İnsanlara Çok Şey Kazandıran MEHÂFETULLAH-2

''Ey kaderini Allah ve Resûlüllah’a adayan, toplumda fitne ve fesat çıkaranlara karşı ıslahçı olan, hayâtını Allah korkusuna göre tanzim edip fedâkârlıkta bulunan, îman ve Kur’an hâdimleri ve hâdimeleri! Vazîfeniz; sebeplerde kusur yapmama kaydıyla, vahdet-i rûhiyeyi koruyarak, huzursuzluğa sebebiyet vermeden sabretmek ve Allah’a dayanıp güvenmek, -şartlar ne olursa olsun- geriye bakmadan bu hak yolda yürümeye devam etmektir.''

SHABER3.COM

Mehmet Ali Şengül | samanyoluhaber.com
İnsanlara Çok Şey Kazandıran MEHÂFETULLAH- 2

İnsan; dünyâda şeytanın esîri olur, Allah’ı unutursa, Allah’a baş kaldırıp isyan ederse; öbür tarafta işi zor olabilir, korku ruhunu sarabilir, kurtuluş ümidi de kendisini zorlayabilir. Bununla berâber, gönülden Allah’a teveccüh eder tevbede bulunursa, Allah (cc) bütün günahları bağışlayacağını taahhütte bulunuyor. 

“De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsânı fazladır).” (Zümer sûresi, 53)

“O büyük buluşma günü, bütün insanların mezarlarından kalkıp meydana çıkarıldıkları bir gündür. Öyle ki onların işlerinden ve hallerinden bir tek şey bile Allah’a saklı kalamaz. Allah onlara şöyle hitâb eder: “Bugün mülk ve hâkimiyet kimin? Mutlak gâlip, tek hâkim olan Allah’ın!” (Mü’min sûresi, 16)

“O gün zâlimlere mâzeretleri fayda sağlamaz. Onlara sâdece lânet vardır! Onlara sâdece kötü bir yurt vardır!” (Mü’min sûresi, 52)

“Kıyâmet saati mutlaka gelecektir. Bunda hiç şüphe yok. Fakat insanların ekserisi buna inanmazlar.” (Mü’min sûresi, 59)

“Nihâyet oraya ulaştıklarında kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları işleri söyleyip kendi aleyhlerinde şâhitlik ederler.”(Fussilet, 20)

“Derilerine: “Niçin aleyhimizde şâhitlik ettiniz?” deyince onlar; “Bizi söyleten, her şeyi konuşturan Allah’tır. Zâten sizi ilkin yaratan ve sonunda da huzuruna götürüleceğiniz Rabbiniz de O’dur.” (Fussilet, 21)

“İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.” “O gün onlardan her birinin başından aşkın derdi ve tasası vardır.” (Abese sûresi/ 34, 35, 36, 37)

“Size o haberi getiren adam, şeytanın tekidir. O sizi kendi dostları ile korkutmak ister. Fakat siz mü’min iseniz, onlardan korkmayın Ben’den korkun.” (Âl-i İmran sûresi, 175)

“Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı, artık onlar taş gibi, hatta ondan da katı! Çünkü öyle taş var ki, içinden ırmaklar fışkırır.  Öylesi var ki, çatlar da bağrından su kaynar. Ve öylesi var ki, Allah’a olan tâzimi sebebiyle yukarıdan düşüp parçalanır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Bakara sûresi, 74)

“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi ona hitâb edince: “Yâ Rabbî!” dedi, “göster bana Zâtını, bakayım Sana!” Allah Teâla şöyle cevap verdi: “Sen Beni göremezsin. Ama şimdi şu dağa bak, eğer yerinde durursa sen de Beni görürsün!” Derken Rabbi dağa tecelli eder etmez, onu un ufak ediverdi. Mûsâ da düşüp bayıldı. Kendine gelince dedi ki: “Sübhânsın ya Rabbî. Her noksanlıktan münezzeh olduğun gibi, (dünyâda Seni görmemizden de münezzehsin.) Bu talebimden ötürü tövbe ettim. Ben ümmetim içinde, Seni görmeden îman edenlerin ilkiyim!”  (A’raf sûresi, 143)

“Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağın tepesine indirseydik onun, Allah’a tâzimi sebebiyle başını eğip parçalandığını görürdün. İşte bunlar birtakım misallerdir ki, düşünüp istifâde etmeleri için Biz onları insanlara anlatıyoruz. (Haşir sûresi, 21)

“Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyâmet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlara son derece acı bir azap vardır.” (Bakara sûresi, 174)

“Ey îman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının. Ona lâyık olduğu tâzimi gösterin ve ancak O’na teslim olan müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmran suresi, 102)

“Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de; birinin ki kabul edilmiş, öbürünün ki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine: “Seni öldüreceğim” dedi. (Mâide sûresi, 27)

“O da: Allah, ancak müttakîlerden kabul buyurur, dedi. Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan, ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Mâide sûresi, 28)

“Ben isterim ki sen, kendi günahınla berâber benim günahımı da yüklenesin de cehennemliklerden olasın. Zâlimlerin cezâsı işte budur!” (Mâide sûresi, 29)

“Kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’ı tâzim edip O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte ebedî başarı ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.” (Nur sûresi, 52)
 
Allah korkusunun insana kazandırdığı sermâyelerin en güzeli takvâdır. Takvâ; Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmadır. Efendimiz (sav), “Hikmetin başı Allah korkusudur” (Tirmizi, Beyhâki) buyurmuşlardır. İnsan, Allah karşısında kendi konumunu çok iyi takdir ve tâyin etmelidir. Havf ve recâ duygusunu korumalıdır. Her sahâda ifrat ve tefritten uzak, müstakim yaşamalıdır ve örnek olmalıdır.

Bugün beşerin büyük çoğunluğu Allah’dan değil, kanunlardan ve zâlimlerden korkmaktadır. Kalpte Allah korkusu, hesap verme endişesi varsa o insan, zâlim olamaz, kâtil olamaz. Hak ve hukûka, nâmus, haysiyet ve şerefe musallat olmaya tevessül ve tenezzül etmez. Îmanı aslâ buna müsâade etmez. Fert, âile ve toplumun huzur kaynağı Allah korkusudur. Onun için kalbler, havfullah ve muhabbetullah ile donatılmalıdır.

Ehl-i dalâlet ve zâlimlerin; dünyâda ölümle sona erecek hayâta âit saltanat ve konforlarını korumak, rahat içinde yaşamalarını sürdürebilmeleri için, ellerine geçirdikleri gücü kullanarak, din ve vatan sevgisini âlet ederek her türlü zulmü irtikâb etmişler; yuvaları dağıtmışlar, mâsum kadınlara ve günahsız çocuklara en büyük zulmü yapmışlar ve yapmaktadırlar. 

Aynı zamanda haksız yere insanların mallarına el koyup  hürriyetlerini gasp etmek sûretiyle, -Allah’ın önem vermesine rağmen- kul hakkını hafife alıp irtikâb etmişlerdir. En önemlisi de, dîne hizmet edenlerin her türlü imkânlarını ellerinden alarak, en büyük darbeyi dîn-i Mübîn-i İslâm’a ve ona sâhip çıkacak hayru’l halef nesillere vurmuşlardır. 

Bu yolda Allah diyen nice mâsumların canlarını vermelerine sebep olan ve gece gündüz Kur’ân’a kendisini adayan ehl-i îmânın,      -çocuklar dâhil- öldürülmelerine fetvâ verenler; şefkatten, merhametten mahrum bu insanlar, kimden korkarak hayatlarını sürdürüyorlar? Bu zulmü yapma cesâretini kimden alıyorlar acaba? Merak etmemek mümkün değil.

Efendimiz (sav) bir Hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “İslâm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi), günü gelince yine o gurbete avdet edecektir. Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, îmar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun!” (Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Ebî Şeybe) 

Ey kaderini Allah ve Resûlüllah’a adayan, toplumda fitne ve fesat çıkaranlara karşı ıslahçı olan, hayâtını Allah korkusuna göre tanzim edip fedâkârlıkta bulunan, îman ve Kur’an hâdimleri ve hâdimeleri! Vazîfeniz; sebeplerde kusur yapmama kaydıyla, vahdet-i rûhiyeyi koruyarak, huzursuzluğa sebebiyet vermeden sabretmek ve Allah’a dayanıp güvenmek, -şartlar ne olursa olsun- geriye bakmadan bu hak yolda yürümeye devam etmektir.

<< Önceki Haber İnsanlara Çok Şey Kazandıran MEHÂFETULLAH-2 Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER