İstifa da yetmez, özür dilemek de...


Türkiye dünkü Türkiye değil. Hiç şüphe yok ki yarınki Türkiye, bambaşka bir ülke olacak. Dünü doğru analiz etmek, ders çıkarmak açısından önemli. Bugünü idrak etmenin de vazgeçilmez bir parçası. Geçmişe takılıp kalanların bugünü doğru anlamaları mümkün değil. Çağın idrak çarkları, mazinin derin derelerinde boğulup gidenlere hayat hakkı tanımıyor; tanımayacak da. Bugünü doğru yorumlamak, ufukları zorlamak açısından da hayatî önem taşıyor. Bu nedenle çağı doğru algılamak gerekiyor; ta ki ayakta kalınabilsin, sabahın aydınlığına kavuşmak mümkün olabilsin... Yeni bir dil geliştirmek zorundayız. Sağda, solda, ortada. Siyasette, ticarette, sanatta; ve tabii ki medyada. Bu dil hem kendimizi doğru ifade etmeye yarayacak hem de istikbale taşımak istediğimiz kültürel mirasın garantisi olacak. Yeni dil ve üslup, mesleği iletişim olan medya mensupları için farz haline geldi. Dünkü üslupla bugünkü kitlelere seslenmek artık muhali zorlamaktır. Ve asla başarıyı getirmeyecektir. Kavga devam etsin ki ayakta kalabilsinler! Bizim medyanın dili, soğuk savaş döneminden kaldı. Kutuplaşmış dünyanın arkaik kavgalarıyla beslenen bu hırçın üslup, sürekli düşman üretiyordu. Bir bakıma gücünü 'düşman'dan alıyordu. 'Karşı kutup' olmasa kendisi de var olamayacaktı. 'Düşman' olduğuna göre 'sızma' da vardı, 'saldırı' da vardı, 'tehlike' de vardı. Her an 'ölüm kalım savaşı' veriliyor gibi yaşandığına göre tabii ki kavgacı bir üslup seçilecek, 'hainler' karşısında hakaret dâhil her türlü söz sarf edilecekti. Muhalefet etmenin anlamı da bu kısırdöngüye mahpustu aslında. İktidarlar daima 'işbirlikçi' olarak nitelenecek, bütün politikacılar ta baştan 'uşak' olarak ilan edilecek, kanaat önderleri 'feodal ağalık' sisteminin 'kompradorlar'ı olacak, bütün mukaddes değerler 'halkın afyonu' olarak ilan edilecekti. Böyle de yapıldı uzun seneler... Tek taraflı haber kaynağından beslenenlerin kendilerine söylenen sözleri sorgulaması da imkânsızdı; o komplo teorilerini başka kaynaklardan kontrol etmeleri de... Soğuk savaş dönemi sona erince bir dünyanın bütün söylemleri göçük altında kaldı. Hâlâ o enkazın içinden çıkamayanlar var. O dar ama gürültülü çevre istiyor ki yeni kavgalar icat edilsin ve eski üslupla popüler kalmaları sağlansın. Oysa bugünün gerçekliği başka bir bakış açısını zarurî hale getirdi. İnsanlık tarihi boyunca defalarca yaşanan bir gerçek yeniden karşımıza çıktı: Ya çağını okuyacaksın ya da çağ senin canına okuyacak. Başka yol yok. Daha dün gibi kısa bir süre önce halka hakaret etme cüretini kendilerinde buluyorlardı; ama bugün o bıçkın dile kimse razı olmayacak... Güner Ümit bir cümle etti diye Alevilerin hışmına uğradı ve şöhretinin doruğundayken sahnelere veda etti. Aleviler haklıydı. Benzer olay, şov dünyasının en parıltılı yüzü olan Mehmet Ali Erbil'in başına da geldi. Oktay Ekşi onlarca senedir devam ettiği Hürriyet başyazarlığından istifa etmek zorunda kaldı. Basın Konseyi başkanlığını sürdürmek isteyince Konsey çatladı ve istifalar art arda geldi. Medya Konseyi'nin üyeleri de razı değil Oktay Bey'in "Bu zihniyet sahipleri analarını da satarlar!" demesine. Nasıl razı olabilirsin ki! İstifa etmek ya da özür dilemek tek başına bir anlam ifade etmiyor. İnsanlara hakaret etmeyi meşru gören anlayıştan kurtulmak gerekiyor. Görmüyor musunuz koskoca CHP bir sergi açıyor ve insanlara hakaret etmeyi, nefret suçu işlemeyi bir hata olarak görmüyor. Usulen dilenecek bir özür hiçbir hatayı düzeltmez. Bazı kişiler kamuoyu huzurunda cezalandırılmış olur; hatta bazen de zihniyet hatası bir kişiye hamledilerek insanlar mağdur da bırakılabilir. Çözüm bu değil ki! Aslolan sosyal barışı tesis edecek asgarî bir saygı üslubunun yakalanmasıdır... Yeni bir Türkiye var karşımızda. Bu fotoğrafı doğru anlayamayanın (kim olduğu ve hangi dünya görüşüne sahip olduğu önemli değil) vay haline! Bir partiye oy verdi diye milyonlarca insana 'bidon kafalılar' demek artık mümkün değil. Düşünce ya da hayat tarzını beğenmediğiniz kişilere 'göbeğini kaşıyan adam' diyerek hakaret edemezsiniz artık. Hiçbir ferdini doğrudan ve yakından tanımadığınız kitlelere "gerici, yobaz, irticacı..." gibi isimler takamayacağınız gibi "vatan haini, dinsiz, satılmış..." gibi sıfatlar da kullanamazsınız. Yeni bir üslup oluşturmak şart Yeniden kurulacak iletişim dili herkese saygıyı gerektiriyor. Cebir ve şiddet söz konusu olmadığı müddetçe her düşünceye tahammülü şart koşuyor. Yaftalamanın, ayrımcılık yapmanın, insanları birbirine karşı kışkırtmanın evrensel hukuk kuralları içinde suç sayıldığı bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın ulaştığı ortak kalite çizgisi böyle bir dünyaya davet ediyor bizi. Bu gerçeğe göre yeni bir perspektif ortaya koyamayan siyasî partilerin akıbeti hüsran olacak mesela. İnsanlara ideolojik bir körlük eşliğinde bakan medya organları halkın demokratik tepkileri karşısında çaresiz kalacak. Oktay Bey istifa etmek zorunda kaldı. Kapıda 3 bin kişi protesto ediyordu. İstifa etmese o rakam 30 binlere, 300 binlere de ulaşabilirdi. Grup arkasında duramadı, duramazdı da; çünkü hakaret ederek yapılan gazetecilik dönemi çoktan bitmişti. Hadiseyi doğru anlamak önemli. Yoksa yapılan istifalar, işe son vermeler, başka medya gruplarına yapılan transferler, belki bir miktar zaman kazandırabilir ve eski tip gazetecilik anlayışındaki çöküşü yavaşlatabilir; oysa kişilerin işsiz kalmaları ile çözülebilecek kadar sathî bir sorundan bahsetmiyoruz. Meseleyi doğru anlamak, birey ve kitle haklarına topyekûn sahip çıkmayı gerektiren yeni bir bakış açısına bağlı. O zaviyeden bakacaksın ki yeni bir üslup oluşturabilesin. O üslup aynı zamanda sosyal barışın anahtarıdır... Yeni web sitemiz ve iPad projemiz Hafta içinde web sitemizin yeni yüzünü görmüşsünüzdür. 'İnternetin ilk Türk gazetesi' unvanına sahip Zaman Gazetesi'ne yakışır yeni bir tasarım yapıldı. Artık www.zaman.com.tr, daha net, daha sade, daha pratik ve daha dinamik. Titiz bir çalışma ve ince işçiliğe önem veren bir emeğin ürünü. İnternet üzerinden haber takibi yapan ve gün içinde yaşananları daha yakından öğrenmek isteyenler için yeni pencereler açıyor. Sizlerden gelen teklif ve eleştirilerle her geçen gün biraz daha kendini yenileyecek. O yüzden -her konuda olduğu gibi- katkılarınızı bekliyoruz... Sırası gelmişken haber vereyim. iPad kullanıcıları için aylardır süren yoğun çalışmamızın son adımlarını atıyoruz. iPad için yapılan çalışma -tıpkı internet sitesinde olduğu gibi- pek çok birimimizin ortak ürünü olarak hazırlanıyor. Talip Öztürk başkanlığındaki ekibimiz iPad'e uygun yazılımlar ve teknolojik altyapı için çalışmalar yapıyor. Görsel Yönetmenimiz Fevzi Yazıcı başkanlığındaki tasarım birimi görsel açıdan Zaman'a yakışır bir sayfa düzeni için gayret sarf ediyor. Yayın birimi ise interaktif haberciliğin iPad gerçeğiyle örtüşmesini ve teknolojinin sunduğu yeni imkânlarla daha etkili bir mecra oluşturulması için kollarını sıvamış durumda. Bazı iPad kullanıcısı okurlarımızın, "Geç kalınmadı mı?" diye sorması mümkün. Açık söylemek gerekirse geç kalınmadı. Daha doğrusu, bu tür projelerin aceleye getirilecek yanı yok. Birkaç ay önce yapılmış ya da birkaç ay sonra görücüye çıkmış; bunun pek de önemi bulunmamakta. Aslolan, iPad teknolojisine uygun bir ürün ortaya koymak. Yapılan çalışmayı yakın zamanda göreceksiniz ve eminim bana hak vereceksiniz. Son aşamalara gelmiş çalışmayı iPad kullanıcıları çok sevecek; çünkü iPad'in kullanım avantajlarının tamamını bu tasarımda rahatlıkla bulacaklar... Sıcak gündeme feda edildi ama... Gündemin yoğunluğu bazen çok önemli bazı olayları gölgeliyor. Geçen hafta Taksim'deki terör saldırısından dolayı PKK gündemdeydi; CHP karıştı, parti Genel Sekreteri Önder Sav ile Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki gerginlik parti içinde iç savaş başlattı; Yargıtay, eşi benzeri olmayan bir yanlışa imza atarak kürsü hâkimlerine haksız bir şekilde ceza keserek adeta gözdağı verdi... Bunların hepsi de önemliydi; ancak bu ülkede sadece bunlar mı yaşandı? Tarihe not düşecek bütün malzeme bu muydu? Dünyaya anlatabileceğimiz önemli gelişmeler bunlardan mı ibaretti? Hayır. Mesela Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Hatay ziyareti arada kaynayıp gitti. Oysa önemli bir ziyaretti. Cumhurbaşkanı, bir yandan cami ziyareti yaptı, diğer yandan kiliseye uğradı ve oradaki vatandaşlarımızla görüştü, sonra da bir havraya gitti. Cumhurbaşkanı seviyesinde verilen önemli bir mesaj vardı bu seyahatte. Bu ülkenin öz kültüründe, böyle bir davranışın yeri ve anlamı var. Yeryüzünde 'inançlara saygı' konuşulmazken de bu topraklarda farklı inançlara, o inanç sahiplerinin ibadet hakkına saygı duyulurdu. O sayede yüzlerce yıl beraber yaşandı; aynı şehirde, aynı sokakta. O asude hayat tarzımızın referansları sağlam, pratikleri muhkem kaziyelerle garanti altındaydı. Lakin sonradan tahammülsüz bir tufana kapıldığımız da aşikar. Bu yüzden de uluslararası camiada zaman zaman hırpalanıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı'nın ziyareti, bu çerçevede verilen önemli bir mesajdı. Üstelik sadece basit bir mesaj için yapılmıyordu. Her türlü paranoyaya rağmen bu ülkenin cumhurbaşkanı sıfatıyla Gül, değişik inanç gruplarında bulunan vatandaşlarını kucaklıyordu. Ziyaret sırasında bir din temsilcisinin, "Artık kendimizi daha fazla emniyette hissediyoruz." demesi manidar. Onca sıcak gündem arasında farkına varamadığımız bu diyalog bile tarihe not düşmeyi gerektiren önemli bir ayrıntıdır; en azından sonuçsuz kavgalara, kısır çekişmelere feda etmemek gerekir...
<< Önceki Haber İstifa da yetmez, özür dilemek de... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER