Makedonya'da bir gün


Devlet ricali ile seyahat etmeye alışık köşe yazarlarından değilim. Bugüne değin bir iki davet aldıysam da, çeşitli engeller nedeniyle bunlara icabet edemedim. Fakat Dışişleri Bakanlığı'ndan aranıp, Sayın Bakan'ın iki gün sonra Makedonya'ya yapacağı resmi ziyarete katılıp katılamayacağım sorulduğunda, tereddütsüz 'evet' dedim. Daha önce hiç ayak basmadığım, Osmanlı-Türk tarihinin beşiği Makedonya'ya, anne tarafından dedemin doğup büyüdüğü Üsküp'e, hele buraları çok iyi tanıyan olağandışı bir akademisyen ve siyaset adamı olan Davutoğlu ile birlikte yapılacak bir geziyi kaçıramazdım. Bütün işlerimi erteledim ve 24 Mart gecesi Ankara'ya uçtum. 25 Mart günü de Makedonya'da çok şey gördüğüm ve öğrendiğim, beni çok düşündüren bir gün geçirdim. Nasıl? Anlatayım. Davutoğlu, sayın eşi Sare Hanım, Bakan'ın en yakın çalışma arkadaşları yanında beni ve kırk yıllık dostum Oral Çalışlar'ı konuk eden onbir koltuklu uçak, sabah tam 07.15'te Ankara'dan hareket etti ve yaklaşık iki saat sonra, günlük güneşlik bir havada Makedonya'nın güneybatı köşesinde ve Arnavutluk sınırındaki, güzelliği dillere destan gölün üzerinden uçarak Ohri'ye indi. Davutoğlu'nu karşılayan Makedonya heyetinin başında Türk Demokratik Partisi üyesi ve Devlet Bakanı Hadi Nezir vardı ve Nezir, gün boyu Davutoğlu'na ev sahipliği yapacaktı. Dağıtılan program kitapçığından o gün işimizin çok ve acele olduğu belliydi. Nitekim bir düzine otomobilden oluşan konvoyumuz hemen, zaman zaman yürekleri ağza getiren bir süratle yola koyuldu. O gün, yaklaşık Trakya büyüklüğündeki Makedonya'nın hemen hemen tüm batısını baştan aşağı kat edecektik. İlk durağımız 50 km ötedeki Manastır'a (Bitola), II. Meşrutiyet'le sonuçlanan ayaklanmanın lideri olarak ün yapan, "Hürriyet kahramanı" Resneli Niyazi Bey'in şehri Resne'den (Resen) geçerek ulaştık. Manastır'da Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkan Enver Paşa'nın, gerekse Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Mustafa Kemal Paşa'nın öğrenim gördükleri askerî idadiyi (liseyi) ziyaret etmek heyecan vericiydi. Orada sanki tarihi yaşıyorduk. Bugün bir müze olan binanın Atatürk'e ayrılan "anı odası"nın duvarlarından birinde, Makedon sevgilisi olduğu rivayet edilen Eleni Karinte'nin Atatürk'e yazdığı "Bütün ömrüm boyunca seni bir gün buradan geçeceksin diye o balkonda bekledim..." diye biten mektubu okuduk. Bir tarih tüneli duygusunu uyandıran Şirok (Geniş) Sokak'ta yürürken, o balkonun bulunduğu rivayet edilen evin önünden geçtik. Bunu kulaklarımla işitmedim, ama kapısına kilit vurulmuş olan Yeni Cami'yi ve karşısındaki, üzerine haç yerleştirilmiş olan saat kulesini görünce Davutoğlu'nun "Camiler cami, kiliseler kilise, saat kuleleri de saat kuleleri olmalı..." dediğini, oralı Türklerden biri hemen bana yetiştirdi. Ben de Oral'a. Birlikte tekrarladık: "Evet! Makedonya'da ve Türkiye'de, nerede olursa olsun camiler cami, kiliseler kilise olmalı!!!" Bu, bizim Akhtamar Kilisesi'ni yılda sadece bir gün ibadete açan hükümet kararına (Dışişleri Bakanı'nın sözleriyle) getirdiğimiz yorumdu... Manastır'da tanıştığım Türklerden biri anlatana kadar, ünlü Arnavut yazar İsmail Kadare'nin, Arnavutların Osmanlı'dan önceki asıl dinleri Katolikliğe dönüşün bayraktarlığını yaptığını bilmiyordum. Manastır'dan geriye Ohri'ye dönüp göl kıyısına vardığımızda, şöyle bir etrafa bakındım ve bunun muhakkak ki dünyanın en güzel gölü olduğuna hükmettim... Davutoğlu, gölün hemen kıyısındaki bir binada bulunan Ohri Fahri Konsolosluğu'nun açılışını yaptı; bizleri fahri konsolos Abdurrahman Bayraktar Bey ile tanıştırdı. Ohri'deki Yahya Kemal İlköğretim Okulu'nun öğrencileri Türk bayraklarını sallayarak Bakan'a büyük tezahürat yaptılar. Kendilerini "Biz Osmanlı'nın torunlarıyız" diye tanıtan, yaşlı hanımlarla ayaküstü sohbet ettik. Sonra sıra Ohri'deki Halveti Dergâhı'nı, son yıllarda onarılmış olan Pir Muhammed Hayati tekkesini ziyarete geldi. Rumeli'nin en popüler Sufi tarikatlarından biri olan (ve baba tarafından en azından bir akrabamın mensup olduğunu bildiğim) Halvetilik hakkında ne kadar az şey bildiğimi düşünerek hayıflandım. Ohri'nin, 1991'de bağımsızlığını kazanan (eski Yugoslav Cumhuriyeti) Makedonya'nın kısa tarihinde önemli bir yeri var. Ağustos 2001'de Ortodoks Makedonlar ile Müslüman Arnavutlar arasında çıkan savaşı sonuçlandıran ve rejimi iktidar paylaşımı esasına dayandıran çerçeve anlaşma burada imzalandı. Bu anlaşma uyarınca, Makedonca ve Arnavutça ülkenin resmi dilleri. Öteki ilk ve ortaöğretimde bütün etnik grupların kendi anadillerinde eğitim görme hakkına sahip. Yerel yönetimler Makedonya bayrağı yanında yerel kimliği ifade eden simgeler, bayraklar kullanmakta serbest. (Bunun için Arnavutlar, Arnavut bayrağını, Türkler Türkiye bayrağını kullanabiliyor. Buna tanık olmadık ama Davutoğlu'ndan öğrendiğimize göre, Romanlar da kimliklerini ifade etmek için Hindistan bayrağını kullanıyorlarmış.) Ohri'den Üsküp'e doğru yolculuğun ilk durağı, gölün kuzey ucundaki Struga'daki Yahya Kemal Koleji oldu. Makedonca, Arnavutça ve Türkçe eğitim yapılan okulun öğrencileri, bakanları ellerinde Makedonya, Arnavutluk ve Türkiye bayraklarını sallayarak karşıladılar. Fethullah Gülen eğitim gönüllülerinin Makedonya'da açtıkları 4 (yakında 5) lise ve 2 ilkokulun hepsi, büyük şairimiz Üsküplü Yahya Kemal'in adını taşıyor. Birçok ülkede Gülen Hareketi'nin açtığı okulları görme fırsatım oldu. Struga'daki yeni lise kadar büyük, imkânlı ve tertipli olanına az rastladım. Struga'dan sonra konvoyumuz, virajlı dağ yollarını hızla aşarak Kırçova (Kicevo) üzerinden Gostivar'a ulaştı. Makedonya'nın 2 milyonu biraz aşkın nüfusunun yaklaşık üçte ikisi (büyük çoğunlukla) Ortodoks Hıristiyanlardan, gerisi Müslümanlardan oluşuyor. Müslümanların çoğu, nüfusun dörtte birini oluşturan Arnavutlar. 27 değişik etnik grubun yaşadığı ülkede Türklerin oranı ise % 4 dolayında. 80 bin nüfuslu Gostivar ise % 10 oranla Türklerin en yoğun olarak bulunduğu şehir. Burada ilk olarak, Makedonya Eğitim Bakanlığı'na bağlı ve Türkçe eğitim yapılan (tabii Makedonca ve Arnavutça da öğretilen) Mustafa Kemal Atatürk İlköğretim Okulu oldu. Davutoğlu, okula girdiğinde çocuklar, "Türkiye! Türkiye!" çığlıklarıyla kulakları sağır eden bir tezahürat yaptılar. Karşılaştığımız manzara bir yandan yükselen kimlik duygularının, öte yandan Türkiye'nin son yıllarda yükselen yıldızının çocukları derinden etkilediğini düşündürdü. Davutoğlu ve Nezir, içeride yetkililerle görüşürken biz dışarıda çoğu kız öğrenciler tarafından kuşatıldık. Yasemin, Elanur, Ayşe, Fatima ve Sedalar, Oral Çalışlar ile Türk dizi filmleri ve kahramanları üzerine koyu bir sohbete daldılar. Hemen hepsinin ailelerinin bir bölümü Türkiye'de yaşıyordu. Türklere nasıl davranıldığını sorduğumda kızlardan biri "Bizi dışlıyorlar!" dedi, ama doğrusu Makedonya'da Türklerin dışlanan bir azınlık olduğu izlenimini edinmedik. Davutoğlu, programda olmadığı halde (Arnavutlarla denge gözetme için olacak), Arnavut dilinde tedrisat yapan Tetovo Üniversitesi rektörlüğüne de kısa bir ziyarette bulundu. Akşam karanlığı ve serinliği basarken Kalkandelen'e (Tetovo) ulaştık. Orada ilk uğrağımız Harabati Baba Tekkesi oldu. Alevi-Bektaşiliğin Rumeli'ndeki yaygınlığını iyi biliyordum. Ama bir gün bu geleneğin Balkanlar'daki en önemli kurumlarından birini görmek imkânı bulacağımı aklımdan bile geçirmemiştim. Oral'la avluda salınırken Davutoğlu'nun haber göndermesi üzerine salona girdik. Davutoğlu'nun, Hazreti Ali'nin sureti ve Bektaşi geleneğinin öteki simgeleriyle bezenmiş salonda bizi, iki metreye yaklaşan boyu ve geleneksel kıyafeti içinde çok etkileyici bir görünüme sahip Postnişin Tahir Emin ile tanıştırması, heyecan verici bir deneyim oldu. 16. yüzyılda Malatya'dan gelen Harabati Baba tarafından kurulan tekke, geniş bir alana yayılan çok sayıda binadan oluşan bir külliye. Yugoslavya döneminde uzun süre müze ve restoran olarak kullanıldığını, ancak bağımsızlıktan sonra eski kimliğine kavuştuğunu, bugün Arnavutluk'tan gelen Bektaşi dervişlerinin uğrağı olduğunu öğrendik. Biz Postnişin'in yanındayken, yardımcıları, Makedonya Cumhurbaşkanı Gjorge İvanov ile yemeğe geç kalmamak için yola çıkmamız gereğini hatırlattılar, ama Davutoğlu, Alaca Camii'ne de uğranacağını söyledi. (Bu arada yemeğin bir saat ertelenmesini rica etti.) Nedenini camiye vardığımızda anladım. 1566 yılında Hurşide Hatun adına inşa edilen, 19. yüzyılda tadilat geçiren, içi ve dışı özel renklerle boyanmış, çok farklı bir Osmanlı-İslam eseri olan Alaca Camii'nin avlusu, uzun süredir Bakan'ın gelmesini bekleyen Türklerle doluydu. Bakan, kalabalık cemaatle yatsı namazını kıldı. Namazdan sonra yaptığı kısa konuşma, birçoklarını duygulandırdı. Düşündüm: Davutoğlu'nun "merkez ülke" olarak Türkiye tasavvuru, onun hem Batı eğitimi hem de İslam terbiyesi alan kimliğiyle, hem Konya'nın Taşkent ilçesinden bir Yörük ailesinden gelip Osmanlı'nın uzandığı bütün âleme derin bir ilgi duymasıyla ilgili olmalıydı. Davutoğlu'nu İvanov'la baş başa bıraktıktan sonra nihayet Üsküp Kalesi'nin karşısında, IV. Murat'ın yaptırdığı Taş Köprü'nün hemen dibindeki "Taş Köprü Oteli"ne vardık. Yorgunluktan bitkin, yemek yiyip yattım. Sabah kalktığımda bakanlık mensuplarından Davutoğlu'nun, Ivanov'dan geldikten sonra otelde, dört ayrı heyetle görüşme yaptığını, sonra sabah saat 2'ye kadar bir fasıl heyetinden Rumeli türküleri dinlediğini öğrendim. Bakan'la kahvaltıda buluştuğumuzda Davutoğlu, İvanov'la sohbetinden söz etti. İvanov, bugün Makedonya'da uygulanan çok-kültürlülük politikasının köklerini Osmanlı'nın millet sisteminden aldığını söylemiş. Davutoğlu da ona Makedonyalı Büyük İskender'in ifade ettiği gerçeğin, Avrupa ile Asya arasındaki (bugünkü Avrupalıların tam anlayamadıkları) bağ olduğunu anlatmış. Kahvaltıdan sonra Davutoğlu'na veda ettik. O, bütün gün resmî temaslarda bulunduktan sonra gece yarısına doğru, Başbakan Erdoğan ile buluşmak üzere Libya'ya uçtu. Biz Oral'la 1918'de 33 binlik nüfusun 23 binini Türklerin oluşturduğu, bugün ise 10 bin kadar Türk dahil 500 bin kişinin yaşadığı Üsküp'ün tarihî Türk çarşısında dolandık. Yolda Mustafa Paşa Camii'ne öğlen namazı için gelen Üsküplü Türkler ve ticaret için gelen Türkiyelilerle ayaküstü sohbet ettik. Vardar Nehri üzerinden geçip, modern Üsküp'e göz attık. Öğleden sonra, THY'nin her gün tıka basa dolan uçağıyla İstanbul'a dönerken, geride kalan iki baş döndürücü günü sindirmeye çalışıyorduk.
<< Önceki Haber Makedonya'da bir gün Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER