Bir ihmal hayat ışıklarını söndürdü

Şanlıurfa'da, 1996 yılında test edilmeden nakledilen kandan AIDS hastalığına yakalanan eşini ve kızını kaybeden Sedat Işıkgöz, 11 yıldır acı ve korkuyu bir arada yaşıyor.


Siverek ilçesine bağlı Kışlan köyünde 14 yıl önce görücü usulüyle evlenen Sedat ve Müzeyyen Işıkgöz çiftinin hayatı, doktorlar kötü haberi verene kadar adını bile bilmedikleri AIDS hastalığının pençesinde, 11 yılda 2 can verdikleri sürekli bir acının yanı sıra çaresizliğe, yalnızlığa hatta dışlanmaya kadar uzanan bir drama dönüştü. Eşinin hastalığı öncesi geniş bir çevreye sahip olan ve dini bilgisi dolayısıyla zaman zaman köylülerine imamlık da yapan Sedat Işıkgöz, yakınları ve hatta komşuları tarafından yalnızlığa terk edilmenin, dışlanmanın yaşattığı burukluk eşliğinde, hasta eşini son nefesine kadar yalnız bırakmadı. Hastalığın bulaşma riski nedeniyle doğumdan sonra kucağına alıp sevemediği kızı ile henüz 2 yıllık evliyken rahatsızlanan hayat arkadaşına olan özlemini mezarlarını ziyaret ederek gidermeye çalışan Sedat Işıkgöz, geleceğe artık umutla bakmak istiyor. 4 AY SONRA FARK EDİLDİ Kışlan köyünde varlıklı bir ailenin çocuğu olan Sedat Işıkgöz, vatani görevi öncesi ailesinin telkiniyle komşu köyden Müzeyyen Işıkgöz ile 14 yıl önce evlendi. Evlendikten 6 ay sonra askere giden Işıkgöz'ün eşi Müzzeyyen, bir süre sonra İbrahim Halil adını verdikleri bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Eşinin askerlik hizmetini tamamlamasının ardından ikinci çocuğuna hamile kalan Müzeyyen Işıkgöz, doğum öncesi kontrol için Şanlıurfa'da görev yapan kadın doğum uzmanına muayene oldu. Müzeyyen Işıkgöz, 6 Mayıs 1996 tarihinde sancılarının artması üzerine, Şanlıurfa Kadın Doğum Hastanesinde sezaryenle Rukiye adını verdikleri sağlıklı bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Ancak doktorlar aşırı kilolu olan ve doğumda çok kan kaybeden anneye kan verilmesi gerektiğini belirtti. Bunun üzerine Kızılay Kan Merkezi'ne giden ve o tarihte ''1 milyon 990 bin lira''ya bir ünite kan alan Sedat Işıkgöz, incelenmesi için kanı hastanenin laboratuvarına bıraktı. DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOLUN BAŞI... Görevlilerin tahlil edildiğini iddia ettikleri kan, aynı gün Müzeyyen Işıkgöz'e verildi. Eşinin iddiasına göre bir gün sonra fenalaşan, daha sonra yavaş yavaş davranışları değişen ve kilo kaybetmeye başlayan Müzeyyen ile kızı Rukiye için bir daha geri dönüşü olmayan süreç başlamıştı. Henüz hastalığın farkına varılamadan, anne ve bebeği birkaç gün sonra hastaneden taburcu edildi. Köyüne dönen Sedat Işıkgöz, 3 ay boyunca bir türlü sağlığına kavuşamayan eşi ve kızını birkaç kez doktora götürdü. Doktorlar Müzeyyen ve Rukiye Işıkgöz'e çeşitli ilaçlar yazdı ancak rahatsızlık geçmiyordu. Doğumdan yaklaşık 4 ay sonra köye gelen bir sağlık ekibi, doğum esnasında bir sorun olduğunu belirterek, aile üyelerinden kan örnekleri aldı. Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesine gönderilen kan örneklerinde Müzeyyen Işıkgöz ile kızı Rukiye'nin kanlarında AIDS'e den olan HIV virüsü tespit edildi. Baba Sedat ile oğlu İbrahim Halil'in tahlilleri ise temiz çıktı. Anne Müzeyyen ve kızı Rukiye'nin bünyesini gram gram eriten sinsi hastalığın tespiti, sağlıkta yaşanan ihmalin, geri dönülemez şekilde hayatları nasıl değiştirdiğini de gözler önüne serdi. ''KÖYÜ TERK EDİN'' Anne ve kızın AIDS'e yakalandığının tespit edilmesinin ardından Bu arada Sağlık Bakanlığından bir heyet köyde incelemelerde bulundu. Doktorlar tarafından Ankara'ya götürülen Müzeyyen ve Rukiye Işıkgöz, Ankara Numune Hastanesi İntaniye Servisi'nde yaklaşık 1 ay tedavi gördü. Bir süre sonra toparlanan Müzeyyen Işıkgöz ve kızı, memleketlerine gönderildi. Komşuları, hastalığı nedeniyle ''herkesin korkulu rüyası haline gelen'' aile fertlerinden köyü terk etmelerini istedi. Henüz hastalığın şokunu üzerinden atamayan aile de çevre baskısından bunalınca, ilçe merkezine göç etme kararı aldı, ancak Işıkgöz ailesine bir süre kimse kiralık ev vermedi. KAYMAKAMIN ÇABASIYLA EV Dönemin Kaymakamı Abdülkadir Karataş'ın çabasıyla kiralanan bir eve yerleştirilen aile, burada da çevre baskısı gördü. Bu arada annesine verilen kandan AIDS'e yakalanan küçük Rukiye, 4 yıl mücadele edebildiği amansız hastalığa daha fazla dayanamayarak 2000 yılında vefat etti. Kızlarını kaybetmenin üzüntüsüyle yıkılan ailenin üzerindeki kara bulutlar ondan sonraki dönemde de dağılmadı. Tedavi sürecinde zaman zaman fenalaşan Müzeyyen Işıkgöz, eşi tarafından sık sık Ankara Numune Hastanesine götürüldü. YALNIZLIK, AÇLIK GREVİ Birer aylık dönemler halinde yapılan tedavinin ardından evine gönderilen ve hastalığı nedeniyle yakınlarının bile ziyaret etmediği Işıkgöz'ün, her türlü ihtiyacını eşi Sedat Işıkgöz karşıladı. Bir dönem ilaç alamadıkları için eşiyle birlikte açlık grevi bile yapan Sedat Işıkgöz, eşini tedavi için son olarak 26 Ekim 2007 tarihinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürdü. Doktorların, ''bu kadar yaşaması bile mucize'' dediği ve Siverek'e gönderdiği bir çocuk annesi Müzeyyen Işıkgöz, 11 Aralık Salı günü durumunun ağırlaşması üzerine kaldırıldığı Siverek Devlet Hastanesinde hayatını kaybetti. HUKUKİ SÜREÇ Eşi ve kızının AIDS'e yakalandığını öğrenen Sedat Işıkgöz, Avukat Şeyhmus İnal aracılığıyla 6 Ağustos 1996 tarihinde Siverek Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. Ardından Sağlık Bakanlığı, Kızılay Genel Müdürü, Şanlıurfa İl Sağlık Müdürü, Şanlıurfa Kadın ve Doğum Hastanesi Baştabibi ile Kızılay Şanlıurfa Bölge Müdürü ve kan alma ve dağıtımda görevli kişiler hakkında, ''Görevi ihmal, AIDS'li kanı hastaya verme'' suçlarından soruşturma açıldı. Yapılan incelemede kanın test edilmeden verildiği belirlendi. Bunun üzerine Sağlık Bakanlığı ve Kızılay Genel Müdürlüğü aleyhinde Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinde toplam 115 milyar liralık (115 bin YTL) maddi ve manevi tazminat davası açıldı. İki kez temyiz edilen dava, Şanlıurfa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde devam etti. Dava sonunda yerel mahkeme Sağlık Bakanlığı ile Kızılay Genel Müdürlüğünü toplam 105 milyar 771 milyon lira tazminat ödemeye mahkum etti. Kızılay Genel Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığı davayı temyiz etti, ancak Yargıtayın kararı onaylamasından sonra aileye tazminat, 6 yıl süren hukuki mücadelenin ardından yasal faiziyle birlikte ödendi. ÖLÜM KORKUSUYLA YAŞAMAK Eşinin ölümünün ardından evinde taziyeleri kabul eden Sedat Işıkgöz, AA muhabirine, ''11 yıl boyunca evlerinde adeta sürekli taziye bulunduğunu ve kendisinin de her an aynı kaderi yaşamaktan korktuğunu'' söyledi. Eşinin test edilmeden verilen kandan AIDS'e yakalanması üzerine hayatlarının bir anda değiştiğini, başta birlikte yaşadığı köylüler olmak üzere yakın çevrelerinin kendilerinden uzaklaştığını anlatan Işıkgöz, bu nedenle yaşamlarını sürdürdükleri köyü terk etmek mecburiyetinde kaldıklarını belirtti. Siverek'e yerleştikten sonra yaşamın daha da zorlaştığını, hasta olan eşi ve kızının tedavi masraflarını karşılayabilmek üzere bir miktar tarım arazisini sattığını anlatan Işıkgöz, hastalığın ilk gündeme geldiği günlerde Sağlık Bakanlığı, Kızılay Genel Müdürlüğü ve Siverek Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının kendilerine yardım ettiğini, ancak daha sonra bütün tedavi masraflarını kendi imkanlarıyla karşılamaya çalıştığını ifade etti. Eşi ve kızının sağlık sorunları nedeniyle hiçbir iş yapamadığını, bugüne kadar babasından kalma tarım arazilerini satarak geçinmeye çalıştığını anlatan Işıkgöz, şunları söyledi: ''Eşim ve kızım gözlerimin önünde eriyip gidiyordu. İlk başlarda hastalığın öneminin farkında değildik, 'belki tedavisi mümkün olur' diyorduk. Ancak kızım Rukiye ölünce olayın ciddiyetini anladık. Ondan sonra Müzeyyen de korkmaya başladı, sürekli kendisinin de öleceğini söylüyor ve çok üzülüyordu. Ailemiz için zor günlerdi. Bu arada ben ve oğlum İbrahim de her an aynı hastalığa yakalanmaktan ve ölmekten korkuyorduk. Ancak eşimi hasta haliyle yalnız bırakamazdım. Ölümüne kadar aynı evi paylaştık.'' KUTSAL TOPRAKLARDA İZDİHAMDAN KURTULDU Hukuku mücadelenin lehlerine sonuçlanmasının ardından eşiyle hacca gittiklerine değinen Işıkgöz, ''Müzeyyen'in en büyük hayali hacı olmaktı. Bu talebini bana iletti. Ben de Diyanet'e müracaat ettim. Uzun süren mücadele sonucu yetkilileri ikna ederek kutsal topraklara gittik. Çok mutlu olmuştu...'' dedi. Suudi Arabistan'da bulundukları yıl şeytan taşlama esnasında meydana gelen ve 9'u Türk, 250'nin üzerinde hacı adayının hayatını kaybettiği izdihamda kendisi ile eşinin de bulunduğunu aktaran Sedat Işıkgöz, o gün yaşananları şöyle anlattı: ''Hac vazifemizi yerine getirmek üzere kutsal topraklardaydık. Şeytan taşlanan bölgede bir anda kargaşa yaşandı. Kalabalığın arasında kalan çok sayıda hacı adayı öldü. Ben ve eşim de kalabalığın arasındaydık. Bir ara Müzeyyen'in aşırı kalabalıktan fenalaştığını, bayılmak üzere olduğunu fark ettim. Onu hemen oradan uzaklaştırdım. Yapılan müdahaleyle kendine geldi. Sonra da hac görevimizi yerine getirip, ülkemize döndük.'' Eşinin bir yıl kadar önce bilincini kaybetmeye başladığını ve içine kapandığını ifade eden Işıkgöz, hastalanmadan önce 110 kilo olan Müzeyyen Açıkgöz'ün kilo kaybederek önce 60 kiloya, ölümünden kısa süre önce ise 30 kiloya kadar düştüğünü söyledi. Işıkgöz, şu anda 7. sınıfa devam eden oğlu İbrahim Halil'in (13) de okula başladığı ilk yıllar annesinin rahatsızlığı nedeniyle arkadaşları ve çevreden dışlandığını anlattı. ''VEHAMETİN ÖTESİNDE İLGİSİZLİK'' Şanlıurfa Barosu avukatlarından ve ailenin vekili Şeyhmus İnal, Atatürk Barajı sınırlarında kalan arazilerin kamulaştırılmasıyla ilgili konuları araştırmak üzere gittiği Kışlan köyünde tanıştığı Sedat Işıkgöz'ün 1996 yılında kendisini arayarak eşinin durumunu anlattığını ve yardım istediğini belirtti. Bunun üzerine harekete geçtiklerini ve aileden alınan kan örneklerini Diyarbakır Adli Tıp Kurumunda tahlil ettirdiklerini aktaran İnal, örneklerin pozitif çıkması üzerine hukuki süreci başlattıklarını ifade etti. O dönemde Kızılay'ın iddiayı ilk başlarda reddettiğini, ancak sonuçların ortaya çıkmasının ardından gerçeği kabul etmek durumunda kaldıklarını ifade eden İnal, ailenin hukuki süreçte zor günler yaşadığını anlattı. Ailenin hak ettiği tazminatın bile çeşitli zorluklarla tahsil edildiğini ileri süren İnal, ''hastalığın ortaya çıkmasının ardından ailenin ilişkileri bozuldu, şehre yerleşmek zorunda kaldılar. Toplumdan dışlandılar, Bakanlık da el uzatmadı. Sembolik bir şekilde birkaç defa Ankara'da tedavi edildikleri söylense de tazminat ödendikten sonra, aileye psikolojik destek kesildi. Aile bir şekilde ölümle baş başa bırakıldı.'' ''Kızılay gibi bir kurumun test etmeden verdiği kanın iki kişinin yaşamına mal olduğunu'' ifade eden İnal, ''bu durum, olayın vahametinin ötesinde ilgisizliğin bir sonucudur. Biz bu aşamadan sonra tekrar, olayı Türkiye'deki yasal mevzuat çerçevesinde araştırarak süreci yeniden başlatmayı düşünüyoruz'' dedi. İnal, dava sürecinde kimsenin sahip çıkmadığı aileyle ilişkilerinin geliştiğini, birkaç yıl önce oğlunu sünnet ettiren Sedat Işıkgöz'ün kendisini kirve yaptığını da hatırlattı. GAZETECİ GÖZÜYLE YAŞANANLAR AIDS'e yakalanan Müzeyyen Işıkgöz'ün durumunu haberleriyle kamuoyuna ilk duyuranlardan, Anadolu Ajansı Siverek Yurt Muhabiri olan Şükrü Dolaş ise ailenin çok zor günler yaşadığını belirtti. O dönemde ailenin yeşil kartı olmadığı için tedavi olmakta zorlandığını, Sedat Işıkgöz'ün tedavide kullanılan bazı pahalı ilaçları satın alabilmek için arazilerini satmaya başladığına tanık olduğunu anımsatan Dolaş, ''bugün olduğu gibi o dönemde yeşil kartlılara ilaç verilmiyordu. Sedat, oldukça pahalı olan ilaçların bir kısmını kendi bütçesinden karşılamak zorunda kalıyordu'' dedi. Müzeyyen'in HIV virüsü taşımasının basında yer almasının ardından insanların aileden korkmaya başladığını anlatan Dolaş, şöyle devam etti: ''Kimse aileyle selamlaşmak bile istemiyordu, çünkü hastalık öldürücü olarak biliniyordu. Hangi koşulda bulaştığını ise kimse bilmediği için herkes aileden kaçıyordu. Kanında hastalık virüsü bulunmadığı halde İbrahim Işıkgöz bile okula başladığında zorluk çekti. Arkadaşları ve komşuları ondan bile çekinir olmuştu, oyun alanına dahi alınmıyordu. Aile bu süreçte dönem dönem yalnız bırakıldı. Zaman zaman kaderlerine terk edildi. Zorluklar içerisinde yaşadılar.'' Işıkgöz ailesinin içinde bulunduğu zor koşullarda ve Müzeyyen Işıkgöz'ün son nefesine kadar yanlarında olmaya ve seslerini duyurmaya çalıştıklarını dile getiren Dolaş, ''Müzeyyen'in geçen hafta hastaneye kaldırıldığını öğrendik ve hemen olay yerine giderek çekimlerimizi yaptık. Kaderin cilvesi olsa gerek, Türkiye'ye ailenin dramını ilk duyuran ben oldum, Müzeyyen'in ölüm haberini de ilk ben duyuruyordum. Müzeyyen'in ölümü beni de etkiledi, çünkü sorunlarını gündeme taşımak için haber yaparken bir aile gibi olmuştuk'' şeklinde konuştu. AA
<< Önceki Haber Bir ihmal hayat ışıklarını söndürdü Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER