Ekrem Dumanlı: En büyük suçumuz

Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı; 'En büyük suçumuz solcu olmamak. Bu yaptıklarımızı solcu gazete kimliğiyle yapsaydık bizi yere göğe sığdıramazlardı. Hatta Cumhuriyet yapsaydı Nobel Ödülü'nü bile alırdı.' diyor.

Ekrem Dumanlı: En büyük suçumuz

"Türkiye'de sol medya olsa da aşık atsak" Bir kaç aydır gündemdeki konular gazetecileri ve gazete sahiplerini daha yakından ilgilendiriyor. Bu konulardan biri de Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı'nın yazdığı 'tasfiye edilecek gazete(ci)ler listesi' oldu. Köşe yazarlarının kimi üstüne alındı, kızdı, kimi alkışladı. Dumanlı ve gazetesi şimdi de kampanyasyla gündemde... Geçen yılki kampanyasında insanların 'yaftalama' zihniyetini eleştiren Zaman, yeni reklam filminde 'Ön yargılar görünmeye duvarlarımız' diyor. Ekrem Dumanlı'nın hem köşesinde hem de reklam filmlerindeki sloganlarda ısrarla göstermeye çalıştığı şey neydi? Bu sloganlar nasıl ortaya çıkıyor, nasıl bir felsefe güdülüyordu? Kısacası onunla 8 yıldır yazdığı medya yazılarını, okuru bir milyona çıkarmanın anlamını, ön yargıları, dini hassasiyetleri, Zaman'daki rolünü, merkez medyayı içine alan uzunca bir söyleşi yaptık. 8 yıldır medya ile ilgili köşe yazıları yazıyorsunuz. Nasıl başladınız? İhtiyaç yüzünden çıktı aslında. 3 Kasım 2001 yılında, gazetenin mizanpajından haberine kadar bir çok alanda değişiklik ve yenilik yapıldı. Bunu Lütfi Kırdar'da yaptığımız büyük toplantı ile deklare ettik ve kamuoyuna şunu söyledik; bundan böyle daha sakin ama ne söylediğini bilen, bağırmayan ama duruşu net olan, bilgi ağırlıklı bir gazete çıkaracağız.... Elbette bu değişimi okurlarımıza da izah etmek gerekiyordu, arkadaşlar “sen yaz” dediler, öyle başladık. Aslında kendi okurunuza sesleniyordunuz… Evet. Kendi okuruma 'biz böyle bir gazete yapıyoruz. Sebebi de budur' deyip anlatmaya başladım. Ama son zamanlarda yazdığınız yazılar, farklı açılardan kamoyunu yakından ilgilendirdi… Hafta içinde durum değerlendirmesi yapıyoruz. Çoğu kez arkadaşlarıma, 'bu hafta ne yazalım' diye danışıyorum. Onlarda haftanın en önemli medya konusunu belirliyorlar ve onu yazıyorum. Sonra ise diğer editör arkadaşlarıma bir 'itirazları var mı' diye gönderiyorum. Yazılar ekip çalışması yani… Tabi tabi. Dünyada gazetelerdeki editörlük yazıları da böyledir. Bir editör yazı yazar, masaya koyar, diğer editör de eline kırmızı kalemi alır, gramer, anlam ve bilgi hatasına kadar hepsini inceler. Bu durum 'tanrı yazarlık' kavramını aykırı değil mi? Türkiye'de var olan bu 'yazdığım yazıya kimse dokunamaz' ilkesi bir saçmalıktır. Çünkü gazeteyi ayakta tutan ortak akıldır. Bireysel dehalar, Einstein'lar geçmiş çağların efsanesidir. Bundan sonra ortak aklın dehası, bireysel aklın çok üstündedir. Ortak akıl, ortak vicdan ve ortak duyarlılık, bir yönüyle de kamuya iş yapan mesleklerde en kritik nokta haline gelmiştir. Siz pek çok konuda sadece okuru değil medyayı da etkileyen yazılar yazdınız… Zaman zaman medya ile ilgili önemli tartışmalar oldu. “411 el kaosa kalktı”, “danıştay saldırısı” gibi. Orada yine hedefim kendi okuyucumdu. Yani 'meselelere böyle yaklaşmak doğru değil' demeye çalıştım. Çoğu zaman bir hatayı eleştirirken, hata yapan kişinin adını anmıyorum ve o gazeteyi de deşifre etmiyorum. Tartıştığım konu kişiselleştirilecek bir konu değil. Bir prensipten, meslek ilkesinden bahsediyorum. İhtiyaç kalmazsa yazıları bırakırım. Peki yazdığınız günden itibaren medyada ne değişti? Değiştirmek değil ama bir amacım vardı, onlardan birisi şuydu; okuyucuda gazete kültürü oluşturmak... Peki oluşuyor mu? Tabii ki oluşuyor. Bugün sadece Zaman okuru değil değişen, Türk okurunda da yeni arayışlar var. Gazetelerin içerik, tutarlılık, bilgi ve etik sorunu trajı, bunların tümü de gazete kültürü sorununu tetiklemiyor mu? Karşılıklı bir etkileşim var. Ancak bu, 'n'apalım böyle gelmiş böyle gider' gibi bir duyguya itmemeli bizi. Nasıl karşınıza ' Oxford vardı da biz mi okumadık' cümlesiyle çıkıyorlarsa, birgün de 'The New York Times' vardı da biz mi okumadık' diyebilirler. Bu nedenle kalite arayışı karşılıklı olmalı. Medyanın kendini resetleme dönemi gelmiş olabilir mi? Bu medyanın kendi başına yapabileceği bir şey değil. Burada ana dinamik toplumdur. Toplum; “ben böyle gitmesini istemiyorum” veya “çok memnunum” demeli. Toplum bu tercihi ortaya koyduğunda, medya da hizaya gelecektir. Kendini ayrıştıracaktır. Mesela; 'Ben magazin gazetesiyim' diyecektir. Diğer tarafta da bazı gazete ve televizyonlar; 'ben olabildiğince referans bir gazeteyim. Çünkü benim güçlü bir yazı işleri kadrom var' diyebilmeli. Medyanın 'taraf' ya da 'karşıt' algısı ne kadar değişti? Taraflı olmak ile adil olmak arasında fark var. Kanaatime göre 'Objektif' kelimesinin mesleğimizdeki karşılığı tarafsızlık değil, adil olmaktır. Çünkü gazete yönetimi mutlaka taraftır. 'Taraf değilim' diyen yalan söyler. Bir haberi birinci sayfada girerseniz, taraf olursunuz, aynı bilgiyi içeride girseniz, yine taraf olursunuz. Orada önemli olan adil olmaktır. Ben görüşüne katılmadığım kişiden veya bir gruptan bile söz ederken onun da söz hakkına müracat ediyorum: “Sizinle ilgili böyle bir suçlama var, ne dersiniz?” dediğinizde önemli oranda objektif sayılırsınız. Medya yeni bir döneme girdi mi, yoksa girecek mi bunu toplum bilinci oluşturacak. Bu konuda bir öngörü geliştirdiniz mi? Bugün toplum yirmi yıl önceki gibi değil, bunu herkesin anlaması lazım. Soğuk savaş döneminde, insanlar kendi ideolojilerini besleyecek gazete ve dergi okuyor, yani tek kaynaktan besleniyorlardı. Fakat soğuk savaş dönemi bitip, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra durum değişti. Artık bizim şunu görmemiz lazım; insanların beynini yıkayıp, tek taraflı düşünmeye zorlayarak gazetecilik yapmak mümkün değil. Teknoloji devriminin içinde hayatını geçiren insanları, eksik bilgiyle, kurnazlıkla, yalanla, iftirayla tatmin etmek mümkün değil. Yeni insanın, o bir yığın bilgi arasından, çok sesli, şeffaf, katılımcı, çoğulcu bir medyayı talep edeceğine inanıyorum. Peki medya arasında olan çekişmeler, çalkalanmalar okuyucuya nasıl yansıyor? Medya üzerinde çıkarılan gürültü ve patırtının, kamu vicdanında böyle olmadığını gördüm. Tasviye yazılarından sonra şunu söyledim; 'bu kadar rencide olduysanız, engizisyon mahkemesinde yargılanan bilim adamları gibi yapayım. Beni 'dünya dönüyor' dedim diye bu kadar döverseniz ben de 'dönmüyor' derim ama kapıdan çıkarken yine 'hala dönüyor' derim. Lakap takarak, aşağılayarak, döverek, söverek gazetecilik yapmak mümkün değil. İnsanların içinde yaşayan biriyim. Kimse bana 'kardeşim ayıp oldu' demiyor. Bu tepkilerin geleceğini tahmin etmiştiniz ama… Tabiki. Kral çıplak demek gerekiyor. Kral çıplaksa ben ne yapayım? Tasfiye edilecek gazeteciler listesi medyayı epeyce meşgul etti. Bu sözlerinizi 'devlet medya' düzleminde söylediğinizi düşünenler oldu. Çok tartışıldı, sanki yanlış anlaşılmak da biraz işinize geldi gibi... Bu konuyu köşesine taşıyanların önemli bir kısmı yazıyı okumadan yazdılar. Ben 'kibirle de gazetecilik yapanlar ayakta kalamayacak' diyorum, bizim camiadan 'bu bir kibir değil mi' diye yazı yazılıyor. Yazımda “hükümeti, devleti kastetmediğimi” söylüyorum. Bu yazı en çok yazarını bağlar. Yani 'Zaman Gazetesi yalan haber yaparsa, toplum yakama sarılır.' diyorum başkası üstüne alınıyor. Ne yapabilirim ki? Siz 'yayın yönetmelerini bu yazıyı yazmadan önce aradım' dediniz. Kimleri aradınız? İsim vermem doğru olmaz. Birlikte olduğumuz seyahatlerde fırsat bulup bunları konuşuyoruz. Benim yadırgayıp ayıpladığım şey şu; köşe yazarlığının hakaret mekanizmasının yanlış olduğunu, yalan haberin bütün gazeteciliği etkilediğini, gazeteciliğe olan güvenin sarsıldığını, zaten aramızda konuşuyoruz. Yazdıktan sonra da 'sen bizi mi kastettin' demeleri ayıp birşey. Sizin dışınızda yazılan köşe yazıları ve Serdar Turgut'un tepkisini nasıl buldunuz? Kişilere mahsus cevap vermek istemem. Bazı yazılara güldüm geçtim. Medyada kim, neyi, niçin yazar biraz biliyorum. Bazıları, bu durumdan farklı bir şekilde faydalanmak istedi, bazıları da buldum bir fırsatı 'çimdikleyeyim' dedi. Ben o yazıyı üç fasılda yazdım, gürültüye de aldırış etmedim. Çünkü şuna inanıyorum; bir gün bu yazılanların gürültüsü patırtısı diner, aklı selim ve kalbi selim devreye girer. Bazı yayın yönetmenlerine söyledim.... Ne söylediniz? Toplum sizi dışlayacak, marjinalize edecek, buna devam etmeyin dedim. Bu gürültünün ardından nasıl bir refleks geliştirdiniz? Kulaklarımı tıkadım ve devam ettim. Türkiye'deki boşluk bu işleri değerlendiren hakem rolü üstlenebilecek, bilimsel araştırmalarla durumu değerlendirecek üçüncü şahısların olmayışı. İletişim fakülteleri ne işe yarar bilmiyorum. Bu işlerde bilimsel metodlarla devreye girmeleri lazım. HADİS İLMİNDEKİ NEZAKET GAZETECİYE YETER DE ARTAR Gazetecilik iyiyi de kötüyü de deşifre ediyor. Bu meslekte gıybette var, kişinin mahremine müdahale de. Dini hasasiyetlerle gazetecilik yapmak ne kadar mümkün? Habercilik yapmak için elimizde kriter var. Mesela sadece Hadis ilmindeki nezaket bile bir gazeteciye yeter de artar. Hadislerde referans alınacak o kadar çok şey var ki… Hiç bir dinin mensupları, böyle bir yazılı disiplinden geçmemiştir. Ashaptan biri Peygamberimizin her söylediğini kaydediyor. Peygamber Efendimiz diyor ki; 'Bu iki dudaktan yalan çıkmaz, 'of' da desem yaz'. Elimizde yazılı senedi olan bir din var. Bir söz nasıl alınır nasıl yazıya geçirilir. Gazeteciliği tecessüs değil, tefekkür burcu olarak görmek lazım. Ciddi analizlerin yapılabildiği bir meslek olmalı. Zor değil mi? Çok zor. Bir bilgiyi taşıyıp sorumluluğunu almak zor. Ağır bir yüktür, hakkıyla taşırsan güvenilir olursun, sevilirsin, sayılırsın. Taşıyamazsan gider bir kuyuya bağırırsan o bağırış kuyuda kalmaz. Zaman'ın bu yıl ki kampanyası 'Ön yargılarımız görünmeyen duvarlarımız' sloganıyla çıktı. Geçen yılda insanların 'yaftalama' zihniyetiyle ile ilgiliydi. Bu istikrarlı 'ahlakçı duruş' bir gazeteci duyarlılığı mı yoksa dinin vaaz ettiği şeyler mi? Bu kadar laik düşünmüyorum. Dinin alanları şurada başlar, burada biter sonra meslek hayatı başlar, diye yaklaşmıyorum olaya. Dini ve gazeteciliğin alanları olarak ayırmıyorum. Sonuçta insanlar hangi mesleği yaparsa yapsın, ferdi olarak bir hayat tarzı tercih ediyor, bu hayat içerisinde kutsalı olabiliyor. Medyaya has birşeydir; kutsalı olmama gibi bir kutsama vardır. Geçenlerde bir arkadaşıma sordum; senin kutsalın ne? Sadece din olsun demiyorum. Ailen mi, eşin mi, aşkın mı, neyin? Eğer 'kutsalım yok' dersen hiç birşeysin. Mesela; bir doktor, dindar olursa dinin şefkat ve merhamet yönüyle bazı isimlerin tecellisi olur. Cenab-ı Hakkın, Şefik ismine, Şafi ismine, Rahim ismine dayanır, mesleğine bambaşka bir boyut katabilir. Medya kendinden olmayanlara karşı ön yargı duvarlarını ne kadar kırabildi? Çok da kırdığı söylenemez. Bizim medya aşiret gibi yaşıyor. Grupça, toplumdan kopuk, belli kulüplerde biraraya gelen, marjinal konulardan konuşan, çarşıya pazara da çok fazla inmeyen, vatandaşın arasına karışıp da bir bayram günü Itri'den seda duymayan bir zümre. Duvarlar var ama bunu teorik olarak yazı ve çiziyle gidermek mümkün değil. Başka bir yayın organındaki yazarların başörtülülere 'sıkma baş' dediğinde, küçültücü adlar taktıklarında, gazetenizde açık kadın fotoğrafını yayınlamayışınızı eleştirdiklerinde ne düşünüyorsunuz? Türk hukuk sistemindeki ayrımcılık suçunun mutlaka hayatımıza geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. 'Gericiler' demeyi kendinde hak görüyor. Kimseye 'sıkma baş' diyemezsin. 'Başörtülü bir muhabir siz de çalışabilir mi?' diye sorulunca; Bir yayın yönetmeni çıkıp; 'gitsinler Yeni Şafak'ta çalışsınlar' diyor. Bu suçtur. Ayrımcılık suçunun alt başlıkları var. Cinsiyet ayrımı, inanç ayrımı, kimlik-köken ayrımı, tercih ayrımı yapamazsınız. Türkiye'de buna medya etiği olarak bakılıyor… Evet bir yönüyle medya etiği ama başka bir yönüyle suçtur. 30 yıl önce siyahlara 'negro' deniliyordu. Ama şimdi 'negro' dendiğinde hapse atılıyorlar. Asyalılara kırk yıl önce 'çekik göz' deniliyordu. Ama şimdi kimse diyemez. İnsanları aşağılayıp; 'falan partiye oy verenler şöyledir' dediğinizde nefret suçu oluşturduğu için kanun yakanıza yapışır. Bizde yargı, hukuk henüz dünya normlarında değil. Türkiye'de bir pervasızlık ve sorumsuzluk var. Hatırlarsanız Ayşe Arman bir dönem 'Zamanda benim yazılarım yayınlanmaz' demişti… Bu tür tartışmalar maalesef çoğu kez abesle iştigal. Ben o topa hiç girmedim. Neden? Çünkü absürd birşey. Mesala; Fehmi Koru Hürriyet'e gidecek mi? Belki de ne bileyim hiç istemiyor. Sanki Fehmi Bey can atıyormuş gibi yükleniyorlar üstüne bir de nizam veriyorlar herşeye. Nihal Bengisu oraya gitsin, Ayşe Arman buraya gelsin... Bence herkes diğerinin konumuna saygı duymalı. Sen Nihal'in başörtüsüne, o da senin tercihine saygı duyuyorsa zaten bir arkadaşlık oluşmuş demektir. Ayşe Arman 'Ekrem Bey ben sizinle çalışmak istiyorum, beni işe alır mısınız?' dese ne yaparsınız? Valla Ayşe çok zeki bir kadın. Faydalı da bir insan ama her gazetenin bir okur kitlesi ve yayın ilkesi var. Hürriyet'in de öyle. Kimse kimseyi dönüştürmeye kalkmamalı. Ayşe Arman benimle röportaj yaptı ve yayınlandı. Nihal'le (Bengisu) yaptı, o da yayınlandı. Önemli olan birbirimize saygı duymamız. Benimle röportaj yaptıktan sonra bazı meslektaşlarından yediği sopa ona yetiyor. Kendi mahallesinde de baskı görüyor o zaman… Tabiki. Bunun için köşe yazan insanlar oldu. Bazen de yazı yazmadan hesap soranlar oldu. 'Neden şu soruyu sormadın, neden röportaj yaptın.' diye. Ama Ayşe Arman'ın o konudaki duruşunu beğendim. SOL MEDYA BOŞLUĞU ÖNEMLİ BİR SORUN Gazete siz geldikten sonra dönüşüm süreci yaşadı. Zaman'ın sesinin on yıl öncesine göre daha kararlı ve gür çıkmasının sizinle ilgisi var mı? Ben gazete yönetiminin bir ortak akıl ve vicdan üzerine olması gerektiğini düşünüyorum. Bu orkestranın önünde bulunuyorum ama burada yapılan gayreti, emeği ve çalışmayı kendime maledip, gurur duyacak bir insan değilim. 2001'den beri belli periyotlarla haftalık toplantılar yapıp, önce bir haftalık yayınlarımızı mercek altına alıyoruz. Cesaret grafiğinin yükselmesinin içinde bulunduğumuz süreçle bir ilgisi var mı? Tabiki. Türkiye, çok kritik bir yere geldi. Bu dönüm noktasında, ya içine kapanacak; 1970'lerde yaşadığımız olaylar, 28 Şubat'ta yaşadığımız olaylar gibi, döneme girecek. Ya da Türkiye kapısının önünü temizleyecek; her bireyi birinci sınıf vatandaş yapacak, gerçekten katılımcı ve çoğulcu demokraside önemli yol katedecek ve bir imparatorluğun gölgesinde, önemli bir medeniyetin mirasçısı olduğunu hatırlayacak. Açıkçası burada gevşek durmak, ağırdan almak, telepati yoluyla mesaj vermeye çalışmanın zamanı olmadığını düşünüyorum. Demekki ortak vicdan da daha gür bir ses çıkmasını gerekli buluyor. Burada çok genç, dinamik ve ciddi gazetecilik yapmaya çalışan bir kadro var. Hatta bizim en büyük suçumuz solcu olmamak. Bu yaptıklarımızı solcu gazete kimliğiyle yapsaydık bizi yere göğe sığdıramazlardı. Bunu Cumhuriyet yapsaydı Nobel ödülünü bile alırdı. Şaka, şaka… 'Biz Cumhuriyet Gazetesi'nden daha iyiyiz' demek mi bu? Cumhuriyet'i küçük gördüğüm için söylemiyorum. Keşke Cumhuriyet Gazetesi de kendisini yenilese. Türkiye'de muhalefet sıkıntısı olduğu söyleniyor ama bence sol medya sıkıntısı var. Sol gazeteden anladığınız nedir? Özgürlükçü, sosyal demokrat, sokaktaki insanın hakkını müdafa eden, devlet eliyle vatandaşı dövmeyen. Tam tersi devletin sopası kalktığında; 'bir dakika ben varsam, sen varsın diyen' bir sol gazeteyi çok arzu ediyorum. Böyle ciddi bir gazete olsa da aşık atsak. Zaman'ın vitrininde sadece Ekrem Dumanlı var. Genç bir kadro olmasına rağmen marka bir isim yok. Neden? Çok aslında. Zaman'ın bütün yazarları toplumun en beğenilen kanaat önderleri arasında. Yazı işleri ve muhabir kadronuzda neden yok? Star haberciliğini savunmuyoruz. Çünkü muhabir star değildir. Bu anlamda kendi içimizde çok mesafe aldık. Her yıl muhabir alarak, o muhabirleri bir eğitimden geçiriyoruz ve özel ihtisas alanları oluşturuyoruz. Bu yıl herkes ekonomik krizden dolayı muhabir çıkarırken, biz buraya üçyüz başvurunun içinden, kırk kişi aldık. Gazeteniz ekol oldu deniyor. Zaman kamuoyuna kimleri kazandırmıştır? Vitrinde de çok ismimiz var. Mesela; Mümtazer Türköne'yi beş yıl önce çok az insan tanıyordu. Ama Zaman Gazetesi'nde yazmaya başladıktan sonra herkes fark etti. Bejan Matur, Şahin Alpay iyi bir gazeteciydi ama şimdi çok önemli bir kaanat önderi. Ahmet Turan Alkan da öyle. Zaman'ın okul olduğunu Enis Berberoğlu da yazdı. Ne yazdı? Bir zamanlar biz böyle gezilere giderdik o gezilerde herkes başka gazetede çalışıyordu ama Cumhuriyet kökenliydi. Bugün Zaman gazetesi kökenli birçok isim çıkarabilirim. Çünkü bu camiada 1986 yılından başlayan bir gazeteden söz ediyoruz. Zaten Zaman'ın bir süre avantajı var. 1986 yılında bu cephede böyle bir gazete yoktu. Zaman 'cemaat gazetesi' algısını ne kadar kırabildi? Türkiye'de bu işi sistematik bir şekilde yapan insanlar var. Karşısına bir rakip çıktığı zaman bir çerçeve çiziyor alanı daraltıyor, bir yere hapsediyor. Kim niye yapıyor bunu? Etkisiz hale getirmek için. 'Dinci ve cemaat' tabirleri bunun için üretildi. Buna odaklandığınız zaman hareket alanınızı daraltmış oluyorsunuz. Bu tarz şeylerle çok karşılaşıyorum ama hiç umursamıyorum. Bir kişi direksiyona oturduğu zaman, 'arkamdan tır geliyor, karşıdan kamyon geliyor' dememesi lazım. 1 MİLYON PSİKOLOJİK BİR EŞİK Hedefiniz gazetenin trajını bir milyona çıkartmak. Bunun maddi manevi nasıl bir anlamı var sizin için? Bence bir milyon bir psikolojik eşik. Bir düşünce gazetesi 'ellibinden fazla satmaz 'gibi uydurulmuş efsane var. Halk sahip çıkarsa üç milyon da satar, beş milyon da. Gazetenizi daha önce de 1 milyona çıkarmak istemiştiniz ama olmadı. Şimdi bu hedefin gerçekleşmesi için ekstra bir çalışmanız var mı? Dağıtım konusunda yeni deneyimler elde ediyoruz. Dağıtıcı yağmur, kar gibi hava olaylarında işini aksatıyor. Sonra insanlar dertlerini büroyu arayıp söylüyorlar. Bu sebeple bizim bu aksikliklerden haberimiz olmuyordu. Bu duruma çözüm olması için büyük çağrı merkezleri kurduk. Seksen kişilik abone ve satış yapabilecek çok iyi bir ekibimiz var. Bir milyon Türkiye basınında kırılmamış bir rekor. Bu rakam gazetenin alıcı profilini daha geniş açıda içine alması demek. Bir gazetenin birçok kesim tarafından benimsenmesi onun kimliksizleşmesi açısından olumsuzluk değil mi? Sizin takındığınız tavrı alınganlıkla karşılayanlar oluyor. O alınganlıkla karşılanan tepki, bir doğruluğu ve gerçekliğe dayanıyorsa, yani siz de haklılık payı görüyorsanız bunu değerlendirmek zorundasınız. Ama bazen her itiraza kulak vermek, risk alamamak, bu kadar değişimin ve dönüşümün yaşandığı bir ülkede en kötü tercihtir. 'Herkesi memnun edeyim gazeteciliği' olmaz. Bu gazetede sağ, sol, liberal kesimden gelen insanlar var. Zaman Gazetesi de Yeni Şafak da çok sesli gazeteler. Bir de tam tersi koro halinde yazan gazeteler var. Bu gazeteler insanlara farklı görüş sunmuyorlar. Bir dönem merkez medya gazetenizin abone uygulamasını eleştirmişti. Ama şimdi onlar da abonelik uygulamasına başladılar. Aboneliğin popülaritesi neden birden arttı? Türkiye bu saçma kavgadan dolayı on yılını kaybetti. Abone usulüyla gazete satmak, dünyanın en modern gazete satış ve pazarlama tekniği. Amerika'da yüzde 74.6 Japonya'da ise yüzde 90 kadar çıkıyor. Dünyada trajları yüksek olan bütün gazeteler abone usülü dağıtılıyor. Türkiye'de 'bayiden gel al' gibi komik bir uygulama var. Peki ben neden bayiye gidip hergün gazetemi almak zorundayım? Bir de sattığınız gazetenin iade edilme kısmı var. Diyelim ki; yüz bin basılıyor, bunun ellibini geri alınıyor. Bizde iade yok denecek kadar az. Zaman'ın yayın yönetmeni olmak zor değil mi? Siyaset, medya, dengeler… Tabiki çok zor. Zaman okuru gazetenin sahibi gibi hisseder kendini. Bu gazeteyi alan kim olursa olsun ekstra birşey görmek istiyor. Dilde, haberde, gramerde daha titiz olmasını istiyor. Bu hangi duygularla söylenirse söylensin çıtayı zorluyor. Modern yöneticinin anlamı geleceğin onbeş yılını hesap edebilmektir. Dünyada medya nereye gidiyor, medyanın gidiş seyri içinde Türkiye nereye gidiyor, Türk medyası nereye gidiyor ve biz nerede olmalıyız sorusu hadiselere çok global bakmayı gerektiriyor. Küçük hesaplar yapan biri başka gazetelerde olsa bile burada barınamaz. Burada başarısızlıktan kaynaklanan bir hayal kırıklığı başka yerlerdekine benzemez. Bizde sorumluluk çok fazla... FİKİR DE YETMEZ TEFEKKÜR LAZIM Eski Hürriyet yazarı Emin Çöleşan, Hürriyet Gazetesi'nin etkinliğinin azaldığını ve itibarının zedelendiğini söylemişti. 60 yıldır zirveyi oynayan Hürriyet'e karşı bu eleştiri, size ne kadar gerçekçi geliyor? Bir kurumun, diğer bir kurum hakkında yorum yapmasını doğru bulmuyorum. Açıktan diyorum ki; falan gazete bu gazetenin yerine geçer' Bu kehanetin ana felsefesi nedir? Buna toplum karar verecek. Hürriyet derlenir, toparlanır çağın gereklerini ve Türkiye'deki sosyal gerçekleri doğru okursa belkide fırsatı kaçırmamıştır. Böyle bir öngörüde bulunmak doğru değil. O yüzden kehanet yapanlar, prensip kehaneti yapmalılar. Nasıl? Demeliler ki; 'şu şartlarda şunlar 'olur. Teknolojik gelişme, gazeteleri bir format değişikliğine zorluyor. Bu değişikliğin içerisinde akıl yetmez, hikmet gerekiyor, hikmet yetmez, marifet gerekiyor, gazetecilik çok daha sofistike bir yere doğru gidiyor. Artık hiçbir şey gizli kalmayacak. Ben gazetelerin fikir yönünün tefekküre kayacağını düşünüyorum. YENİŞAFAK
<< Önceki Haber Ekrem Dumanlı: En büyük suçumuz Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER