Kulağı delik gazetecinin dediği çıktı

Hükûmet daha 10 ay önce Kürt meselesinde 'statüko'ya teslim olmakla kıyasıya eleştirildiğinde, Ankara'nın kulağı delik gazetecisi 'her şey seçim sonrasında olacak' demişti.

Kulağı delik gazetecinin dediği çıktı

Dediği çıktı. Daha da geriye gitmek, partinin 2001'de yazılan programının Güneydoğu maddesini okumak yeterli bugünü anlamak için. Yakın zamana kadar Güneydoğu sorunu olarak anılsa da PKK veya Kürt meselesi hiç bu kadar siyasetin konusu olmamıştı. 7 yıl sonra bir iktidar partisi, konu hakkında söz söyleme ve eylemde bulunma gücüne sahip askerin zımni desteğini de alarak yeni bir siyaset oluşturuyor. Bu hâliyle çözüme biraz daha yaklaşmışken büyük bir siyasi kavganın çıkmama ihtimali yoktu. 30 yıllık düşük yoğunluklu savaş bir Kürt-Türk çatışmasına yol açmamış olsa da, bir hayli toplumsal sorun ve hassasiyet biriktirdi. Terör örgütüne ve onun elebaşına yöneltilen parmaklar, mahalledeki karşı komşuya henüz çevrilmiş değil; sessiz ve sinsi homurtular olsa bile. İlk önce oğullarını kaybeden analar geçen yıllarda bu anlamsız savaşın bitmesi için sessiz ve sakin cümleler kurdular, "Niye benim evladım?" diye. Terörden bir şekilde etkilenenler mesele artık çözülsün istiyor. Geri kalanı biraz yaşam tarzı, biraz umursamazlık, daha çok da ideoloji içindeler. Üç şehir 'açılım'ı nasıl algılıyor? Bu sorunun peşinde Van, Yozgat ve Muğla'yı, "Türkiye'nin doğusu, batısı ve ortası' konseptiyle dolaştık. Bir Ankara durağında, "Kürt meselesi eşittir dil meselesi." diyor bir AK Parti kurmayı. Dil, aidiyeti de kimliği de belirliyordu, dolayısıyla demokratik açılım bu çerçevede ilerleyecekti. "Et ve tırnak gibiyiz." doğru, ama ete et, tırnağa tırnak demekle mümkündür bu. 'Kırmızı çizgi' gibi soğuk ve statükoyu işaret eden kavram bu meselede anahtar işlevi görüyor ve üzerinde gizli açık bir anlaşma var. Doğuda 'bölünme' isteği çoktan sönmüşken batıda 'bölünüyoruz' korkusunun körüklenmesi dikkate değerdi. BU AÇILIM KAPANMASIN! Van Havaalanı'na adım atar atmaz bir özel uçağın askerlerce korunmakta olduğu, güvenliğin dışarıya kadar uzadığı görülüyor. Bir olağanüstülüğün işareti değil, komutanların devir teslim töreni içindi bu koruma. Havaalanı girişinde asker adayları büyük bir şenlik ve hüzünle uğurlanıyor. Manisa'da nasılsa burada da aynen öyle. Kürt anneler gözyaşı akıtıyor, ağızlarından dökülenleri anlamıyorum ama, hâlleri benim bildiğim dilden. Her anne gurbete giden oğluna ağlar; ama askerlik olunca başka oluyor belli ki. Kilolu asker adayını kol kola vererek havaya fırlatıyorlar, 'en büyük asker bizim asker' diye, anne ise oturduğu kaldırım taşında ağlıyor durmadan. Konuşmaktan vazgeçiyorum; en sade, en derin anne evlat ayrılığına 'Kürt Açılımı'nı sokmak istemiyorum. Demokratik açılım demeliyiz belki; işte tam da muhatabının olduğu bir yerdeyiz; nüfusu 20 yılda iki kat artmış, yeni oluşan 8 mahalle var. Bir gecede Yalım Erez Mahallesi kurulmuş. Nüfusun büyük bir kısmı da çevre illerden. Cumhuriyet Caddesi'nde akan 'her türden' insan seli pek az şehirde vardır herhâlde. Her ne kadar ürün sınırlaması nedeniyle muhalefet edilse de sınır ticareti bir hafta önce açılmış. Sokaklarında yürürken AK Parti'nin belediyeyi kaybetmiş olmasına şaşırmıyorsunuz. Daha çok hizmete ihtiyacı var buranın. Van'da 'Açılım'la ilgili neredeyse negatif hiçbir şey dile gelmiyor. Sadece bir Azeri Türk'ü "Acaba biz dışlanır mıyız?" endişesini dışa vuruyor. Endişeler, geri adım atılması hâlinde sorunun çözümsüzlüğe itilmesi ve çözüme dair umutların tamamıyla kaybedilmesi üzerinde odaklanıyor. DTP'li Van Belediye Başkanı Bekir Kaya da aynı fikirde. Özal döneminden beri yer yer 'çözüme dair' konuşmalar yapıldığını ama arkasının gelmediğini hatırlatıyor: "Cesur ve ciddi bir şeymiş gibi gündeme getiriyor, bizi umutlandırıyorlar; bunun getirmiş olduğu bir ihtiyat varsa da 'demokratik açılım' tarihî bir fırsat olabilir." diyor. Bazı somut adımların atılmasını ve bu yapılırken de devletin ihsanı gibi gösterilmemesini istiyor. "Geçmişte haksızlıklar yapıldı. Kırgınlıkların giderilmesi lazım. Doğuştan gelen hakların verilmesi lazım." Bekir Kaya, çağdaş ve demokratik bir anayasanın hazırlanması ve demokrasinin bütün kurum ve kuralları ile oturması gerektiğini söylüyor. Söylemi AB standartları dışına taşmıyor. Anayasada, 'Devlet, bütün kültürleri tanır ve korur" ifadesinin yer almasının yeterli olacağı kanaatinde. Peki, bölünme ve ayrı devlet talebi? "1999'lara kadar bağımsız bir Kürt devleti talebi vardı. Bugün hiç kimse ayrı bir devletten yana değildir. Belki çok az bir orandır bu." Van'da 'her şey güzel olacak' havası var. Van'ın eski sakinleri de yenileri de umutlu. Van Gölü kıyısında salaş balıkçıda konuştuğumuz Van'ın güngörmüş Kürt sakinleri, Muğla'da kuyumcular çarşısında sohbet ettiğimiz esnafla benzer temennileri ve kaygıları paylaşıyor. Ne eksik ne de fazla. Bin yıllık tarih, ayrıştırılması mümkün olmayan topluluk, din birliği, üniter yapı vs... Ticaret Borsası'nın Türk asıllı başkanı Feridun Irak'a göre AK Parti'nin demokratik açılımı bütün bölgede destek görüyor; ancak bunun sonuç vermesi muhalefetle ve toplumun tüm kesimleriyle mutabakat sağlanmasıyla mümkün. "Çözümü istemeyenler azınlıkta ama galiba etkili ve yetkili yerdeler." İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın her kesimle görüşmesini temsili demokrasinin katılımcı demokrasiye dönüşmesi bakımından çok olumlu buluyor. Siyasi Partiler Kanunu'nun değişmesini, milletin gerçekten Meclis'te temsil edilmesini önemsiyor. Bölünme, Türkiye'nin kazanımları, demokratik hukuk devleti asla tartışma konusu olmamalı ona göre. "İnsanlar kültürlerini yaşamalı, isteyen dilediği gibi dilini öğrenmeli." Bölgenin kalkınmasında ve teşvik uygulamalarında, Ankara'daki bürokratları hükûmetler kadar samimi ve yeterli bulmuyor. Ona göre, teşvik uygulamaları, projesi olan müteşebbisi sahaya indirmek yerine batıdaki iş adamlarını bölgeye çekme üzerine kuruluyor, başarısızlıkla sonuçlanıyor. 'Demokratik açılım' paketinde ne var bilmiyoruz ki konuşalım denilse bile, AK Parti'nin paketi çoktan yürürlüğe koyduğu anlaşılıyor. Van'ın çiçeği burnunda valisi Münir Karaloğlu'nun şehre atanması bile buna bir delil. "Bu son şans demek istemiyorum ama bu kadar konuşulduktan sonra olmazsa yeni bir şeye inandırmak artık zor olur. Bu süreçten elle tutulur şeylerin çıkması lazım. Bölgedeki silahlı terör büyük ölçüde bitti gibi. 24 saat her yere gidebilir, hiçbir problem yaşamazsınız. Asker güvenliği sağlamış ve askerî mücadeleyi tamamlamış. Bundan sonrası bizim işimiz. Şimdi sosyoekonomik boyutlar söz konusu. Üniter yapı, bayrak, bölünmezlik konusunda bir esneklik yok. DTP'nin de açılım yapması gerekiyor. Mesela, bir kongresine İstiklal Marşı'yla başlayabilir." Vali'ye göre asıl sorun bölgeden hep kötü haberlerin servis edilmesi. "Muğla'da ne kadarsa burada da o kadar olay oluyor hâlbuki. " "Demokratik Açılım"ı bölge vatandaşıyla barışma ve normalleşme şeklinde yorumluyor Karaloğlu. "Van'daki hayatı ve ilişkileri normalleştirmeye çalışıyoruz. DTP'li belediye ile görüşüyorum, sorunları tartışıyorum. Legal bir parti, seçilmiş bir başkan bizim için. Bu bölgede hayat normalleşmediği sürece Ankara ne yaparsa yapsın bir faydası yok. Açılım da aslında bir normalleşme paketi olacak. Bölgede yaşayan vatandaşımıza birinci sınıf vatandaş olduğunun hissettirilmesi gerekir." 2005'ten beri yürütülen Terör Tazminatı uygulamasını hatırlatarak, "Devlet özür dilesin deniyor, bundan daha büyük özür mü olur?" diyor. 89 yılından sonra gerçekleşmiş ve terörden herhangi bir şekilde zarar görmüş kişilere ödenen bir tazminat bu. Teröristin de devletin de verdiği zararı devlet karşılıyor. Devlet vatandaşa güvenliğini koruyamamasının bedelini ödüyor bir yerde. Vali bey bunu bir tür sigorta olarak yorumluyor. Devletin özür dilemesi, vatandaşın da kabul etmesi mahiyetinde bir sulhname imzalanıyor. Havaalanı yolunda tanıştığımız taksi şoförünün 60 haneli köyü yakılmış. Sadece 5-6 aile dönebilmiş geriye. Devlet terörün verdiği zararla ilgili olarak ona 12 bin lira ödemiş. "Daha az ya da daha çok alanlar var." diyor. Ama bu para ne köye dönmesi ne de hayvan alıp beslemesi için yeterlidir. Pek çokları gibi o da 20 yıl önce geldiği şehirde hayat sürmeye devam ediyor. Açılımı sorunca gözleri umutla parlıyor. BİZİM KÜRTLERİMİZLE SORUNUMUZ YOK! Cuma hutbesinde imam, Yozgat Bozok Üniversitesi bünyesinde açılacak tıp fakültesi hastanesi için yardım talep ediyor. Başta ters gelse de Yozgat'ta normal bu. Milliyetçilik ve muhafazakârlık gündelik hayatın doğal bir parçası. Kürt açılımına bakış da öyle. "Türk, Kürt kardeştir" söyleminin burada dinî bir referansı var. Alevi-Sünni evliliği çok değilken Kürt ve Türk evlilikleri sayılamayacak kadar çok. Yozgat MHP İl Başkanı da kızını rahatlıkla bir Kürt'e verebileceğini söylüyor. Yozgat milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliğinin antitezi değil. "Birkaç müstesna dışında, burada insanlar annelerinin karnından milliyetçi, mukaddesatçı doğar!" diyor, Yozgat Aktif İş Adamları Derneği Başkanı Rahmi Nazlıoğlu. Milliyetçilik tanımının "vatanını, milletini sevmek ve bu ülke için iyi şeyler yapmak" şeklinde değiştiğini söylüyor Rahmi Bey, kendi değişimini de katarak. Belki de AK Parti'nin üst üste birinci parti olarak çıkışını da buna dâhil edebiliriz. Yozgat'ta 'Urfa kebap'çılar var, Sorgun'da tam 25 tane "Urfa kebapçısı" olduğunu öğreniyoruz. Buralarda çalışanlar yakın tarihte şehre gelen Kürt vatandaşlar. Onlardan biri ile konuşuyoruz, Yozgat'ta bir ayrımcılık görmediğini söylüyor ve hükûmetin yaklaşımını da destekliyor. Bir müteahhit kendi yanında çalışanlar için "Bir şeyle karşılaşmıyorlar ama bir dışlanmışlık hissi olabilir belki." diyor. Empati gelişiyor, karşıdakini anlamak isteyen bir tavır var. Yozgat batı illerine göre kendi Kürtleriyle daha barışık bir şehir. Bir göç dalgası olmamış buraya, daha PKK meselesi yokken Yerköy, Çiçekdağ gibi şehirlerde nüfusun yarıdan fazlasını oluşturan bir Kürt nüfus varmış. MHP'nin Yozgat il yönetim kurulunda 3-4 tane Kürt var. "Var; ama kendilerine Kürt demezler." diyor birisi, Kürtçülük yapmadıklarını söylemek istiyor, herhâlde. Batıdaki gibi göç dalgasına maruz kalmamış, dolayısıyla Yozgat'ta 'açılım' ile ilgili tepkiler 'vatanın bölünmez bütünlüğü' ve 'şehitler' üzerinden oluyor. Ve tabii ki bu hassasiyetlere Yozgat'ta yaşayan milliyetçi Kürtler katılmakla birlikte Kürt açılımına ihtiyatlı yaklaşılmasından, hemen reddedilmemesinden yanalar. Kürt İsmail ismi sık geçiyor konuşmalarda. MHP kökenli Kürt İsmail bir dönem partinin il yöneticiliğini de yapmış ve yanında 100 kişi çalıştıran bir iş adamı. Sadece 80'li yıllarda biraz sıkıntısı olmuş, onun dışında etnik kimliğiyle ilgili olumsuz hiçbir şey yaşamamış. Ama bu meselenin bir şekilde çözülmesi gerektiğini söylüyor. Bunun için de muhalefet ve iktidarın sert tutumu bırakmasından, birbirlerini dinlemesinden yana. Kendisi Kürtçe bilmese de, "Kürtçe okutulsa ne olur?" sorusunu soruyor ve o günlerde Gürsel Tekin'in, "Bu meseleyi çözen tarihe geçer." açıklamasını hatırlatıyor. CHP İl Başkanı Ali Keven "Daha içeriğini bilmiyoruz." dese de bir yandan "Köstek olmak da doğru değil!" diye temkinli yaklaşıyor; öbür yandan Baykal'ın bir hayli sert 'mütareke, terörle müzakere' açıklamalarına destek veriyor. DTP cephesinden yükselen, "Öcalan muhatap alınmalı." çağrıları onu rahatsız ediyor. Partisinin Kürt meselesine kayıtsız kaldığı görüşüne de katılmıyor. "1990'lı yıllarda hazırladığımız en kapsamlı Kürt Raporu'nun arkasındayız." diyor. O raporlar ile AK Parti'nin 'demokratik açılımı' arasında paralellik olabileceğini hatırlattığımızda ise üniter yapının korunduğunu gördükten sonra destek verebileceklerini ifade ediyor. Ancak kaygıları da var: "Bu bir Büyük Ortadoğu Projesinin parçası olmamalı, bölgede bağımsız bir Kürt devletinin varlığına yol açmamalı." Rahmi Nazlıoğlu, bugünlerde Diyarbakır'dan gelecek 20 Kürt iş adamını ağırlama programı ile ilgileniyor. Teklif karşı taraftan gelmiş ve hiç düşünmeden kabul etmiş. Türkiye'nin millî servetini bitiren, millî birlik ve beraberliğe darbe vuran bu sorunun bir şekilde çözülmesinden yana. Federasyon kurulacağı, bölünme olacağı, üniter yapının bozulacağı kaygısını taşımıyor: "Bölünmeyi getirecek olsa, bugün çağırsalar askere giderim." Olaylara daha geniş çerçeveden bakılmasından yana. "Devletin içine çöreklenen unsurların özellikle 80 ve 90'lı yıllarda yaptıkları, bu problemi artırmıştır. Hiçbir devletin kendi vatandaşına böyle eziyet yapacağına inanmıyorum. Ergenekon'la birlikte Türkiye'de neler olduğunu görüyoruz. KCK ile Güneydoğu'da işlerin nasıl işlediğini de..." diyor. Kürtlere bazı haklar verildiğinde ülke bölünecek gibi bir algılamayı da doğru bulmuyor. "Fikrî çalışmalar yapılması gerekiyor. Yozgatlının da Güneydoğu'ya gitmesi gerekiyor. Doğu'dan gelene potansiyel PKK'lıymış gibi bakmak da yanlış." Şehrin önde gelen bir bürokratı, Yozgat'ta meselelerin birkaç cümle ile tartışıldığını, daha öteye gitmeyeceğini söylüyor, belki biraz haksızlık ediyor. Eğer Başbakan Yozgat'ın ve Hakkâri'nin şehit ailelerine dikkat çekmeseydi Yozgat'tan Türkiye gündemine küçük bazı protestolar da düşmeyebilirdi. Hem değişen milliyetçilik algısı, hem de 'milliyetçi' bir kişinin vurdumduymaz söylemiyle 'tepki versem ne olur ki" tavrı, Yozgat'tan beklenen sert söyleme davetiye çıkartmıyor. Endişelerini dile getirenlere "Madem böyle düşünüyorsunuz, niye büyük tepki yok?" diye sorduğumuzda aldığımız cevap bir hayli ilginç: "Tayyip Erdoğan'a ve Abdullah Gül'e güven var. Onlar bu memleketi satmaz." MHP İl Başkanı Ergin Çınarer'e göre insan gibi muamele görmek bir insan hakkıdır ama burada insan hakları istenmiyor. Bireysel hak ve özgürlüklere karşı olmadıklarını belirtiyor ama burada kolektif haklar söz konusu olduğuna inanıyor. Kürt açılımı kapalı bir kutu, zaten ona ve bütün MHP'lilere göre ortada bir Kürt sorunu değil PKK sorunu var. Yozgat'ın, ekonomik açıdan doğudaki köylerden daha kötü durumda olduğunu, Yozgat'la Şırnak'ın aynı millî gelire sahip olduğunu hatırlatıyor. MHP ile ilgili "aşırı ırkçı ya da şovenist" yaftalamalarını doğru bulmuyor: "Biz İslam'ın güzelliklerini almış kültür milliyetçileriyiz." TRT 6'dan rahatsız, ana dilinde eğitime mesafeli ama üniversitelerde Kürtçe kürsülerin kurulmasına karşı değil. Sorunu tamamen dış kaynaklı, AB ve ABD güdümünde görüyor. Aslında bu bütün 'milliyetçi' söylemde kendini gösteriyor. Başka bir MHP'li Mahmut Şimşek, bu meselede geçmişte devletin bazı hatalar yaptığını, şimdi bunu düzeltmenin faydalı olduğunu söylüyor. Yozgat'ta Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bazı yerlerde MHP'nin kazanmasını, 'Aramızda bir sorun yok ki!' diyerek açıklıyorlar. Yine de, Yozgat Türkiye'nin batı şehirlerine göre Kürt açılımına daha yakın. Yok sayan, reddeden bir tavır yok, 'malum' kırmızı çizgiler var. DAHA NE İSTENİYOR? "Emine Ayna, Muğla Milas'ta miting düzenledi, düşünebiliyor musunuz!" diyor Muğlalı bir esnaf. Kürtler her yerde iş kurabiliyor, Marmaris'in yüzde 70'ini onlar işletiyor, cumhurbaşkanı oluyor, bakan oluyor, doktor, mühendis oluyor, peki sorun nedir? Batıya gittikçe bu tarz 'Kürtler de fazla olmaya başladı' söylemi artıyor. Fethiye'de Kürtlere kiraya ev verilmediğini işitiyoruz sıklıkla. Zaten burada MHP milliyetçiliği ile CHP milliyetçiği yarış hâlinde. CHP il örgütü ve belediye 'kapı duvar' hiç kimseden ses çıkmazken, onlara dair değerlendirmeler diğer taraftan geliyor, 'ikili oynuyorlar, el altından destek veriyorlar Kürt açılımına' diyorlar. Batı ve Ege sahillerinde asayiş problemlerini büyük ölçüde doğudan gelenlere bağlayan, onların çok çocuklu ve gürültücü buldukları yaşam tarzlarını beğenmeyen ve tepki koyan bir kesim var. Yerel seçimlerde Demokrat Parti Muğla adayı olan Yusuf Kayacık, Süleyman Soylu ile birlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu gezdiğini, arada bariz bir gelişmişlik farkı olduğunu söylüyor. "Batman'ın yanında Aydın sıfır. Van'ın yanında Muğla'ya il denir mi? Doğuda 4-5 il kalmış geri kalan, biraz yatırım yapılsa iş çözülür. Sorun aslında Türk sorunu hâline gelmiş. Buradaki TOKİ'nin işlerini Vanlılar almıştır. Muğlalı Van'da ihale alabilir mi hiç? Doğuda Türklerin yaşama şansı var mı?" Kendini Atatürkçü, liberal milliyetçi olarak tanımlayan Yusuf Kayacık'ın görüşleri bölgede istisnai değil. Bodrum-Muğla otobüs yolculuğunda yan koltuğu paylaşan kişi özelleştirmeden geliri düşmüş Muğlalı bir memur, "25 yıl önce Diyarbakır'a gittim, kahvede bana sandalye verdiler, yer açtılar; acaba şimdi gitsem nasıl karşılarlar?"diyor. Muğla'da daha yakın zamana kadar suyu elektriği olmayan köylerin olduğunu söylüyor, yani "Biz de zor şartlardayız ama sesimiz çıkmıyor, çalışıyoruz." diyor. Ayrılırken tokalaşıyoruz, nasırlı ellerinden ne demek istediğini anlıyorum. Muğla'da 'makul'ü bulmak oldukça zor. Kürt meselesi sahil illerinde farklı bir dille tartışılıyor. Sert ve öteleyici. Bölüneceksek bölünelim ama buradakiler de gitsin diyenler bile var. Muğla'nın merkezinde bütün varidatını yatırarak Urfa sofrası açan Siverekli vatandaş, kendisine resmî ya da gayriresmî baskı kurulmaya çalışıldığını ve bir tür mahalle baskısına maruz kaldığını söylüyor. Kürt açılımından ise ümitli ama Kürtlere (daha doğrusu DTP'ye) güvenmiyor. Bir oyunbozanlık olacaksa oradan beklenmeli ona göre. Kürt açılımının içeriği bilinmiyor ama "İşte Öcalan'ın istekleri..." diye başlıyor çoğu cümle. Şimdilik Kürt açılımının buradaki içeriğini en marjinal söylemler dolduruyor. İktidar partisi yöneticilerinin arasında bile, "çok fazla oluyorlar" söylemi var, partinin diğer üyelerince paylaşılmasa bile. Kadınlar 'aile planlaması' yapılmasının gerektiğini vurguluyorlar. Bütün bunların 30 yıllık Güneydoğu sorununun doğurduğunu bir sonuç olduğu ve bir an önce çözülmesi gerektiğini düşünenler de var tabii. Milas'ta yaşayan dünya şampiyonu eski millî güreşçi Mehmet Güçlü milliyetçi mukaddesatçı, AK Parti'ye de yakınlık duyan birisi. Kendi kasabalarında ve köylerinde yaşayan Kürtlerin DTP'ye oy veriyor olmalarına tepkili: "Bu milliyetçiliği tetikliyor. Eski Dev-Solcular bile milliyetçi oldu. Keşke çözülse de vatandaş rahatlasa. Ekonomik-sosyal tedbirler alınmalı, aç kalmanın ne kadar zor ve yoldan çıkarıcı bir şey olduğunun farkındayım." Milas'ta bir rahatsızlıktan söz edilecekse, bunun öncelikle asayiş meselesinden kaynaklandığını hatırlatıyor. Eğer kırmızı çizgiler korunur, bu mesele çözülürse Tayyip Bey 50 yıl iktidarda kalır ona göre. Kendi kırmızı çizgilerinin içinde saymasa bile Meclis'te DTP'li milletvekillerinin varlığından ve üniversitelerde Kürtçe kürsüler kurma fikrinden 'iş daha da ileriye gider' düşüncesiyle rahatsız. Milas'ta daha çok Kürtlerin takıldığı kahvede sohbet ediyoruz. Tanımadıkları bir kişiye karşı oldukça temkinliler, hükûmetin açılımını olumlu buluyorlar. Kahve sakini 'kimlik' meselesine değil, birlikte yaşama ve geçim derdine vurgu yapıyor daha çok. Bir tehdit ve dışlama görmediğini de söylüyor. AK Partili yönetici Güler Erkan "Herkesin oğlu askere doğuya giderse bu iş çözülür." diyor. Askerlik eşit şartlarda yapılmadıkça bu böyle devam eder ona göre. Kürt kelimesinin hassas bir kelime olduğuna değiniyor. "Eskiden akşam Kürtlere gidiyoruz derdik. Şimdi Kürt bile diyemiyoruz." Muğla Gazetesi'nin sahibi Zübeyde Fellahoğlu ise hükûmetin demokratik açılımının mutlaka gerekli olduğu görüşünde. Tek şartı şehit ailelerinin de rızasını almak. "Toplumsal, kültürel ve ekonomik açılımlar gerekli. Beşir Bey'in görüşmelerini takdir ediyorum. Güneydoğu'da yanlışlıklar var. Böyle devam etsin denilemez. İki tarafın annelerinin yan yana gelmesini önemsiyorum. Maalesef Muğla'da çözüme 'evet' diyen azınlıktanım. Ama elbette ben de üniter devlet korunsun, refahın her yana yayılması suretiyle bu iş çözülsün istiyorum." Muğla'da 30 şehit ailesi var. Şehit Aileleri Derneği'nin başkanlığını 2006'da şehit düşen Yarbay Alim Yılmaz'ın babası Mehmet Yılmaz yapıyor. "Türk-Kürt yüzyıllarca beraber yaşamış, yine beraber yaşayacaktır. Bizim Kürtlerle değil, PKK ile sorunumuz var." Yılmaz, Muğla'daki Kürtlerin işinde gücünde çalıştıklarını, zaten onlara Kürt gözüyle değil, insan gözüyle baktıklarını söylüyor. "Özgürce yaşıyorlar, kimse bir şey demiyor." Anneler buluşmasına dostları MHP'liler kadar sert karşı çıkmıyor, "Anneleri ayırmak lazım." görüşünde. Kürtçe TV kurulmasından rahatsız değil, her vatandaşın memlekette ne olup bittiğinden haberdar olma hakkı olduğunu söylüyor. Kürt açılımından, özellikle PKK'lıya af çıkartılma ihtimalinden endişeli. "Niye, bunu nerden çıkartıyorsunuz?" dediğimizde de "DTP'lilerden" diyor, "Onlar af istiyorlar ve Öcalan'sız olmaz, diyorlar." Çözümden yana; ama DTP'nin çözümünden değil. "PKK'lılar yargılansın, cezalarını çeksinler; sonra aramıza katılsınlar, iş kursunlar." diyor. Net kırmızı çizgileri olsa bile 'insani' bir dili var. Norşin bahsi açıldığında da, Muğla Yeşilyurt'un eski isminin Pisi olduğunu, halk arasında hâlâ 'Pisi' dendiğini aktarıyor: "Ne önemi var ki!" Görüşmeler esnasında çoğunlukla, "Siz ne düşünüyorsunuz?" diye soruyorlar. Açılım bölünmeye yol açar, görüşüne katılmadığım zaman tepki veriyorlar, "Nasıl olur?" dercesine. MHP İl Başkanlığını daha yeni bırakan Ferhat Kırtaş, MHP tabanında 'Demokratik Açılım'a karşı olma konusunda bir ihtilaf bulunmadığı kanaatinde. "Bu bir Türkiye'yi bölme planıdır ve iktidar partisi de buna alet oluyor. Yine de pakette ne var onu bilmiyoruz." diyor; ama kötü bir şey olduğu muhakkak gibi. Çözüme sert bir üslupla karşı çıkmak çatışmaya davetiye çıkarır mı, sorumuza karşılık, Bahçeli'nin gençlerin sokağa çıkmaması konusundaki tavrını hatırlatıyor. Endişesi olmayan kesimden de endişesi var. "Önce insanı aç bırakırsan midesini boşaltır, yavaş yavaş bir şeyler verirsen başka şey düşünmez olur. Ülke gerçekleri onun için önemli değildir. Önemli olan ailesinin geçimidir, bizim insanımızda bu var. Tepkiye rağmen aldığı oylar bunu gösteriyor." Peki, sizin devletten bir talebiniz var mı dediğimde de, "Devlet bölünmesin!" diyor. Bir sahilden ötekine; kendine özgü umursamazlıkla, aşırı tepki arasında gidip geliyor insanlar. Dalyan'da sohbet ettiğimiz İzmirlinin kolundaki döğmede "Ne mutlu Türk'üm diyene" yazıyor. Devlet özür diliyor "Bir tür kemoterapi geçmişte olanlar. Bazen bir kişi için, bazen nedeni belli olmayan bir şekilde köyler boşaltılmış. Şehir merkezlerinde kent dokusu darmadağın olmuş. Kentsel dönüşüm uygulamaları, adaptasyon, rehabilitasyon projeleri yapılmalı. Devletle halkın kolaylıkla karşılaşabileceği platformlar oluşturulmalı..." Terör tazminatı uygulaması bir nevi sigorta ve özür gibi; yukarıdaki sözler 4 yıldır Van ayağını takip eden Vali Yardımcısı Ömer Özcan'a ait. Yani para veriliyor, iş bitiyor değil mesele; ama tazminat da önemli. Terör tazminatı 89 öncesine işlemiyor, kan davası ve ekonomik nedenlerle köyden ayrılanları, teröriste, teröre yataklık yapanları kapsamıyor. Ama teröristin kardeşi bu haktan yararlanabiliyor. Zarar ortaya çıktığında herhangi bir mal varlığı olmadığı gerekçesiyle 18 yaşını doldurmayanlar yararlanamıyor. Terör tazminatı ile ilgili bilgilendirme toplantıları yapılmış. Halka giderek anlatılmış. Terör tazminatlarının yüzde 90'ı, mala ulaşamamaktan kaynaklanıyor. PKK'nın verdiği zarar da, devletin yaptığı da tazminata konu oluyor. Hatta kendini güvenli hissetmediği için köyünden göç etmişse kullanamadığı malı için tazminat alabiliyor. Van'da ödenecek tazminatın tutarı 200 trilyon. Bunun 100 trilyonu şu ana kadar ödenmiş. Bütün bölgeye ödenen ve ödenecek tazminat miktarı katrilyonlarla ifade ediliyor. Ömer Özcan uygulamada özel muhakeme usulü kanunu tatbik edildiğini söylüyor. Elbette kolay olmamış, 20 yıl öncesine ait bir delil bulmak. "Tapu kayıtları yok. İlk önce teknik bilirkişiler oluşturduk. Tapu kadastro çalışması gibi arazi çalışmaları yapıldı, bunların kime ait olduğu mahalli bilirkişilere soruldu. O kişilerin ve köylerin zarar görüp görmediğini araştırmak için bütün kamu kayıtları elde edildi. Öğretmen atandı mı, hoca atandı mı, komisyon olarak bu köy zarar gördü mü görmedi mi bir kanaat oluştu. Bizim bu zararlar nispetinde 1 milyon liranın üstünde tazminat ödediğimiz aileler de var, 1 lira ödediklerimiz de." Terör tazminatı ile ilgili Van'da 33 bin başvuru olmuş, bunun 25 bini karara bağlanırken, 14 bin aileye tazminat ödenmiş, 10 bin başvuru, şartları uymadığı gerekçesiyle reddedilmiş. Terör tazminatı 20 yıl önce olayların yoğunlaştığı yerleri ve aktörleri açığa çıkartıyor aynı zamanda. İsmi geçenlerin bir kısmı hâlihazırda Ergenekon davasından içerdeler. AKSİYON
<< Önceki Haber Kulağı delik gazetecinin dediği çıktı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER