksimum derecede katkı sağlamak istediğini düşünürsek, ilk onbirde sahaya çıkan oyuncunun, yedekten gelenden daha faydalı olduğunu düşünmemek lazım. Yedek oyuncu, hocanın oyuna müdahale edeceği anda sahaya süreceği, dolayısıyla güvendiği bir oyuncudur. - Galatasaray'da attığın gollerin en güzeli hangisiydi? Galatasaray'da henüz hoşuma giden bir gol atmadım. Ama Rennes'de oynadığım dönemde attığım bir golü unutamıyorum. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama orta sahada buluştuğum bir topla 5-6 oyuncuyu çalımlayarak kaleye kadar gitmiş ve golü atmıştım. Hayatımdaki en keyifli goldü. - Galatasaray'da penaltıları sen kullanıyorsun. Daha önce hiç penaltı kaçırmış mıydın? Monaco'da oynadığım dönemde bir defa kaçırmıştım. - Türkiye'de ve dünyada beğendiğin golcüler kimler? Türkiye'de tüm zamanların en iyi golcüsü Hakan Şükür. Olağanüstü bir kariyere sahip. Dünyada ise Jean Pierre Papin ve George Weah'ı çok beğenirdim. - Fransızcanın yanında iyi derecede İngilizce ve İtalyanca bildiğini okudum. Bu özel bir yetenek galiba... İngilizce biliyorum, İtalyancayı ise biraz konuşuyorum. Bu konuda gayretli olmanız gerekiyor. Uyum sağlamak için aynı dili konuşmaya mecbursunuz. - Türkçe konusunda ne durumdasın? Türkçe çok değişik ve zor bir dil ama galiba biraz takip etmeye başlıyorum. - Bundan sonraki hedeflerin neler? 30 yaşındayım ve ilk hedefim futbol oynamak. Öncelikle Galatasaray'la 2 yıllık kontratımı lâyıkıyla tamamlamak istiyorum. Ondan sonra neler olacağına bakacağım. - Farklı lakapların var. Bunlardan hoşlanıyor musun? Çok lakabım oldu. Her ülkede farklı bir şey söylediler. Hepsini hatırlıyorum ama hiçbiri üzerimde bir iz bırakmadı. Bana Shabani denmesinden hoşlanıyorum. - İstanbul'daki yaşamından söz eder misin? Burada neleri sevdin, nelerden hoşlandın mesela? İstanbul müthiş bir metropol ve olağanüstü değerlere sahip. Mesela hiçbir yerde olmayan bir Boğaziçi var. Orada, kıyılarda kurulmuş muhteşem yapılar var. Boş zamanlarımda ailemle birlikte dışarı çıkıyorum ve tarihi eserleri geziyorum. Gezmekle de bitirebileceğimi zannetmiyorum. Özellikle Sultanahmet Camii ile Kapalıçarşı beni çok etkiledi. - Boş zamanlarında gezmenin dışında neler yaparsın? Film izlemeyi seviyorum, müzik dinliyorum ve NBA maçlarını seyretmekten hoşlanıyorum. Bu arada Galatasaray'ın basketbol maçlarını da fırsat buldukça izliyorum. CİHAN
<< Önceki Haber Avrupalı golcüden şampiyonluk hedefi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER